- 804 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÂKİF, SAFAHAT VE İSTİKLAL MARŞI
Safahat, çağın bunalımlarına isyan eden bir ruhun manzum tiradıdır. Bülbül olur, bir kafesi sığmayan gönlü, harim-i ismetimize kadar sokulan düşmanın çılgınlıkları karşısında sızlanır. Dua olur, Rabbine açılan iki el, sunulan bir yürek, mükedder ve dalgın seyreden iki göz’de dillenir. Marş olur, ezelden beri hür yaşamış bir millete zincir vurulamayacağı’nı haykırır. Destan olur, ’Bedrin Aslanları’na denk bir kahramanlığın macerasını dillendirir. Leylâ olur, sevgiliyi Anadolu’nun serabında arar, onu getirip yüreğimize gömer. Secde olur, vatanı baştanbaşa bir mescit gibi mukaddes yapar. Aksiyon olur, durmadan koşar, durmadan düşünür, durmadan üretir. Ümit olur, aşk olur, hüzün olur, mutluluk olur. Sesten renge, renkten ışığa koşan bir heyecan sağanağı haline gelir. Kürsüden cepheye, kahveden, okula kadar her alanda, İman mücadelesinde dilim dilim, tutam tutam ışık verir duygularınıza. Necid çöllerine gider. Çölün serabında vatan hasretinin rüyasına uzanır. Gönlünde gurbet duyguları kaynar. Berlin’e koşar, Batı’nın pragmatik teşkilatçılığından, Sarkın şaşkın kaderciliğine kadar sosyal psikolojiyi bütün teferruatına inecek kadar tahlil eder.
Safahat, Âkif’in ıstırabını lirizmin plastik ve fonetik hatlarıyla karşımıza getiren "İslâmÎ Türk Edebiyatı"nın şaheseridir. Türk fonetiğini şiirde karşımıza getiren ilk eser olması yanında, sade lisanın aruz ölçüleri içerisinde nasıl bir uyum ve kaynaşma göstereceğini nasıl bir ifade gücü yakalayacağını da gösterir bize. Bu kitapta, mukaddesatımızın, hayatımıza şekil verici arzusunu şiirleşmiş olarak buluruz... Safahat, ezel’le ebed’in kesiştiği noktada hayata karamsarlıkla bakmaz. Geçmişin haldeki varlığını anlatır. Geleceğin bütün objelerini gösterir. Modern insanın bunalımlarına ışık tutar. Ondaki insanlık ideali, ifadesini "Eşref-i Mahlukat"da bulan bir ölçüyle gelir karşımıza. Farklı medeniyetlerin, farklı kültürlerin, farklı sosyal vakıaların meydana getirdiği zaruretleri bilir. İnsanın kendi muhiti ile kenetlenmesi halinde bütün insanlığı kucaklayacak çapa ulaşabileceğini anlatır. İnsanı vasıtasız tatmin eden, din ahlâk ve sanat gibi değerlerin korunması için işaret taşlarını sıralar. Tek çizgili tekâmüle karşıdır. İlmin deneyciliği ile dinin emrediciliği kucaklayıcı bir sentez ile insanlığın kurtuluşuna reçete getirir. Buhranların emzirdiği çağımızın insanına umudu, ye’sin üzerinden aşırarak telkin eder. Safahat’da şiirle düşünmeyi öğrendik. Metafizik acılar, mistik heyecanla ilk defa bu kitapta ulaştırıldı bize. Onun ufku, insanlığımızı, temiz, aydınlık ve çarpıcı yönleriyle kucaklar. Trajik hikayeleri didaktik üslupla dile getiren şarklı ruhu, bize gösterdiği mefkurede arınmış insan tipini ortaya koyar. Ümitlerini bu tipin karakterinde verirken, imajlarla süslü orijinalliğini de unutmaz...
Hayatın dur ve durak tanımayan ayrıntıları içerisinde, kendi dünyasına çıkış kapısı arayan Büyük Şair, çok farklı üç dünyayı bir ömre sığdırmıştır. Bunların ilki, gençliğinin geçtiği, Batı’nın ağır tahakkümüyle bunalan Osmanlı İmparatorluğu, ikincisi savaşı alın yazımız haline getiren Millî Mücadele, üçüncüsü ise kazanılmış savaşın arkasından gelen Cumhuriyet dönemi...
Âkif, ilkinde suskun ve kadere rıza içindedir. Kendi iç örgüsünü tamamlamakla meşguldür. Çevresindeki açmazlar üzerinde durur. Sosyal acıları işler. Yoksulluğun ve çaresizliğin üzerine gider. Hep tahlil etme, teşhir etme gayreti vardır. İkincide, işgale uğramış ve kanını akıtan insanın trajik bunalımlarını kendi acılarıyla bütünleştirerek haykırır. Müstevli’nin acımasızca saldırışını, emperyalizmin kanlı dişlerini gösterir. Cephelere koşar, cami kürsülerine koşar. İşgalin kahrını, kurtuluş ışığıyla yener.
Osmanlıyla hayatı tanır, Kurtuluş savaşıyla var olma mücadelesine girer, Cumhuriyetle de geçmişle geleceğin kolektif şuurunu bir mayada tutmayı arzu eder.
Safahat, bu bakımdan manzum bir sosyal psikoloji tarihidir. Satırları arasında, yalnızca, bir şairin kendi kalbi atmaz. Milletimizin bu üç dönemde farklı yapılar kazanan, umutları, acıları, heyecanları vardır. Kolektif şuurun sesidir Âkif. Dünyamızın pratik faydalarla bizi tatmin eden ucuz tarafı, bu eserde hedef olarak alınmamıştır. Onun yerine, orada, milletle birlikte, bir büyük arayışın, çok sahneli ve zengin ifadeli büyük "Yalnız"ın hasretini yaşarız.
İşte, bunun için de Safahat, bizim son asrımızın manzum ve didaktik romanıdır. Değişen sahnelerinde, hayatın bütün teferruatı, İslâm’a ayarlamış bir objektifin hassasiyeti ile yakalanır ve yorumlanır. Sonuçta ise kötüden kaçış, iyiye yarış çilesi!...
Bu çilenin mağduru olmanın acısını gideren teselli ise İstiklal Harbi’nin kazanılmasıyla sağlanır. Âkif, bu kazanımı, şiirleştirirken hamasî nutuk atmaz. Toplumun realitesiyle kendi ideallerini birleştirir ve bize bir destan sunar. Gelin yeni bir kabul yıldönümünde aynı heyecan ve aynı duyarlılıkla bu şiiri bir daha içimize sindire sindirne tekrar okuyalım:
İSTİKLÂL MARŞI
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir o benim ancak!milletimindir
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl
Kahraman ırkıma bir gül...Ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,
Hakkıdır, Hakk’a taban, milletimin istiklâl.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın, bana zincir vuracakmış? Şaşarım;
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.
Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın...
Kim bilir, belki yarın..belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı;
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şüheda.
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Rûhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli;
Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli;
Bu ezanlar –ki şehâdetleri dînin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
Zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım;
Her cerîhamdan, İlâhî , boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na’şım!
O zaman yükselerek arş’a değer, belki, başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hirriyet;
Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklâl.