- 830 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
BİR KÖY VAR UZAKTA...(9)
Horozların ilk ötüşleriyle birlikte uyanıyorum.Sağa sola dönsem de gözlerimi kapatmam mümkün değil. Eşim,hala uyuyor.Yataktan fırlıyorum. Pantolonumun fermuarını çekmiştim ki hanım da uyandı.
- Ne o, bu sabah biraz erkencisin? Sığırların derdi olmasın?
- İyi tahmin ettin…
- Ya sen de devlet memuru olmakla kendini bir şey sandın ha. Robin Hodd gibi sağa sola zıplıyon. Boş verseydin…Ağırmayan başını belaya sokuyon. Bırak, kendi dertlerini kendileri halletsinler…
- Sen, öyle şeyleri düşünme.Çözeriz inşallah…Şimdi arılarının yanına kadar gidiyorum.Hem spor yapmış olurum. Sen de ona göre sabah çayını hazırlamaya bak.
Sabah sabah hanımdan fırçayı yedim. Belki de kadın kendine göre haklıydı.Benim başıma bir şey gelmiş olsa yalnız kalacağını,hayatının daha da zorlaşacağını düşünüyor olmalıydı. Zaten tek maaşla kıt kanaat geçiniyorduk.
Tüfeğe mermileri sürüp,dışarıya çıktım.Güneş, daha doğmamıştı. Kızıl bir aydınlanma,karanlığı zayıflatmaya çalışıyordu…Otların üzerinde sabah çisesi,yağmur yağmış izlenimi veriyordu.Ayakkabım ve paçalarım ıslandı, çiseden… Kuşlar,günün ilk rızklarını bulmak için çoktan uçuşmaya ve sabah serenatlarına başlamışlardı bile.Her günün başlangıcında; yaşam,yeniden başlıyor ve akşam olduğunda hüzünler çöküyordu…Dünya, var oldukça bu devinim, böyle devam edip gidecekti.
Kovanların yanına yanaşmıştım ki, çayırların aralarından bir hareketlilik gözlerime çarptı. Ne olabilirdi? Adımlarımı hızlandırdım;bana doğru gelen irice bir kirpi gözlerime ilişti. Beni görünce yönünü değiştirip hızlı adımlarla kaçmaya çalıştı ama iki üç adım sonra yakaladım. Tüfeğin namlusuyla hafiften dokundum. Kendini hemen savunmaya aldı;kafasını dikenli vücudunun içerisinde gizledi. Niyetini çoktan anlamıştım. Allah biliyor ya, gece boyunca benim arıların ifadesini almış,karnını bir güzel doyurmuştur. Arı zararlılarından biri de kirpiydi. Kovanın uçma deliğine burnuyla vurup,arıların dışarı çıkmalarını sağlıyorlar sonrasında da malum…Vücutları,dikenli oldukları için de kendilerini arı sokmasından da korumuş oluyorlar…Neyse,kirpiyi dikeninden tutup,yüz ikiyiz metre arılardan uzakta ormanın içerisine bıraktım…Şimdilik ondan kurtulmuştum ama o,içgüdüsüyle yine dönüp gelecekti,arıların yanına.Bunu,adım gibi biliyordum. Bunun tedbirini almalıydım. Arı kovanlarını iki karış toprak zeminden yukarı kaldırmam gerekecekti.
Bir saat sonra geri döndüğümde;köydeki canlılık,göze çarpıyordu... Köyün sığırları,yaylıma çıkmaya hazırlanıyorlardı.Çoban,elindeki topuzlu değnekle, bağıra çağıra hayvanlara gideceği yönü belirtmeye çalışıyordu. Zaten her taraf ormanlık…Kıraç yer çok azdı.
Eşeklerin üzerinde insana benzetilmeye çalışılmış korkulukla yanıma doğru yaklaşan köylüyle selamlaştım.
-Hayırdır, bu korkulukta neyin nesi.
- Sorma Ziraatçı,ekinler olmaya başladı ya.
- E?
-Domuzlar,tarlalara dadandılar.Başakları yemesinler diye böyle yapıyoz işte.
- Hadi kolay gele.
Sabah kahvaltısını yapmıştım ki; muhtar Hüseyin,aksayarak okulun bahçesinde göründü.Camdan işaret ettim,” içeriye gel”,diye. Dış kapıyı,gıcırtıyla açtı sonra da sınıfın kapısını.
- Buyur muhtar,kaynanan seviyormuş.
- Sağol, ben kahvaltı yaptım.
- Neyse bir çayımızı bari iç.
Çayımı yudumlarken, aklıma değişik bir fikir geldi. Bunca yıldır,köylerde zarar ziyan davalarında çok rapor tuttum.Köylü psikolojisini az çok bildiğimi sanıyorum. Takım elbise ve kravatlı gözükmek, köylünün karşısında avantajlı durumda bırakıyordu. Zaten vatandaş, devletten korkuyor. Bunu için de bu eziklik kompleksiyle kravatlı devlet memuruna saygıda kusur etmemeye çalışıyorlardı…
Muhtarın boyu, kalıbı benim gibiydi.
- Ya muhtar,aklıma bir şey geldi.
- Buyur!
