- 626 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞEHZADE SÜLEYMAN PAŞA VE MÜCAHİTLERİ
Osmanlı Devleti’nin kurucularından Ertuğrul Bey, kendi soyundan, Kuran hükmünü yeryüzünün büyük kısmına yayacak olan nesillerin geleceğini, Osman Bey ise vücudundan çıkan Çınar’ın dallarının bütün dünyayı kaplayacağını rüyalarında görmüşlerdi. Bundan dolayı Osmanlılar İlayı Kelimetullah için kendilerini görevli sayıyorlardı.
1326 da babası Osman Bey’in vefatı ile görevi devralan Orhan Bey, hızlı bir fetih hareketi ile, kuzeyde Akçakoca’dan Üsküdar’a kadar olan Karadeniz sahillerini ele geçirmişti. Kuzeybatıda Biga hariç tüm Marmara sahilleri fethedilmişti. Batıda ise Karesi Beyliği ile sınırları kaldırıp birleşen Osmanlı, Ege sahillerine varmıştı.
Denizler Osmanlı cihad ve fetih hareketini durduracak tabii sınırlar sayılamazdı. İlayı Kelimetullah daha uzaklara taşınmalıydı. İlk atlanacak yer batı yönünde bulunan Rumeli toprakları olmalıydı. Çünkü Osmanlı’nın kuzeyi denizlere varmıştı. Doğusunda ve güneyinde zaten Müslümanlar yaşıyordu. Fethettikleri yerlerde halka sağladıkları adalet, hürriyet, mal, can ve ırz emniyetini gören duyan Rumeli halkı da, bu adaletli idareyi bekliyordu. Bizans’ın zalim idarecileri elinden çok zulüm gördükleri için, gözleri ufukta, bir kurtuluş yolu arıyorlardı.
GELİBOLU’YA GEÇİŞ
Çok geçmeden bu fırsatı yakalayan Osmanlı askerleri, yaptıkları sal benzeri ilkel deniz araçları ile Çanakkale Boğazı’nı geçip Gelibolu sahillerine çıkarma yaptılar. Başlarında Orhan Bey’in 40 yaşını aşkın namlı şehzadesi Süleyman Paşa bulunmaktadır.
Süleyman Paşa babası Orhan Bey’den gerekli emirleri almış ve bu maksatla Karesi’ye (Balıkesir) gelmişti. Karesi beylerinden Ece Bey, Fazıl Bey, Hacı İlbey ve Gazi Evrenos gibi komutanların da yardımıyla planlar yapıldı.
Çanakkale Boğazı’nı geçmek için gerekli deniz taşıtı yoktu. Bizans İmparatoru da Rumeli tarafında bulunan deniz taşıtlarının Anadolu yakasına geçişini yasaklamıştı. Bu taşıtların Osmanlılar tarafından ele geçirilip, karşıya asker çıkarabilecekleri endişesi dolayısıyla böyle bir yasak koymuştu.
Süleyman Paşa ve mücahit arkadaşları da, ağaç kütüklerini yan yana getirip, halatlarla bunları birbirine bağlayarak ilkel sallar yapmışlar, bunlarla denizi geçmeyi planlamışlardı. Geçecekleri yer olarak da boğazın Lapseki-Gelibolu arasındaki bir yerini tespit etmişlerdi.
Bir gece “Bismillahi mecraha ve mürsaha, inne rabbi legafurun rahim…” ayetini okuyarak, atları ve silahları ile sallara binip korkunç fırtına ve karanlığa rağmen karşı kıyıda Gelibolu civarında, sonradan Namaz Tepesi diye anılacak olan yere çıktılar. Çimni Kalesi’ni ele geçirdiler.
Rumeli’ye geçiş sahnesini bir de Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nden aktaralım:
“Bundan sonra Konstantiniyye’nin fethi için hazırlığa giriştiler. Hicri 758, Miladi 1356 tarihinde Gazi Orhan Bey’in oğlu Süleyman Gazi, yetmiş büyük evliyanın ve Hacı Bektaşı Veli’nin izni ve gösterdiği yol üzere, önce Kara Mürsel, Kara Koca, Kara Yalova, Kara Biga ve Kara Sığla adında kırk kara yiğitle birlik olup, tulum ve sallar yaparak tam kırk kişi bu sallar ile denizi geçtiler. Rum toprağına ayak bastılar.
Bismillah ve Gülbankı Muhammedi çekip sallardan atlarını çıkardılar. Dört tarafa yayıldılar. Her tarafı fethedip çok ganimet ele geçirdiler. Çıktıkları haftanın Cuma günü İpsala kalesini fethettiler. Cuma namazını burada kıldılar. Bu sebeple buranın adı İbtida Sala’dan değişik olarak İpsala kalmıştır.”
Fethettikleri yerlerdeki halkı incitmediler, hoş tuttular. Onlar da kendilerini güvenlik içinde buldular. Kafirlerin gemicilerini gemilere koydular. Kendileri başlarında durdular. Daha hayli adam geçirdiler. Bir iki gün içinde iki bin er geçirdiler. Bu Çimpe kafirleri gaziler ile ittifak ettiler.
