- 2081 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ateşten Gömlek
Evreni insanın emrine musahhar kılan Allah (cc) bununla zorunlu sınav sürecini başlatmış oldu. Yeryüzünün imar ve ihyasını üstlenenlerle, imha ve isyanın gayyasına yürüyenlerin ayrışması için bu gerekliydi… Herkes rolünü tercih edecekti…
Islah mı, ifsad mı? ‘‘Silm’’ de karar kılanlarla, ‘‘zulme’’ meyledenlerin yolu netleşecekti… İnsanoğlu kendi elleriyle ya cehennemi yahutta cennetini inşa edecekti… Gel gör ki; çoğunlukla arzı kan gölüne ve ateş topuna çevirende bizatihi insanın kendisi olmuştur… Bunu nereden biliyoruz?
‘‘İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesat çıktı. Umulur ki dönenler diye (Allah) onların yaptıklarının bir kısmını kendilerine taddırmaktadır.’’ (Rum-41)
Evet fail belli…Arzı kirleten, zulüm, sömürü, talan, kan, tuğyan ve insanın müsebbibi kanlı, kirli ve kinli elleriyle insanın ta kendisi… Yaşamı çekilmez kılan şiddet, terör, anarşi ve kaos bu uygarlığın insanlığa armağanı… Şirazesinden çıkmış bir dünyaya bu sonuçlar belki az bile?
‘‘Size isabet eden bir musibet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah), çoğunu da affeder.’’ (Şura-30)
Günahlar kaos ve kabus olarak daha dünyada iken bize geri dönüyor… İnsanlık günah bombardımanı altında bunalmış durumda… Allah ve Rasulüne savaş açan bu uygarlık insanlığın en korkunç günahıdır… Hiroşima, Nagazaki, Çernobil, Halepçe, Srebrenistan, Felluce faciasının sadece bir yüzü… Kendi ipini çeken de bizzat insanın kendisi oldu… İsyanla intihar arasında gelgitler yaşayan çağın insanı çaresiz…
İktidar fırsatı azgınların elinde terör ve tufana dönüştü… Tahakküm altındaki kitleler takattan düştü… Kerim Kitabımız tam da buna vurgu yapıyor:
‘‘O, iş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise bozgunculuğu sevmez.’’ (Bakara-205)
Ekinleri bozan, nesilleri boğan bu meşum güç küresel ölçekte icra-i faaliyette bulunmaktadır…
Kaostan medet umanlar saltanat ve sömürü sistemlerinin ömrünü uzatma derdinde… Kimileride kaostan konfor, kâr ve kazanç çıkarma telaşında… Uyumsuzluğa uyum…. Düzensizliğe uygun adım, sömürüye devam…
Peki, bu kaos ve karmaşa nedir?
Düzensizlik… Düzensizliği yaymak isteyen güç… Uyumsuz kargaşa ve karanlıktan yana yatırımda bulunmak…
Bu konuda İslam ne diyor?
İslam özü itibarı ile kaos ve karmaşaya son vermek için vardır… Kaostan kazanç umanlar, İslam’ı bir tehdit olarak algıladıkları için onun yolunu kesmek istiyorlar… Ancak ilk gününde de, şimdikilerde İslam kaos ve karanlığa karşı var oluşunu sürdürmektedir…
Belki sorun Müslümanların duruşu ile ilgilidir… Edilgen, pasif bir tutumu tercih etme hali, vahim neticelere neden oluyor… Çözüm, kaos günlerinde içe kapanmak mıdır? Sosyal ve siyasal hayatın dışına çekilmek midir?
Kabuğuna çekilmenin bir izahı gerekmiyor mu? Yeterli güçün olmaması mazeretine karşı olması gereken nedir? Gücü oluşturmanın yollarını aramak değil mi?
Her şeyden önce Müslümanlar kendi aralarında imanın sevgiye ve güvene dönüşmediği bir karmaşa yaşıyorlar… Bu musibeti atamamanın sonucudur ki; sevgisizlik ve güvensizlik içten içe kaosu besliyor… Nefret, haset, ihanet habis bir ur gibi bünyeyi kemiriyor… Kaos karşısında acziyetin, düşman karşısında zaafiyetin nedenini burada aramak lazım…
Kaostan direniş çıkarmaları gerekirken Müminlerin kaderlerine küsmüşlüğüne anlamak çok zor… Yoksa Endülüsü unutan bu ümmet, ikinci bir Endülüs musibetine mi maruz kalacak?
Öncelikle Müslümanların kendi iç dünyalarındaki kaos ve karmaşayı tahlil ve teşbih etmeleri gerekiyor… Nedir bunlar?
