- 778 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GECENİN MELODİSİ
Gecenin geç saatlerinde birden bire bir melodi kulağımda dolanmaya başladı, o kadar dokunaklı bir melodiydi ki, tüylerim diken diken oldu, istemsiz bir şekilde yataktan kalkıp üzerime kalın bir hırka giydim, dışarda deli gibi yağmur yağıyordu. Balkona çıkıp kendimi müziğe bıraktım , sıcak bir kahve, sandelye ve battaniyemi alıp balkona yerleştim. Tuhaf gelebilir ama müzik hala devam ediyordu, melodilerle aram iyi değildir ama bu bir yerlerden tanıdık geliyor o kadar ki, içimden ağlamak deli gibi bağırarak ağlamak geliyor, zaten dayanamayıp göz yaşlarımı koyveriyorum. Sigaramın dumanında beliren siluetler ve hatırladım, genzimi tıkayan bir şeyler oldu, sonsuz bir kapı açıldı sanki birer birer anılar doluştu içeri...
Kaç yıl geçti şu an bilmiyorum, elimde bir bloknot bana göre gereksiz olan bir dosya dolusu evrakla durakta, okula gideceğim dolmuşu bekliyorum. Hiç alışık olmadığım nemli yapış yapış bir hava, sıcak da cabası , zaten dünden beri bu sebeple tek lokma yiyememişim, üç beş kişi daha var etrafına benim gibi bakınıp ne işim var burada diyen .:) Sıkış tıkış binilen dolmuşta 15-20 dakikalık bir yolculuktan sonra okulun kapısında iniyoruz, büyük demir kapı konuklarını beklercesine kollarını açmış sonuna kadar, bekliyor. Küçük öbekler halinde etrafa dağılmış insan kalabalıkları var, herkes meraklı meraklı bakınıyor, birbiriyle tanışıyor, yeni bilgiler edinmek , sohbet etmek , şehir ve okul hakkında daha çok şey öğrenmek için ordan oraya karınca gibi hareket ediyorlar. Bunların çoğu çocuğunu yanında bırakacak iyi arkadaşlar arayan anne babalar. Ben genel bir umursamazlıkla evrak işlerinin yapıldığı bölümün önünde yere oturup bir sigara yakıyorum, sonra işlemlerim için sıraya geçip bekliyorum sessizce. O kalabalıkta kimse hoş görünmüyor gözüme, ürkütüyor galiba beni, çok emin değilim burada kalmak istediğimden ama dönmek istemediğimi de biliyorum o yüzden çok seçenek yok; kendimi alıştırmaya çalışıyorum. Öyle böyle derken alışıyorum hemen arkadaşlar edinip dalıveriyorum hızlıca üniversite hayatına ... İlk zamanlar sessiz sedasız geçiyor, kendi halinde bir insanım, genellikle de uzak duruyorum birbirine sinek gibi yapışıp sonra da birbirlerini çekiştiren o yapmacık arkadaş gruplarından. Günler birbiriyle yarışarak geçiyordu ve geri dönüş yoktu, nasıldı bilemeden bi arkadaş grubunun içinde buldum kendimi onu tanıdığımda benim için herkes gibi biriydi. Uzun boyluydu, ilk göze çarpan kocaman burnuydu, daha fazla zamanı beraber geçirmeye başladığımızda gözlerinin yeşile çalan ela olduğunu, ellerinin hatta tüm vucudunun bir erkeğe nazaran oldukça orantılı ve güzel olması dikkatimi çekti. Geniş omuzları, sesi, birbiriyle alakasız özellikleri hoşuma gitmeye başladı ama farklı bir duygu hissedeceğimi ya da hissettiğimi düşünmedim o günlerde. Okulda da okul dışında da zamanımızın çoğunu beraber geçiriyorduk, sabahları durakta beni bekliyor akşam da eve gidene kadar benimle kalıyordu. Farkında olmadan birşeye çok üzüldüğümde ya da sevindiğimde sorgusuzca onu arıyordum keza o da aynen davranıyordu. Sınavlardı , gezilerdi derken yaz geldi , vedalaşırken sözler verildi; şunu yaparız bunu yaparız sonra aynı akşam herkes evlerine döndü . Bende döndüm ama hangi eve ....