-Senin takım elbise nasıl olsa vardır.Kravatta… Bugünlük emanet olarak takım elbiseni giyeyim. Sığır sahiplerinin karşısına öyle çıkmak istiyorum. Bekçin, bir tane mi?
- Evet!.
-O da yanımda esas duruşta beklesin.Köy ihtiyar heyeti de çevremi sarsınlar. Tamam mı?
-Tamam!
İki saat sonra düşündüğüm gibi oldu. Muhtarın elbisesi de bana iyi yakışmıştı.Siyah gözlükleri de gözlerime taktım. Köy kanun kitabı da koltuğumun altında. Birkaç kez karıştırıp, zarar ziyan müeyyide miktarlarını okudum.
Çok geçmeden beş kişilik bir gurubun köye doğru yaklaştıkları görüldü. Kayınpederimin evinden arakladığım korsan dürbünüyle gelenleri izledim. Hepsinin de omuzlarında pompalı tüfekleri vardı. Muhtara;
- Derhal hepiniz de tüfeklerinizi kuşanın, dedim.
Çok geçmeden çaprazlı fişekliklerle tüfekler tam teşekküllü hazırdı.
Adamlarla karşı karşıyaydık.
- Selamün aleyküm, Sarıçiçekliler…
Ben,atıldım.
- Aleyküm selam,ağalar…Ne o,yaramaz bir durum mu vardır?
- Sığarlarımızı almaya geldik.
- Öyle kolay kolay alamazsınız beyler. Burası dağ başı olsa da karşınızda devletin temsilcisi var. Öyle değil mi muhtar?
Muhtar da şaşırdı.
- Evet Ziraatçı Bey! Sen, devletsin burada. Senin emirlerin geçer sadece.
Sığırlarını almak isteyen köylülere döndüm.
- Beyler,beni dinleyin.Bu zamana dek bu köye yapmış olduğunuz zararlıklar beni ilgilendirmiyor ama bugünden itibaren ilgilendirecek. Elimdeki kanun kitabına göre hayvan başına şu kadar ve toplamında bu kadar ceza ödemek zorundasınız. İtiraz ettiğiniz de ise hapse atılma durumuyla karşı karşıyasınız. Bir telefonumla daha köyden ayrılmadan jandarmaları karşınızda bulursunuz…Bu işin lami cimi yok…
Bekçiye seslendim:
- Bekçi, ceza makbuzunu getir bakalım…
Adamlar,aniden şaşırdılar.İlk kez böyle bir durumla karşılaştıkları belliydi. Onlar da silahlar vardı,bizde de…
Mehmet amcaya ve muhtara yan gözle baktım. Sevinçten havalara uçacaklardı sanki.
Makbuzları, sessizce aldılar. Tepkisiz kalacaklarını sezdiğim için bekçiye:
- Çıkarın bu vatandaşların sığırlarını,teslim edin kendilerine…
Adamlar,arkalarına bile bakmadan köyden ayrıldılar.Bu kuyruk acısı,onlara yeterdi.
Muhtara döndüm, elimi eliyle şaplattım.
- Muhtar,bu takım elbise benim oldu,haberin olsun…
Hep birlikte gülüştük…
DEVAM EDECEK!...
YORUMLAR
Tecrübelerini kaleminin rahatlığıyla birleştirmişsin.
Evet takım elbise bizim insanımızı korkutuyor. Bunu ziyaretlerimde gözlemledim. Artık kotla gidiyorum evlere...Kimse kimseden sıkılmıyor böylece...
Güzel bir bölüm daha okuduk. Bir kaç gün görünmeyince Suzan Abladan dayak yiyip, nete girmeme cezası aldın sandım-dı:))
Sevgiler.
Valla takım elbiseyi de haketmişsiniz hani. Güzel bir bölümdü yine. Yalnız Ziraatçilikle benim anılartımda hiç yer yok. Beşki de bizim köylere görev verilmiyordu.Galiba tam olarak da tarlaya gitmiyorlardı. Sizi buı konudan muaf tutuyorum elbette ama bu işlerde ters giden bir şeyler olduğunu az çok biliyorum. Bence ziraate de önem verilmeliydi. Her alanda Atamın başlamış olduüğu projeler yarım bırakılmış ve çok üzüntü verici. Of çok konuştum yine. Tebrikler Ayhan Bey. Sevgi ve saygılarımla
Çok şükürrr... Sende kurtuldun, okuyucuda...Valla Ayhan büyük bir varta atlatmışsın... "Ceza falan vermiyoruz.Sende nerdean çıktın" deyipte, iki köyün insanı bir olup seni dövebilirlerdi de..
Eser Hanımın uyarısından sonra bahsedilen cümleyi düzelttin heralde...Ben öyle okumadım.
Aman Ayhan dikkat...Eser Hanım o... Uçanı da bilir, kaçanı da...
ayhansarıkaya
Domuz avını da anlataım mı? Ne dersin?
Selamlar...
Ye kürküm ye gibi olmuş. Köy yaşantısını bilmesem de planınızın çok zekice olduğu belli. Kutluyorum. Bu olay da çözüldüğüne göre, sıra domuz avında...:-)
Bu arada küçük bir düzeltme: "Neyse,arıyı dikeninden tutup" cümlesinde Arı yerine Kirpi olacaktı galiba?
Saygılar, selamlar.
ayhansarıkaya
Çok tşk. ederim...