SENSİZ İLK GECE
Sevgili eşime...
Bir daha gitme....
Dış kapıyı açıyorum, anahtarın fireği açarken çıkarttığı ses bile bugün bir garip. Öksüz çocuğun sessiz ve derinden hıçkırıkları gibi. Buz gibi bir yalnızlık yüreğimden alıyor, derinliklerine çekiyor. Adım adım parke taşlarına sinen buruklukta, odaların duvarları kimsesizliğimi kahkahalarla fısıldıyorlar. İçim bir tuhaf oluyor. Evde kalmakla kalmamak arasında bir gelip bir gidiyorum.Neden olduğu belli olmayan bir telaşla odaların kapılarını aralayıp içlerindeki öksüzlüğü soluyorum...
Bu ilk uzun süreli ayrılışımız. Yirmi küsur senelik beraberliğimizde, hiç bu kadar ayrı kalmamıştık.Kızlarımızın yanına gitmek için daha otobüse binmeden, bütün terminal öksüzlüğüme şahit oluyordu. Ben yaşadığım burukluğu belli etmemeye çalışsam da, o yılların verdiği tecrübeyle anlardı benim hüzünlerimi, sevinçlerimi.<Böyle üzülürsen ben de rahat edemem orada> diyor. <Hayır üzülmüyorum, merak etme. Sen kucak dolusu selam, gönül dolusu sevgi götür onlara.>diyorum . Ama ikimizde üzülmediğim sözünün yalan olduğunu biliyoruz. Otobüs ayrılığın homurtularıyla yol almaya başladığında, ardından sürüklenen gönlüm, yolların tozuna karışmıştı bile. El sallarken gözlerinden sızan yaşların yanaklarında ışıldadığını görüyorum. Bir şarkının sözü gibi <Gitmek mi zor, kalmak mı zor. >
Gece, şehrin üstüne siyah yorganını sermeye başladığında, içimdeki öksüzlüğün damarlarımdaki kanı yakmaya başladığını hissediyorum..Şehrin kaldırımlarına çöken yalnızlık, her karesine sinmiş öksüzlüğünü beynimin en girift noktalarına kadar taşıyor, düşüncelerimde yarattığı bulanıklıkta, içim daha da sıkılıyor..
Canım istemese de evdeyim işte. Işıkları yakmadan bir müddet balkonda geceyi dinliyorum... Yıldızların göz kırpışlarında huzur arıyorum...Bulmak ne mümkün. Giderken huzuru burada bırakmayı unutmuş olmalı. Ana yüreği işte..Telaştan unutmuştur garibim..Televizyon saçma sapan geliyor. Kitap okumaya çalışıyorum. Gözlerim satırlarda gezerken zihnim kitabın sayfalarından dışarı fırlayıp meçhullere gidiyor. Anlamadan okumanın da faydası yok. Yatıyorum, ama yatak, ısırgan otu gibi bütün bedenimi sarıyor...Göz kapaklarımın ağırlaşmasına rağmen uyumak için çalışsam da sanki anaforda kalmış gibi dönüp duruyor, bir türlü uykunun dinlendiren huzurunu bulamıyorum...Tavan üstüme üstüme geliyor,duvarlar rayların üstünde hareket eder gibi yaklaşıyor... Benliğim bir örsün üstünde dövülüyor. Evin her odası,her eşyası sırıtık çehrelerle kimsesizliğimi haykırıyor...
Balkonda, gecenin sessizliğine, koyulaşan karanlığına inat, çakmağın küçük <çıt> sesiyle, duman duman efkar üstüne efkar katıyorum yalnızlığıma...Bahçeyi, çiçekler arasına bağdaş kurmuş kimsesizliğimi seyrediyorum. Onun gözü, her zaman benim üstümde, hep arsız arsız sırıtışını hissediyorum. Biliyorum,fırsat kolluyor. Yıllardır sırtımda taşıyıp da bir türlü dost olamadığım kimsesizliğim, bu gece koynumda yatacak. Düşüncelerimden üşüyorum.. Vazgeçiyorum yatmaktan Uzaktan bir yerden ezan sesi duyuluyor...Ben öksüzlüğüme, geceyi kundak etmeye çalışırken, güneş yeni güne< merhaba> diyor.
Onsuzluğa açılan kapıdan, yine onsuz çıkarken, kimsesizliğimi gönül heybeme yol arkadaşı ediyorum...