ÖĞRETMEN HİKAYELERİ -1-
İhtiyar mutemet kafasını kaldırmadan, gözlüğün üstünden baktığı haritada işaret parmağını bir noktaya koydu ve:
- İşte burası dedi... Ahmet Ali Obası Köyü...
- Eee.. nasıl gideceğim oraya?
Gözlüğünü burnunun üstüne çekerek:
- Merak etme.. hallederiz.. dedi . Aşağıdaki taksi durağına git... selamımı söyle, seni yola kadar götürsün. Orada beklersin. Üç gibi köyün otobüsü gelir. Biner gidersin.
Teşekkür ederek odadan çıktı. Cebinde o kadar parası olmadığını düşündü. Daha maaş almamıştı ki. Babasından utana sıkıla aldığı son harçlığı da bitirmek üzere idi. En iyisi başka bir yol bulmak diye düşündü. Öğlen vaktiydi. Acele etmeliydi ki köyün otobüsünü kaçırmamalıydı. En iyisi birilerine daha sormaktı.
………..
- Bak dedi yaşlı adam…. gözlerini kısarak eliyle güneşi gölgeleyip. Aha.. şu yolun ilerisinde otobüsler kalkar, eski yoldan Antep arabalarına bin… seni yolda indirirler..
“Allah Allah ..madem bu kadar kolaydı, mutemet neden taksicileri önerdi ki?” diye düşündü
………..
Sonunda minibüste idi. Sıcak iyiden iyiye kendini göstermişti. Minibüs dar yolda ilerlerken, taş duvarlarla çevrilmiş tarlalardaki ağaçlar dikkatini çekti. İlk defa gördüğü bu ağaçların iğde ağacı değil de zeytin ağacı olduğunu sonradan öğrenecekti.
- Hoca… dedi şoför, yavaşlayıp sağa çekerken. Sen burada bekle köy otobüsü üçte gelir buraya.
Teşekkür ederek minibüsten indi. Yol kenarındaki bir ağacın dibine oturdu. Susamıştı. “Keşke yanıma su alsaydım” diye düşündü. Tepelere baktı. Sıcaktan titreyen tepelerde sıra sıra ağaçlar vardı. Toprak hiç görmediği kadar kırmızı idi. Tarlaların etrafındaki taş duvarların aslında tarlaları temizlemek için toplanan taşlar olduğunu fark etti.
- Selamün aleyküm.. hiç beklemediği bu sesle irkildi. Arkasına dönüp baktığında elindeki bastonla, kola şişesiyle ve bu sıcağa rağmen üzerindeki ceketle kendisine bakmakta olan ihtiyarı gördü. Hayırdır evlat… Ne bekliyorsun burada?
- Ahmet Ali Obası’na gideceğim.
- Neresiymiş orası?
- E bu yoldan otobüsü geçermiş. Öğretmenim ben. Tayinim oraya çıktı.
Biraz düşündü ihtiyar.
- Mehmetobası’na gideceksin sen dedi. Yanlış yerde inmişsin. Bu yoldan geri dön.
Battal’ da in. Orada bekle.
Nasıl bir köydü burası böyle. Kimse nerede olduğunu bilmiyordu. Şimdi de bu ihtiyar çıkmıştı. Acaba mutemetin dediğini mi yapsaydı? Tekrar yola çıktı. Bu dağ başında beklemektense ihtiyarın dediği gibi en iyisi orada beklemekti. Hem çok da susamıştı. İlk minibüsle geri dönerek Battal’da indi. Hemen önünde indiği kahveye attı kendini, bir bardak su içti.
Sırtını sandalyeyle karışık duvara yaslayıp, kasketini yüzüne indirmiş uyuklayan adamın yanına selam vererek oturdu. Adam toparlandı, telaş ve şaşkınlıkla.
- Aleyküm selaaaaaam… Hayırdır hemşerim?
- Benim adım Fatih, öğretmenim. Ahmet Ali Obası Köyü’nü arıyorum.
- Heee … Memmet Obası…
- Yok .. Ahmet Ali Obası.. Gülümseyerek devam etti. Nerelisin sen?
- Konyalıyım.
- Hmm.. bak orada üç ayrı köy var… Üçünün birden adı Mehmet Obası.. Sen Ahmet Ali Obası’na gideceksin. Ahmet Ali Obası , Mehmet Obası’nın mezrası, birazdan otobüs gelir biner gidersin. Erdaaaal… iki çaaay.. diye bağırdı sonra.
Erdal iki çayla geldi ve masaya oturdu.
- Hayırdır hemşerim. Sen kimlerdensin…
- Öğretmenmiş… Mehmet Obası’na gidecekmiş.
- Otobüs ne zaman gelir ?
- Birazdan gelir dedi.. Boynunu kahvedeki saate çevirip baktıktan sonra. Sen böyle mi gideceksin köye. Yok mu yatak döşek… Yiyecek içecek almadın mı yanına..
- Bilmem… almadım. Köyde hallederim diye düşünmüştüm
Erdal tam söze başlayacaktı ki…
- Aha da geldi otobüs dedi… Sarı ve turuncu renkli eski bir 302 Mercedes’ti gelen.
Aceleyle otobüsü durdurdu.
- Ahmet Ali Obası’na gidecektim..
- Hee… atla … dedi adını birazdan öğreneceği Kara Mehmet…
Sonunda otobüste idi. Sonunda köye gidebilecekti…