Şehzade Süleyman Paşa komutasında Osmanlı kuvvetleri süratle Trakya topraklarını fethediyordu. 2 yıldan fazlaca bir zaman içinde başta Gelibolu ve Bolayır olmak üzere, Malkara, Keşan, İpsala ve Tekfurdağı(Tekirdağ) na kadar geldiler. Askeri ve kumandanları Şehzade Süleyman Paşa’yı çok severler emrinden hiç ayrılmazlardı. Kazanılan tüm zaferlerin onun kerametiyle kazanıldığını düşünürlerdi. Onun keramet sahibi olduğuna inanan şairler şu beyti yazmışlardı:
“Keramet gösterüp sûya seccade salmışsın,
Yakasın Rumeli’nin dest-i takva ile almışsın.”
BEKLENMEDİK OLAYLAR
1357 yılında bir gün, başta Bulgarlar olmak üzere haçlıların birleştiği ve 30 bin kişilik bir ordu ile Osmanlıları Trakya topraklarından çıkarmak üzere yola çıktıkları haber alındı. Düşman askerlerinin büyük bir bölümünün gemilerle hemen yakın sahillere çıktıklarını ve hızla üzerlerine geldiklerini öğrendiler.
Tam da bu sırada bir üzücü olay meydana geldi. Şehzade Süleyman Paşa atının tökezlemesi ve yuvarlanması ile düşerek şehit oldu ve gözyaşları içinde Bolayır’a defnedildi. Bu çok büyük bir olaydı. Çünkü Trakya denince Süleyman Paşa akla geliyordu. Mücahitlere göre onun kumandası sayesinde oralarda bu fetihler yapılabilmişti. Ama artık o vefat etmişti. Mücahitler ne yapacaklarını şaşırdılar. Sayıları 5 binden azdı. Kumandanları vefat etmişti, 30 bin kişilik bir düşman ordusu da süratle üzerlerine geliyordu.
Bu kadar kalabalık düşmana karşı direnmenin anlamsız olduğunu düşünenler çoğunluktaydı. Onlara göre Anadolu’ya geçip kurtulmak lazımdı, vakit varken hemen böyle yapılmalıydı.
Sonunda kumandanlar bir araya gelip durumu müzakere ettiler. Şu sonuç çıktı:
Bu kadar güçlü bir düşmana karşı durmak zordur. Lakin yine bu kadar güçlü düşman karşısında Anadolu’ya geçip canlarımızı kurtarmak, savaşmaktan hem daha zor, hem cihad suçu, hem de onur kırıcı bir davranıştır. Savaşmaktan başka çare yoktur. Hem bize Süleyman Paşa cihadı öğretmiştir. Buna göre cihatta düşmandan korkmak ve kaçmak olmaz. Şehit olmak ise şereflerin en büyüğüdür. İçimizden birini başkumandan seçip ne kadar güçlü olursa olsun düşmana karşı direnmeliyiz.
Olayı Namık Kemal’in Osmanlı Tarihi’nden okuyoruz:
“Osmanlılar düşmanın dörtte biri kadar oldukları gibi, Şehzade Süleyman Paşa’nın yokluğu yüzünden bazıları bölgeyi terk edip Anadolu yakasına dönmek tavsiyesinde bulundular. Fakat ümera bu kadar kuvvetli düşman önünde karşı yakaya geçip kurtulmanın, onlarla savaşıp galip gelmekten bin kat daha zor olduğunu söyledi. Şehzadenin son demlerinde söylediği vasiyet şeklindeki sözleri herkesin hatırına gelince kumandanlarla askerlerin gönlünde bir güven belirdi. Mücahitler başkumandanlarının mezarına gidip, Allah’a dua edip yardım dilediler. Bolayır’da ya kazanacak, ya da ölünceye kadar direneceklerdi. Buna and içtiler. Bir bayıra yaslanarak düşmanı beklediler. Bolayır’da savaşa katılacakların mevcudu bir rivayete göre 5 bin, başka bir rivayete göre de bin kişi kadardı. Savaş başlayınca o kalabalık düşman ordusu bir anda perişan oluverdi. Askerlerin bir çoğu öldürüldü. Bir çoğu da esir alınıp Gelibolu’ya gönderildi. Orayı kuşatmaya gelenler ise, kendilerinden evvel gelenlerin yenildiğini, esirleri görüp anlayınca Bolayır’daki kuvvetlerle Gelibolu’dakilerin birleşmesinden korkarak kuşatmayı bırakarak geri kaçmışlardı.
Türkler ellerine geçen esirlere, sayıca o kadar çok olmalarına rağmen neden savaşta yenildiklerini sordular. Şu cevabı aldılar:
-Falanca yiğidin ardında beyaz elbiseli, boz atlı bir takım askerler vardı. Onların hücumuna dayanamadık…
Mücahitler esirlerin tarifinden, şehzadenin şehitlerin başında kendilerine yardıma geldiğine hükmettiler.”
Mücahitlerin gayreti Süleyman Paşa’nın himmeti ve Allah’ın yardımıyla Trakya’da tutulan köprübaşı, böylece ebediyen bir sıçrama taşı olmaya devam edecekti.
Osmanlı artık bu köprü başından atlayarak, Kuran Nizamı’nı Avrupa’nın içlerine kadar götüreceklerdi. Böylece Muratlara, Mehmetlere, Yıldırımlara, Fatihlere, Kanunilere yol açılacaktı.
SONUÇ
Başta mezarı bugün de Bolayır’da bir ziyaretgah olan Süleyman Paşa ve tüm mücahitlerin ruhları şad olsun.
Olayı detayıyla bize nakleden Namık Kemal de, Süleyman Paşa ile yine Bolayır’da yan yana yatmaktadır.
Ekrem Şama
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.