- 1040 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Kavak Ağacı
Cevdet Bey, karısını toprağa verdiğinden bu yana altı yıldır yalnız başına yaşıyordu koca evde. Ama artık kendisi de iyice yaşlanmış, birçok işini kendi başına yapamaz olmuştu. Altı yıldır onu bu küçük kasabadaki evine çivileyen inadının tek sebebi, 48 yıl boyunca aynı yastığa baş koyduğu ve çok sevdiği karısının hatıralarıydı.
Yeniden duvarda asılı saate baktı. Dokuzu geçiyordu. Az zamanı kalmıştı. Birazdan şehirdeki damadı Erhan gelip onu arabasıyla evlerine götürecekti. Kızı çalıştığı bankadan izin alamamıştı. Bu yüzden kendi işinin patronu olan damadı Erhan yalnız gelecekti.
Bu onun son günüydü bu evde. Günler öncesinden yapmıştı hazırlığını.
Mutfaktan az önce pişirdiği kahvenin kokusu geliyordu. Yemek için masaya koyduğu iki dilim kepekli ekmekle taze peynir öylece duruyordu masada. Canı istememişti. Böylesi yoğun duygular içerisindeyken yutacağı her lokmanın boğazına takılıp kalacağını biliyordu.
Kahvaltı tabağının yanında açık duran ve her sabah aksatmadan aldığı kasabanın yerel gazetesinin ölüm ilanları sayfası görünüyordu. Son zamanlarda en önce okuduğu sayfa buydu. Ne çok arkadaşı göçüp, göçüp gitmişti. Karısından sonra zaten iyice hayattan kopmuşken, ölüp giden akranlarını duydukça, artık kendi sırasının da geldiğini düşünüyordu. Bu evde ölmeyi çok isterdi. Kızı da olsa kimselere yük olmak istemezdi de, artık tek başına banyoya girip çıkması bile sorun olmuştu. Bu yüzden de kızının ve damadının tekliflerine ve ısrarlarına karşı duramadı. Yine de huzurlu değildi. Onlara yük olmaktan, aile huzurlarına rahatsızlık vermekten korkuyordu.
Dün gece gözüne uyku girmemişti bu yüzden. Hatta her şeyi en ince detayıyla düşündüğü için, öldüğünde mezar taşına ne yazılması gerektiğini bile not etmişti de, şimdilik kimseler görmesin diye saklamıştı onu. Ama dün gece sakladığı yazılı kâğıdı bu sabah nereye koyduğunu unutmuştu. Aramadığı, bakmadığı yer kalmadı. Bunun verdiği can sıkıntısıyla bir odadan diğerine girip çıkıyordu.
Sonunda pes etti. “Sonradan bir yerlerden çıkarsa ne âlâ, çıkmasa da yeniden yazar unutmayacağım bir yerde saklarım” dedi, kendi kendine.
Hem öyle uzun bir yazı da değildi yazdığı.
“Bunu yazan muharrir oldu bir rüzgâr
Kendi gitti ismi kaldı yadigâr”
Kahve fincanını suyun altına tutup yıkayıp temizledi.
“Artık kahvemi de, yemeğimi de kızım yapacak” dedi sessizce.
Bir yastığı alıp bahçe kapısına bakan pencereye yöneldi. Yastığı kollarının altına alıp pencereden dışarıyı seyretti. Son bir kez evinin önündeki küçük bahçesine, karısıyla sıkça oturdukları verandaya bakarken gözlerinden yaşların akmasına engel olamadı. Kendi elleriyle diktiği koca kalın gövdesi ve uzun boyuyla gökyüzüne ihtişamla uzanan kavak ağacı bile sanki bu günü beklemiş gibi, üç gün önce esen sert bir rüzgâra boyun eğmiş ortasından kırılıp bahçeye uzanmıştı boylu boyunca. Yapabileceği bir şey yoktu. Dün tanıdığı bir marangozla anlaşmış ve yine marangozun ısrarlarına dayanamayıp az bir para karşılığında kendisine satmıştı. Kendisine kalsa para falan istemeyecekti. Bugün gelip kökünden söküp götüreceklerdi.