Zihinsel donukluk… Ruhsal yorgunluk… Yön ve yöntemde bulanıklık… Pratikte belirsizlik… Yürekte boşluk…
Kalpteki boşluk, vesveseye açılan kapılar… Vesvese nedir? Kalbe serpilen şer tohumu… Yüreğe yapılan münker aşısı… Ruha musallat olan şeytani komplo… Kalpte boşluk oluşmaya görsün; evham, korku, kuşku, kaygı, kuruntu yığılı verir…
Kalp mihverinde şaşınca hidayet körlüğü başlar… Yani yanlış yollara sapıp kendini doğru yolda sanma şaşkınlığı… Yanlış yerde durup doğruları dillendirmek veya doğrular üzerine oturup yanlışlar yapmak, yadsınmaz olur…
Yön, yöntem ve yolda bulanıklık… Bu gün Müslümanlar olarak bulanık bir çağın baskısı altındayız… Zihinler, yürekler bulanık… Dolayısıyla kıble bulanık görülüyor… Kitab bile bulanık görülmeye başlandı…
En kolay anlaşılan Kitap, anlaşılmaz oldu… Örülen hurafe duvarı, sis perdeleri, şifreli yorumlar, gizemli kabuller dini içinden çıkılmaz hale dönüştürdü… İslam’ın aydınlık yüzü tanınmaz hale geldi… Yol, yordam seçilmez oldu…
Zihinsel donukluk… İşlevsel akıl donuk… Detaylara takılı kalınca vahyin ışığına mesafeli durunca fasid bir daire içinde bocalayıp duruyor… Üretemeyen, sorgulayamayan, çağını okumayan, muhakeme yetisinden yoksun, fonksiyonsuz bir adalete mahkum… Düşünce kodları batılı fikri ve felsefi akımlara programlanmış bir akıl, özgün ve özgür olmaktan uzak güdümlü ve güvensiz bir yerdedir…
Ruhsal yorgunluk… Ruh dünyamız dinamik ve dayanaklarını yitirince yorgun düştü… Ruhu besleyen takva, huşu, ihlas, ihsan aşınması oranında ruhsal çözülmelerin yaygınlaştığı görülüyor…
Kasvet, gaflet, rehavet, baskısı altında bocalayan ruh destek almadığı zaman karamsarlık, kararsızlık,tutarsızlık, illetine maruz kalıyor…
Yenilgi travması, aşağılık kompleksi, özgüven kaybı iç bünyeyi çürütüyor… Şuan yaygın olarak gözlemlenen moralsizlik, aldırışsızlık, heyecansızlık başka nasıl izah edile bilir?
Pratikteki belirsizlik… İnsan vahyin sağlam doneleri ile hayatın sağlamasını yapamayınca sürekli bir bocalama ve belirsizlik girdabında çırpınır durur… Vahyin perspektifliğinde pratik netleşmeyince olguların sürüklemesi ile yaşam içinde çıkılmaz bir hale dönüşür…
İnsanlar hazırcı, şimdici, hazcı, dünyacı, konforcu, çıkarcı bir yaşamın kıskacında tükenir giderler… Pratikteki belirsizlik ve bilinmezleri netleştirecek bir yol haritasına gereksinim var… Değerleri, doğruları, ilkeleri, hedefleri belli bir harita… Zihin haritasını netleştirecek bir harita…
Bunu için öncelikle kafa karışıklığını çözmek gerekiyor… Pozitivist, popülist, rasyonalist baskılardan, müdahalelerden arındırılmış zinde bir zihinde vahyin engin deryasına yoğunlaşmak gerekiyor…
Kavram karmaşasını sonlandırarak yani bir dil yani vahyin dili ile insanı, eşyayı, evreni tanımlamamız kaçınılmazdır… ‘‘Raina’’ diyen, ‘‘ünzürna’’ demekten kaçınan; ‘‘hıtta’’ demekten imtina eden fakat ‘‘hınta’’ demekte acele eden İsrail oğullarının kavramlar üzerinde yürüttüğü isyanı tesbit ederek yola çıkmalıyız…
Vahiyle netleşen bir zihinle, vahiyle beslenen etkin bir akılla, vahiyle titreyen selim bir yürekle, vahiyle donanan sağlam bir ruhla, vahiyle arınan bir nefisle vahiyle direnen bir hayata hülasa vahiyle yürüyen bir kimlikle kaos ve karmaşayı yene bilir, tüm süreçleri lehimize çevire biliriz…
Tüm belirsizliklere, bulanıklıklara, boşluklara yönelik net cümleler kurmalıyız… Güzel ahlakımız, adil duruşumuz, kararlı yürüyüşümüz, farklı yaşam modelimiz ile insanlığın umudu ve vicdanı biz olmalıyız…Ortaya koyacağımız model sadece kendimiz için değil bütün yer küre için aciliyet arzediyor… Şahitliğimize, halifeliğimize, varisliğimize, imamlığımıza döndüğümüz zaman bu mümkün olacaktır…
Efendimiz (sav) şu nebevi tesbitinden şaşmamak şartı ile:
‘‘Kaos ve karmaşa zamanlarında İslam’ı yaşamak bana hicret etmek gibidir.’’ (Müslüm)
‘‘İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki; İslam’ı yaşamada sebat etmek avuçta kor ateşi tutmak gibidir.’’
İslam ateşten bir gömlekte olsa giymek zorundayız…
İslamsız bir hayat, asla kabulümüz değildir... Haklısınız değerli Ramazan Kayan hocamız, teşekkürler ediyoruz irşarlarınız sebebiyle.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.