- 601 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Lahit
Ayazda, saate bakamayacak kadar titriyordum. Gece yarısını geçeli epey olmuştu. Sindiğimiz duvar dibinde ortalığın iyice sessizleşmesini bekliyorduk.
‘’Hay, senin aklına uyanın...’’ diye başladım ve sağlam bir küfürle tamamladım.
Sadık söylediklerime aldırmıyordu. Hala sağa, sola bakıyor, bekçinin turlarının süresini hesaplamaya çalışıyordu.
‘’Tamam, oldu bu iş. Bir sonrakiyle beraber harekete geçiyoruz.’’
Her ne kadar bu başımızı resmen belaya sokuyoruz anlamına geliyorsa da hareket etme düşüncesini bana iyi gelmişti. Bu ayazda sonsuza değin duramazdım.
‘’Başımızı belaya sokuyorsun ya, Allah sonumuzu hayırlı eyleye.’’
‘’Emin ol, iki hırsızın arkasını kollayacaktır.’’
Doğru söylüyordu, kendimizden başka güveneceğimiz kimse yoktu. Rahatlamak için konuşmak istiyordum ama Sadık sessiz kalmamız konusunda ısrarcıydı. Beklemeye devam etik. Neden sonra uzaktan bekçinin düdüğü duyuldu. Ağır ağır ilerliyordu. Belki uykusunda yürüyordu. Yerinde olsam ben öyle yapardım. Homurdandığımı farkeden Sadık beni dürttü. Sustum.
Bekçiye bakmamaya çalıştım. Bakarsam o da dönüp bana bakacakmış gibi geliyordu. Geldiği yavaşlıkla bekçi uzaklaştı. Giderken düdüğünü bir kez daha öttürdü. Sadık:
‘’Hadi!’’ dedi ve fırladık. Birkaç adımda yatırın içine girdik. Çuvaldan çıkardığım aletleri duvara dayadım. Sadık kazmayı kaptı, ben de küreği aldım. Başladık kazmaya.
‘’Yaptığımız da iş ha! Yatır kazıyoruz. Başımıza bir bela musallat olacak, bekçiyi mumla arayacağız.’’
Sadık kazmasına ara vermeden:
‘’Sana kaç kere anlatacağım. Dinlemiyorsun ki. Bu gerçek bir yatır değil.’’
‘’Biliyorum, bir evliyanın değil. Bizanstan kalmış, sonra bir evliyanın sanılmış. Ne malum öğrendiğinin doğru olduğu? Ya yanılmışlarsa? Bizans’tan birini mi tutup sormuşlar, ‘Bir yatır bulduk, sizin mi?’ diye?’’
Konuşurken Sadık’ın durduğunu farketmemiştim. Onu kazmadığını görünce, ben de elimdekini bıraktım.
‘’Bak, konuşulacak zaman değil. Ama sırf susasın diye söylüyorum. Adamların işi bu. Ellerinde belgeler var. Bu yatır Bizans’tan kalma, şu yatır gerçekten bir evliyaya ait diye. Onlara göre bu bir şövalyenin mezarı. Bu da demektir ki içinde bir defin var. Eğer doğruysa zengin oluruz, hatta başka yalancı yatırları da kazarız. Hadi, sallanma da çalışmaya devam et.’’
Sadık bilirdi. Gözünü, kulağını açar, herkesin işe yaramaz dediği bilgiler edinirdi. Çoğu da gerçekten işe yaramazdı. Ama bu sefer haklı olduğunu düşünüyordum. Daha fazla itiraz etmeden kazmamı sürdürdüm.
Bir süre sonra Sadık’ın kazması bir taşa denkgeldi. Hemen durdu, eliyle yoklamaya başladı.
‘’Taş değil bu. Olsa olsa bir kapak.’’ dedi, ‘’Hadi, üstünü temizleyelim.’’
Kapağın üstündeki toprağı kenara atmamız epey zaman aldı.
‘’Taş değil dedin ama basbayağı taş bu.’’
‘’Sersem, daha mermerin ne olduğunu bilmiyor.’’
Sadık bana değil, mermer kapağa sinirlenmişti. Bir yandan haklı çıktığını görmenin hazzı vardı ama öte yandan da daha önce düşünmediğimiz bir sorunla karşı karşıyaydık: Kapağı nasıl kaldıracaktık?
İkimizin de aklına küreği kaldıraç olarak kullanıp, kapağı yerinden oynatmak geldi. Ne yazık ki küreğin sapı ikimizin yüklenmesine dayanamadı.
‘’Harika! Şimdi de kürekten olduk.’’
Sadık konuşmuyor, kapağa bakıp bir şeyler düşünüyordu. Sonunda:
‘’Acaba bunu delebilir miyiz?’’ diye mırıldandı.
‘’Neyle? Kazmayla mı?’’
‘’Evet, kazmayla. Dalga mı geçiyorsun, bütün mahalleyi başımıza toplarsın.’’
‘’O zaman neyle?’’
Cevabını o da bilmiyordu. Çok yaklaşmıştık ama bir kaç santim kalınlığındaki mermer kapak Çin seddi gibi geçit vermiyordu.
‘’Ne yapacağız?’’ diye sordum.
‘’Bence lahidin üstünü geri örtün’’ dedi Sadık’a ait olmayan bir ses.
İkimiz de irkildik. Çevremize baktık. Kimseler yoktu.
‘’Bekçi olmasın?’’ dedim kekeleyerek.
‘’Yok lan, gelmesine daha var. Şu kuytuya saklanmış birisidir. Git, bak.’’
‘’Niye ben gidiyorum? Beraber gidelim.’’
‘’Ben arkanı kolluyorum, merak etme. Silahlı birisiyse, ikimizi birden hedef alamaz.’’
Aklım pek yatmamıştı ama burada dikilmek de istemiyordum. Kazmayı aldım, gölgeler altındaki kuytuya ilerledim.
‘’Her kimsen çık dışarı! Yoksa yersin kazmayı kafana.’’
Kımıldayan olmadı. Kazmayı kaldırdığım gibi indirdim gölgeliğe. Kazmanın ucu herhangi bir cisme dokunmadan toprağa saplandı. Eğilip karanlığı elimle yokladım. Elime de bir şey gelmedi. Yatıra dönüp:
‘’Kimse yok burada!’’ diye bağırdım. Sesim ıssız sokakta yankılanınca yaptığım aptallığın farkına vardım. Sadık bir şey demedi. Diyemezdi de, konuşması durumu daha kötüleştirirdi. Suçlu bir ifadeyle yatıra geri döndüm. Her şeyi mahvetmiş olabilirdim. Belki de daha uzatmadan apar topar kaçmalıydık. Sadık’a baktım. Ama onu göremedim. Sadık yatırda yoktu.
‘’Şakanın sırası değil.’’
Ses çıkmadı. Yatırın etrafında bir tur attım. Hala yoktu.
‘’Allah’ım sen aklımı koru!’’ deyip bekçinin geleceği sokağa doğru koşmaya başladım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.