- 1099 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
YALNIZLIK DA ÖLÜR…
Adam kışın kasvetiyle bunalmış evini havalandırmak için camları araladı. Perdeleri gelişigüzel düzeltti. Tedbiren ocağı ve sobayı kontrol etti. Koşu ayakkabılarını titizlikle bağladı. Sırtına geçirdiği anorağın kollarını sıvadı. Antredeki bastoniyerin aynasına bir Clark çekti. Kaşlarını işaret ve serçe parmağıyla şekillendirdi. Saçlarını taradı. Ve baharın ilk cıvıltılarıyla kendini dışarı attı. Evlerinin ön yüzü şehrin izbe sokaklarına, arkası ise uçsuz bucaksız ormana dayanıyordu. Köpeğinin başını okşadı sarsarak. İçinden minnet duydu yalnızlığını paylaştığı için. Köpek anlamışçasına havladı kuyruk sallayarak. Bir gözü yoktu köpeğin. Adam yarı ölü bir şekilde yolda bulmuştu minik bedenini. Fütursuzca çarpan araba yine aynı soğukkanlılıkla kaçmıştı ardına bakmadan. O günden beri birlikteydiler.
Ne acı bir gündü o. Eşini ve oğlunu trafiğe kurban verdikten birkaç gün sonraydı. Oysa ne hayalleri vardı karısıyla. Oğluşlarını en güzel okullarda okutacaklardı. Doktor olacaktı küçük Canları. Askere gidecekti subay üniformasıyla. Annesi harıl harıl helâl süt emmiş bir ev kızı arayacaktı oğlanın tüm karşı çıkmalarına rağmen. Ama olmadı işte. Arkalarından gitmeyi çok istedi adam. Can tatlı geldi Can’ların ardından.
Bahçe kapısından çıktı büyük bir enerjiyle. Son anda gözüne bahçenin ne kadar bakımsız olduğu ilişti. ‘’en yakın zamanda toparlamalıyım buraları. Özellikle de şu beyaz krizantemleri’’. Evin arkasına dolandı. Ormana serilen çiçekli bir yolluk gibi patikadan yürümeye başladı. Yürüdükçe kuş sesleri yakınlaşıyordu müziğe yatkın kulağına. Cıvıltıları notaya çevirmeye başladı ıslığıyla. Bir yandan da gözü adımlarının ritmindeydi. Çiçeklere basmamaya çalışıyordu onca çimeni ezim ezim ezdiğinin farkına varmayarak. Hafiften bir rüzgâr esmeye başladı. Ürperdi. Ağaçlar dallarını şıklatıyordu sanki rüzgârın oyun havasında. Patika yokuş aşağı inmeye başlayınca hızını artırdı adam. Rüzgârı arkasına alıp kendini bıraktı koşan adımlarına.
Neler geçti aklından. 5 yıllık yalnızlığı. Sonsuzluk gibi. Uçurum gibi. Ansızın durdu. Islığını araladı ince çığlık gibi hıçkırıkları duymak için. Sesin geldiği yöne yöneldi. Ne kadar yaklaşsa da gözlerine bir çarpmıyordu doğadan başka. Acaba ağaçların neşesi miydi bu bahara ? Ya da kuşların şöleni miydi kışın ardı sıra ? Başını yukarı kaldırdı. Koskoca bir meşe ağacının en kalın dalına oturmuş bir kadın gördü şaşkınlıkla. Genç kadın boynundaki urganın ucunu dala bağlamış. Yaşlı gözleri kapalı bir şeyler mırıldanıyordu hıçkırıklara karışmış feryatlarla. Atladı atlayacak. Eli ayağına dolaştı adamın. Gayriihtiyari haykırdı kendini hazan yaprağı sanan kurumuş yüreğe. ‘’Heyy!. Sakın yapma ! Yapsaydım ben yapardım o çabaladığın şeyi !’’. Kadın ansızın açtı kocaman gözlerini, daha da büyülterek. ‘’Git buradan!’’ dedi. ‘’Beni kendimle bırak!’. ‘’Hayır!’’ dedi adam .