Aynı gün kendi kökleri de bu evden sökülüyordu.
Çok geçmeden marangozun iki adamı traktörle bahçe duvarının önünde durdular. Ellerinde balta ve elektrikli testereyle bahçeye girip yerdeki kavak ağacının başına dikildiler.
Pencereden kendilerini izleyen Cevdet Bey’in gözleri önünde tecrübeleri ve el becerileri ile birkaç dakika içinde işlerini bitirmiş, kocaman kavak ağacını, kalın gövdesini ayrı, dallarını ayrı istifleyip traktöre yüklemişlerdi.
Gelenlerden birisi, Cevdet Bey’e dönüp:
-Cevdet amca, biz dalları falan da traktöre yükledik, ama senin şehre gideceğini bildiğimiz için. Yine de, odun olarak almak istiyorsan bırakabiliriz burada.
-Hayır, hayır, ne işime yarar benim bundan sonra. Hepsini alabilirsiniz, dedi. Sonra merakla sordu marangozun adamlarına. “Gövdesinden çıkacak olan tahtalarla ne yapacaksınız?” diye sordu.
-Bilmem, dedi birisi. Belki bir masa, belki bir dolap. Neye uygun olursa artık.
-Bence kavak ağacının tahtalarından tabut yapın. Siz yapmasanız da bir tabutçuya verin onu. Kavak ağacının tahtalarına ağaç kurdu girmez kolay kolay. Uzun süre ağaç kurtlarına karşı korur kendini ve de içindekini, dedi.
Tüm bu hüzünlü ve sevimsiz şeyler adamları üzmesin diye de, gülümseyerek söyledi bütün bunları.
Şimdi yıllar önce kendi elleriyle diktiği kavak ağacının köklerinin yerinde kocaman çirkin bir çukur duruyordu. Kendi kendine ağacın kaç yaşında olabileceğini hesaplarken, ve traktör henüz hareket etmemişken, damadı Erhan’ın arabasıyla evin önüne yanaştığını gördü. Toparlanıp çıkmaya hazırlandı.
Kapıya çıktı. Damadıyla gülümsediler karşılıklı.
-Her şey tamam mı babacığım, dedi Erhan. Biliyorsun fazla zamanım yok. Şimdi gidelim, geri kalanı bizim elemanlar kamyonetle gelip alacaklar.
-Biliyorum, biliyorum. Söylemiştin. Ben tüm hazırlığımı yaptım önceden. Şimdilik sadece bu bavulumu alıyorum. Gerisini senin elemanlar yapar.
-Harika o zaman. Çok teşekkür ederim. O halde hemen yola koyulalım. Ben de işimi çok fazla aksatmamış olurum, diyerek kapının yanında duran bavulu aldı arabaya doğru giderken arkasına baktı. “Kendin gelebilirsin değil mi, istersen bekle yardım edeyim”, dedi Cevdet Bey’e.
-Gelirim canım. O kadar da değil yani. Şükür yürüyebiliyorum kendi başıma, dedi. Sonra kaldı olduğu yerde. “Hay Allah, Pencereyi kapamayı unuttum.”
Bavulu arabanın bagajına yerleştiren Erhan:
-Önemli değil babacığım, öğleden sonra bizimkiler gelecek nasılsa. Onlar kapatırlar. Haydi, daha fazla beklemeyelim.
Cevdet Bey, attığı her adımda yıllarını geçirdiği bu evden uzaklaşırken, sanki ayakları toprağa gömülüyormuş gibi, zorla atıyordu adımlarını. Bahçe kapısına gidinceye kadar eliyle dokunmadığı köşe, ağaç, çiçek kalmadı. En son bahçe kapısının pervazını öperek eliyle okşadı veda eder gibi. Sonra arabanın ön koltuğuna oturdu ve Erhan’ın yardımıyla emniyet kemerini bağlayıp derin bir nefes aldı.
Bir şeyler söylemek istedi, söyleyemedi. Yutkunamadı bile. Boğazına düğüm atılmıştı sanki.
Erhan da anlamıştı Cevdet Bey’in ruh halini. Zor olduğunu biliyordu. Bu hüzünlü havayı dağıtmak istercesine:
-Kavak ağacını vermişsin ha, birilerine? Ne güzel işte. Birileri faydalanır hiç olmasa, dedi.
