- 534 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Soygun
Araba durduğunda benzin pompasını geçmişti. İlk geri gitme denemesinde birbirine geçmeyen dişlilerin sesi duyuldu. İkincisinde arkadaki beyazlar yandı, araba geri gitmeye başladı. Benziciye girişinde yaptığı gibi bir yay çizdi ve pompanın açığında tekrar durdu. İleri gidince hedefi ıskalıyor, geri gittiğinde de ondan uzaklaşıyordu. Camın tıklatılması kısırdöngünün kırıldığı an oldu:
’’Manevraya gerek yok. Hortum yeterince uzun. Arabayı istop edin.’’
Motor sustu. Araba sessizce ileri doğru kaymaya başladığında frene basıldı ve çekilen el freninin sesi pompacı Nihat’ın kulağına kadar geldi. Nihat aldırmadı. Camı tekrar tıklattı:
‘’Ne kadarlık istiyorsunuz?’’
Cam aşağı indi. Nihat da konuşmak üzere başını eğince kendini iki genç kadına bakar buldu. Direksiyondaki sarışındı, yanındaki kızıl saçlı. Belli ki turisttiler. Nihat tekrar sordu:
‘’Hav maç?’’
Kadınlar birbirlerine baktılar. Sonra sarışın olanı kararsız bir ifadeyle:
‘’Four gallons, regular.’’ dedi ve ekledi: ‘’Please!’’
Bu sefer Nihat bilmediği sularda yüzüyordu. Neyse ki bu ilk değildi. Pompanın yanına gitti, kadınlara oktanlarına göre sıralanmış pompa etiketlerini gösterdi:
‘’Dis? Or dis? Or dat?’’
Sarışın kadın tereddütle etiketlere baktı:
‘’Which one is regular?’’
Nihat anlamadığı soruya cevap veremedi. Bunun üzerine kadın en ucuz benzini işaret etti. Nihat da pompayı aldı, sonra kadına dönüp ilk sorusunu yineledi:
‘’Hav maç lira?’’
Kadın soruyu anlamış gibi gözüküyordu ama dört galon benzinin ne kadar tutacağı konusunda bir fikri yoktu. Nihat işi kolaylaştırmak için:
‘’Handrıd?’’ diye sordu.
Kadın kafasından bir hesap yaptı ve onayladı. Bu arada diğer kadın olan bitenle ilgilenmemişti. Nihat pompanın tetiğine basarken o da arabadan çıkıp, arka taraftaki tuvaletlere yöneldi. Biraz sonra da onu sarışın olanı takip etti.
Depoyu doldurmaya devam ederken Nihat arabanın içine göz attı. Dikkat çekici bir şey yoktu. Birkaç kitap, kadın çantaları, kimi boş, kimi dolu su şişeleri. Bir tane telli çalgı gözüne çarptı. Çalgıyı tanımıyordu, saz ya da gitar gibi değildi. Kanun olmak için fazla küçük ve az telliydi. Ne ola ki bu? diye içinden geçirirken açılan kapının sesiyle irkildi. Sarışın kadın geri gelmiş ve arabanın arka kapısını açıp içeri uzanmıştı. Geri çıktığında elinde az önce Nihat’ın bakmakta olduğu çalgı vardı. Kadın elindekiyle beraber tekrar benzincinin arka tarafına yöneldi.
Nihat Müzikle bazı sesleri örtmeye mi çalışıyorlar, nedir? diye kendi kendine gülerken depo doldu. Pompanın ucunu yerine astı, kadınları tuvaletlerden dönmesini beklemeye başladı. Ama gelen, giden yoktu.
Bir süre daha bekledi. Kaçmış olamazlardı. Arabaları buradaydı. Hadi diyelim gözleri karardı, nereye kaçabilirler ki? diye düşündü. Arka tarafta sazlık vardı. İlerisinde de dağlar. Yol vermezdiler.
Beklemekten sıkılan Nihat tuvaletlere yöneldi. Yaklaştıkça o yönden bir ses geldiğini farketti. Bir kadın sesi ve bir çalgı. Kadınlardan biri şarkı söylüyordu anlamadığı bir dilde. Bu onların konuştuğu dil değildi, başkaydı. Ses çıkarmamaya özen gösterip duvarın kenarına yaklaştı. Kızıl saçlısı sazlara doğru bir kaç adım atmış, dağlara bakarak şarkısını söylüyordu. Yumuşak bir şarkıydı; bir ağıt gibi insanın içini acıtmıyordu. Sarışın kadın ise çalgıyı eline almış, tellerine vuruyordu. Çaldığı diğerinin sözlerini takip ediyordu. Kızıl saçlının şarkısının büyüleyici bir etkisi vardı: Sanki dağlara sesleniyordu, Gelin beni alın ya da Aldığınızı geri verin diye. O noktada farketti Nihat, kadının uzun elbisesinin artık üzerinde olmadığı. Elbise, aşağıya kaymış, ayak bileklerinde toplanmıştı. Bakışlarını kaldırıp tekrar kadına baktı. Söylerken o kadar güzeldi ki sanki bu dünyadan değil gibiydi.
Şarkı bittiğinde Nihat kımıldayamadı. Kadın ise eğilip elbisesini yukarı çekti, omuzlarını tekrar bağladı. Sonra onu beklemekte olan arkadaşının yanına gitti. Kısa bir öpüşme sonrası ön tarafa yöneldiler. Nihat tam zamanında çekildi. Onlardan önce arabanın yanına gitti, nefesini kontrol etmeye çalıştı. Kadınlar geldiğinde sarışın olanı konuşmadan ona parasını verdi. Arabalarına bindiler ve gittiler.
Belki Nihat daha fazla orada dikilecekti ama çalan yazıhane telefonu buna izin vermedi. Beşir Bey arıyordu, benzincinin sahibi.
‘’Nihat, oğlum, var mı bir yaramazlık?’’
‘’Yok Beşir Bey. Hareket yok bugün. Bir iki araba, o kadar.’’
‘’Tamam, ben öğle yemeğinden sonra geleceğim, bir şey olursa ararsın.’’
Bir şey olmamıştı o gün. Gördüklerini anlatamazdı, anlatsa inanan olmazdı. Arabanın izleri silinmiş, verdikleri para kasada diğerlerinin arasına karışmıştı. Bir tek şarkının melodisi kalmıştı aklında. Gece yatarken Nihat hala onu mırıldanıyordu.