‘’ Bir kez daha hayata fırsat veremem. Üstelik bu kez elime düşmüşken !’’ özenle bağladığı koşu ayakkabılarını topuklarıyla apar topar çıkardı. İçlerine tükürdüğü ellerini birbirine sürerek ovuşturdu. Ağacın gövdesine ivedilikle göz gezdirdi en budaklı yerini bulmak için. ‘’Sakın kımıldama !’’ diye haykırarak tırmanmaya başladı. Bir yandan da söyleniyordu şaşkın gözlerle kendisini izleyen genç kadına. ‘’ dam neyine yetmiyordu. Ne işin var bilmem ki bu …. ağaçta !!!’’… sincap çevikliğiyle kendini kadının tünediği dalda buldu. El çabukluğuyla dala bağlanmış urganı çözdü.bir koluyla kadını ince belinden kavradı. ‘’Yürü!’’ dedi en amade sürgünü emir kipiyle. ‘’Derdini aşağıda anlatırsın ‘’. Nutku tutulmuş, dili felç olmuştu kadının. Şuursuzca adamın kollarına bıraktı yılgın savaşçı bedenini. Birkaç düşme tehlikesi atlatarak çimenleri yaladı çıplak ayakları. Yere basmanın nedametiyle kararından utandı kadın. Ağlamaya başladı yine, hıçkırıklar eşliğinde. Adam duymazlıktan gelerek bir türkü söylemeye başladı, ıslıkla karışık .
‘’Beni neden rahat bırakmıyorsun ?’’ dedi kadın. ‘’Yaşamamın ne anlamı var ki artık !’’. ‘’Söyersen anlarım belki bir anlamı olup olmadığını’’.
- Hiç kimsem yok benim. 6 ay önce evlendiğim eşimden başka. O da bıraktı gitti. Karnımdaki çocukla. Polisti. Kıt kanaat geçiniyorduk küçük yuvamızda. Ama ne mutluyduk ! sonra aniden ölüm haberi geldi. İftira tmışlar, O da beylik tabancasıyla kıymış canına… Benim canıma. 3 gün ölü gibi yattım. Ta ki karnımdaki yavru beni uyandırana kadar. Ama bu saatten sonra ona ne verebilirim ki bu kahpe dünyada. Bırak beni şimdi. Git !...
Adam, gözleri çakmak çakmak gürledi hiddetle:
-Sus ve yürü !. Düş önüme !...
Kendisi bile şaşırdı kendisine. Hiç bu kadar kararlı olmamıştı ölümüne kararlı hayata…
Rüzgârı arkasına alıp uçarcasına indiği bu yokuştan önüne bir can katarak esmeye başladı adam. Eve vardıklarında köpek hala kuyruğunu sallıyordu bıraktığı yerde. Perdeler camların aralığından başlarını çıkarmış efil efil karşılıyordu yeni hayatı. Antre daha bir aydınlık göründü gözüne. Serin havaya inat sobayı yaktı. Çaydanlığı doldurup ocağa koydu. Ateşledi. İki bardak hazırladı tepsiye. Kenarına da oyalı bir mendil iliştirdi özenle.
…
Üç yıl sonra tıpkı kadına benzeyen bir kızın ve tıpkı adama benzeyen bir oğlanın yaşlı köpeğiyle oynayışlarını izlerken buldu kendini aralık pencerede. Kadın krizantemleri suluyordu. Yüzünde tebessümle.
Köpek, hayatı paylaşıyordu artık adamla… Tek gözüyle…
YORUMLAR
Canım benim; ilkkez senin kaleminden böyle bir yazı okuyorum ve hayran kaldım inan.
Güzel kalemini kutlar, başarılarının devamını dilerim.
sevgimle.
gülkurusu
böyle denemelerim çok var...ama hep yeni şeyler asmak istiyorum nedense...
gül yüreğinden eksik olmasın gülücükler :)))
ölür mü gerçekten ?
o zaman hüznün kanatlarında sakladığı denizi kim besleyecek...
Yalnızlık ölür mü gerçekten!
Sevgimle...
gülkurusu
bir sonraki doğana kadar....
çok sevgimle :)