Cevdet Bey, derin bir nefes aldı. Biraz durakladı. Sonra zorla da olsa kelimeler ağzından döküldü.
-Sence kavak ağacının tahtalarını nerde kullanırlar? Dedi.
Yıllarca karısıyla birlikte yaşadığı evden hızla uzaklaşırlarken…
YORUMLAR
Hazin bir öykü ama Cevdet bey en iyisi kendi evinde kalsaydı bence daha özgür ve daha mutlu olurdu bana göre karar yanlış..
Kızı damadı varsa torunları onu ziyarete gelirler , ellerinden öperler ve onu yanlız bırakmazlardı..
sevgiler..
Hüseyin Akdemir
Saygı ve sevgiyla kalın...
kavak ağacının tahtaları mezarda leht ağacı olarak kullanılır....dost.....çok güzeldi saygılar
Hüseyin Akdemir
Kavak ağacı konusunda haklısın da, ama o kendi elleriyle diktiği, baktığı, büyüttüğü ağaç işte. Tabut için elverişli olmadığını bilse de, ille de ona tutunmak, ona sarılmak ister yine de.
Saygı ve sevgilerimle...
Çocuklar büyükleriyle yaşamaktan hep mutlular..Kendi yaşantımdan biliyorum.Peki yaşlılar...Onlar sevilmekten mutlular ama topraklarından ayrılmaktan değiller.Hep içlerinde biryerlerde özlem var.
Güzel bir öyküydü belkide geleceğimizdi ..Kimbilir..
Selam ve saygılar
Hüseyin Akdemir
Sabah uyandığında şöyle demişti bir keresinde:
Buraların köpekleri bile bizim oradakiler gibi havlamıyor:))
Zordur insanın köklerinden kopması.
Teşekkürle İnci Hanım.
Saygı ve sevgiyla kalın...
Cevdet bey kızının yanındada rahat edemez... Yanılmayı çok isterim ama fazla da yaşamaz...Kendi kavak ağacından
yaptıkları tabutla kaldırırlar cenazesini...
İnsan yükü ağırdır...Kendi öz evladına bile...
Çok gerçekci su gibi bir öyküydü...
Selamlar tebrikler...
Hüseyin Akdemir
Yine burdasınız, yine sayfamdasınız.
Kadirşinas kişiliğinize saygılar diyorum sadece.
İyi günde kötü günde beraberlik için imza atılıyor ama yalnız ölüyor insan. Kanadı kırık eşler o kadar çok ki. Benim babam da hayat arkadaşını uzun yıllar önce kaybedenlerden biri. Hüzünlü bir öyküydü. Ağaçlar da insanlar gibi ölüyor. İki cansızın hazin buluşması. Tebrik ederim usta kalem. Saygı ve selamlarımla...
Aysel AKSÜMER tarafından 3/10/2011 3:06:03 PM zamanında düzenlenmiştir.
Hüseyin Akdemir
Teşekkürler Aysel Hanım
Saygı ve sevgiyla kalın...
Akçay'da oturduğumuz yıllarda, babaannemle aynı evi paylaşıyorduk. Anneannem, bizlerle oturması için yapılan tüm ısrarlara rağmen kendi evini açmıştı, Edremit'te. Okuldan o'na giderdik, öğlen yemekleri için. Beyaz örtüsünü kulaklarının arkasına atar, hevesle bizi karşılardı. Sağlığı bozulunca, evini kapatıp yanımıza taşınmak zorunda kaldı. Biz, çok mutluyduk ama o değildi. Birşeyler eksilmişti, anneannemden. Sanki ufalmıştı. Eskisi gibi dik, azametli, heybetli değildi görüntüsü.
Öykünüz bana rahmetli anneannemi anımsattı. Cevdet Bey'in acısını, belki bu yüzden, yüreğimde hissettim. Kelimelerinizin gücü eşliğinde, tabi ki.
Teşekkür ediyorum. Saygılarımla.
Hüseyin Akdemir
Beğeniniz için de ayrıca teşekkürler
Saygı ve sevgiyla kalın...