BU GÜN BENİ ÇOK ÜZDÜN SENİ AFFETMİŞ DEĞİLİM
Eski,köhnemiş sokağa birde yaz güneşi vurmuş tamda tepeden. Hayatımdaki hiçbir şeylik birkez daha çöktü boğazıma. Bir araba geçti hızlıca,sokağın iki kenarındaki kurumuş çamurlardan tozlar uçuştu. Araba çoktan uzaklaşmıştı. Şimdigeçerken hızla kaynaştırıp kaldırdığı tozlar, yavaşça sıcak asfalta inmeye çalışıyordu,döne döne. Bir kedi çıktı her nereden çıktıysa,sarı alacalı bir kedi. Bezgin bezgin yolu ortaladı. Hiç acele etmeden yolun orta yerinde oturup birgüzel temizlendi. Köşeden yine bir araba göründü. Kedi yine pek istifini bozmadan hafifçe toparlanır gibi oldu. Hiç acele eder bir hali yoktu. Araba yaklaşıyordu. İçimden bir bulantı geçti olabilecekleri düşününce, sonra yoğun bir heyecan. kedi yaklaşan arabaya bir an baktı, sonra hızlıca karşıki duvara koştu, tırmanıp kayboldu. Şimdi yine tozlar...
Aradan on dakika geçti, hafif bir yel esti, karşıki bahçedeki kavaklar şöyle bir titredi.
Aklımdan başka yerlerdeki insanlar geçti. Mesela deniz kenarındakiler. İçimde önce tatlı bir heyecan, bir erişemezlik ensonunda da bir mutsuzluk. Yine mutsuzluk. Şimdi heryer bu sokak gibi ıssız değildir. Çarşıda işlerinde, koşuşan insanlar, arabalar...O cıvıltı geçti içimden. İçeri girdim. Bu gün herşey daha bir bezgin, televizyonda da birşey yok. Beyaz duvarlar birden kararıp üzerime gelmeye başladı, nefesim tıkandı, kendimi balkona zor attım. Sinirli sinirli etrafa gözattım. Uzaktan bir bisikletli göründü, hafif sırıtır gibi oldu. İçimden "ah bir bulaşsada aşağı inmeye hiç üşenmeden, şunu bir güzel dövsem" diye şiddet duyguları geçti. Başı önde, yavaşça pedalları gıcırdata gıcırdata geçti gitti. Böyle zamanlarda nedense kimse bulaşmaz. Her şey hiçlikle yitip gidiyor. Şimdi ben varmışım, yokmuşum ne fark eder? Kime ne hayrım, ne zararım var? Hiçim işte hiç.
Birden tuvalete gitme ihtiyacı hissettim, sinirim bozulunca bu ihtiyacım iki katartar. Günde kaç kez giriyotum şu tabut kadar yere. Her seferinde de mavi fayanslardaki huzurla, kahverengi ağaç kapının içsıkıntısını görüp bu çatışmadan hayrete düşüyorum.
Dönüşte dolabı açıp bir bardak su aldım. İçimdeki ateş susuzluktan değil oysa. İçine birkaç parça buz attım. Suya düşen her buz parçası ilk önce çatlıyor, tıp tıp diye sesler çıkarıyor, daha sonrasuyun yüzeyine çıkıyordu. Gelip yine balkondaki sandalyeme oturdum,suyumdan bir yudum aldım. Buz gibi su, içimin dingin, tatlı rehavetinde terör havası estirdi. Suyun boğazımdan geçip mideme kadar olan yolunu hissettim. Sindirim sistemim suya alışıyor olmalı ki ikinci yudum daha bir farkettirmeden indi. Suyu içmeyi hiç canım istemiyordu. Aldığım her yudum su, yüzüme çarpan soğuk ve kocaman bir dalga hissi uyandırıyordu, nefesim kesiliyordu.
Hayatım boşalmış,hevesim gitmiş,uluorta kalıvermiştim. Şimdi dört elle sarılsam hayata... Neresinden başlamalı, neler yapmalı? yoksa bunun için de mi çok geç?
Birden çok derinden bir telefon sesiyle irkildim. İkinci seste anladın ki benim telefonum. Biraz önce verdiğim sözleri unutarak, koşa koşa gidip açtımtelefonu. Evet beklediğim ses... Tatlı bir şeyler söyledi, bir süre öylece dinledim. Sonra pek birşey söylemeden ve de inanmış görünerek kapadım. Gerçekten inanmış mıydım? Hayır. Ama neden itiraz edeyimki ? Biraz önceki halimden daha iyi değil miyim? hem nasıl olsa alışırım.
Şimdi yüzümde belli belirsiz düşünceli bir gülümseme yine balkondayım. Daha bir huzurlu göründü her şey gözüme. Mutlu değilsemde... Olsun, karamsarda sayılmam. Enazından beni düşünüyor diyorum ve bardağımda kalan bir parça buzu ağzıma alıyorum. Ve yine aynı kedi, sarı olan. Evet evet gülümsüyorum "aptal hayvan" diyorum,oysa aklım çoook uzaklarda...