Yoğun bir yaz dönemiydi ne kimseyi düşünecek ne de birileriyle plan yapacak zamanım oldu. Babamlar o güzelim hatıralarla dolu evi yıkıp yerine daha küçük daha kullanışlı bir ev yapmaya karar verdiler. Onlar içinde zor bir karardı kimileri o evde doğdu, kimisi o evde evlendi, kimisi bu evde en mutlu günlerini geçirdi... Zaman sadece insanlar için değil yapılar için de sert ve hızlı geçebiliyor. Eşyalar ben gelmeden toplanmıştı, bomboş toprak ve taştan bir yapıydı artık ne kadar yaşlandığını, şimdi daha net görebiliyorum, çocuksu bir hüzün sardı her yeri ve herkesi, oldukça kalabalık bir ekip kurulmuştu evi yıkmak için:( Onlar dışarda çay içerken ben de kış tatilinde akşamları futbol , saklambaç ve daha bir çok oyun oynadığımız sonu gelmez sandığım koridorda sigaramı yakıp vedalaştım duvarlar arasına sıkışan anılarımla. Kolay değildi bu durum benim için, en rahat en huzurlu günlerim hep bu evde yaşanmıştı çünkü. L şeklindeki o uzun koridor da atılan kahkahaların düşü bile gülümsetti bir an, ama annem için bu ev yaşanması çok zordu artık, ne temizleyecek ne de yağmurda karda akan sulara yetişecek kadar gençti. Yaklaşık 15 gün sürdü evin yıkılması, ortalık taş, odun yığınlarıyla doluydu. Sonraki aşamalar sonbahara kadar sürdü ve tahmin edileceği üzere yoğun ve yorucu bi dönemdi herkes için.
Öyleydi böyleydi derken bir sabah okula gitmek için durakta bekliyordum, herkes yeni geldiği için sarılan öpüşen o bitmek bilmez laf kalabalıkları arasında omuzuma dokunan bir elle irkildim karşımda bütün heybetinle o kocaman tebessümünle duruyordun. İşte o an içimi saran yorgunluk akıp gitti usulca, bütün günü konuşarak geçirdik. O zaman farketmedim ama en çok onu özlemişim, en çok onunla geçirilen zamanı beklemişim. Çok sonra anlayacaktım büyük bir girdaba sürüklediğimi herşeyimi, sorgusuzca ama anlaşılamayan bir huzur ve mutluluk içinde. Sanma ki pişmanım değilim çünkü içten içe bütün sonuçları biliyordum , dile getirmek istemedim. Bir gün güneş doğmaya yakındı, sanırım hastaydım ve Özlem’lerde kalıyordum, bütün gece baş ucumda beklemiştin, her yer kızıla dönerken ki o bahar sabahını hiç unutamayacağım sanırım, en çok da bir çocuk masumluğuyla seni seviyorum deyişin kalacak aklımda. O iki kelimeyle başlayan uzun metrajlı bir film gibiydi yaşananlar. Galiba 5 sene kadar aynı filmin karelerinde çeşitli hal ve renkte dolaştık, sonra, sonrası yok, hep aynıdır zaten.
Bende sancılı geçen bu dönem, uzun, hayli uzun sürdü. Ondan ayrılmak, vazgeçmek, bir zamanlar olmama ihtimaline dayanamazken geçmişte bırakmak, zor oldu. Daha kötüsünü yaşadığım için aynı zaman diliminde tuhaf bir şekilde zamana yaydım sanki üzüntümü , annemle vedalaşırken bir başka insanın acısı duyulamazdı, duymadım. Herşey durulup kendimle kaldığımda içimdeki yıkımı, vahşeti o zaman gördüm. Sonra, gerçekten acının hücrelerimi lime lime edişini izledim çaresizce, hiç bitmeyecek sandığım ağlama nöbetleri yaşadım tek başıma. Aslında vazgeçmeyi öğrendiğim o günden beri hep yalnızım ben, en çok doyamadığım çocukluğumu kucağında taşıyan anneme özlemim canımı yakmaya başladı, sonra seninle bıraktığım inanç, güven, sevebilme yetisinin yokluğu yaşantımda etkisini gösterdi. Şimdi şimdi anlıyorum çoğu hala içimde saklanan duyguları. Yine de geçmez dediğin sen farketmeden geçiyor, bitmez sandığın zaman da dağılıp gidiyor. Sana kalan senden başka birşey değil o yüzden en çok kendimi sevmeyi öğrendim ve hayattaki en değerli insanın ben olduğumu, ben olmazsam hayatın anlamı olmadığını öğrendim, aldıkları için de verdikleri için de teşekkür ederim zamana:)