- 750 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Mahzen
‘’Burası Bizans devrinde şarap mahzeniymiş. Sonra bir Osmanlı paşası burayı zindan yapmış. Öyle adi suçluları filan değil, basbayağı Cenevizli, Venedikli esirleri koyarlarmış. Beş esir içeri atarlarmış, dışarı bir, bilemedin iki tanesi çıkarmış. Eşraftan birisi buranın adını ‘Allah’ın olmadığı yer’ koymuş, onu da içeri atmışlar. Söylentiye göre onu da bir daha gören olmamış.’’
Mahzeni bana gezdiren Mesut’un çenesi epeyce düşmüştü. Anlattığı olayları doğrulamanın hiç bir yolu yoktu ama bu o kadar da önemli değildi. Yeterince kalırsam ben de bunlara bir iki tane ekleyebilirdim.
‘’Burayı ne için kiralamak istediğini söylemiştiniz?’’
‘’Kendim için kiralayacağım. Bir süre sessizce çalışmak istiyorum.’’
‘’Ne iş yapıyorsunuz ki?’’
‘’Yazarım.’’
Mesut durakladı. Anlamıştım.
‘’Romanlar yazıyorum. Aşk romanları, tarihi romanlar filan. Belki okumuşsundur ‘Bir Deli İbrahim’in Günlüğü’?’’
‘’Yok, okumadım. Padişah olan İbrahim mi bu?’’
‘’Evet, onun.’’
‘’Okumadım.’’ Sonra çevresine bakınıp:
‘’Burasının size gerçekten uygun olduğunu düşünüyor musunuz?’’ diye sordu. ‘’Hiç bir penceresi yok, ışık almıyor. Gözlerinizi bozmayasınız bu karanlıkta.’’
‘’Yıllarca kütüphanelerde bozulmadı; burada da bir şey olmaz, merak etme. Hem anlattıklarına bakılırsa, epey ilham verici bir yer burası.’’
‘’Buradan da bir roman çıkarır mısınız?’’
Heyecanlanmıştı. Omzuna dokundum.
‘’Bir yerleşeyim önce. Sonrasını düşünürüz.’’
...
Tamamen taşınana kadar mahzende yaşamaya başlamadım. Açılış günü geldiğinde küçük bir bavulla evime girdim. Bir zamanlar hücre olan yatak odama bavulu bıraktım, mahzeni alıcı gözle bir daha gezdim. Evimdeki küçük turum salonda son buldu. İlham verici, istediğim gibi bir mekan olmuştu.
Salonun bir çok yerine büyük, kalın mumlar koymuştum. Onları yaktım. Bir süredir sakladığım bir şarabı açtım. Sonra yeni evimin şerefine aldığım Von Biber’in diskini dinlemeye hazırlanıyordum ki, kapı vuruldu. Müzik başlamış olsa duymazdım ama şimdi içindeki eşyalarla bile hala boş duran mahzende kapı tokmağının sesi yankılandı. Yapacak bir şey yoktu, kadehi bırakıp kapıya yollandım.
Açtığımda karşımda otuz yaşlarında bir kadın buldum. Kasabalılardan biri değildi. Kısa saçlı, mevsim için biraz ince kalan deri ceketliyle, boyu hemen hemen benimki kadar olan bir kadın. Bir süre birbirimize baktık. İkimiz de söze önce başlamak istemiyorduk. Yine de dayanamayan o oldu.
‘’Burayı siz mi kiraladınız?’’
‘’Sizce?’’
Biraz geri çekilip içeriyi görmesine izin verdim. O da boynunu uzatıp bakmaktan çekinmedi.
‘’Güzel olmuş, mahzenin atmosferini yakalamışsınız.’’
‘’Bir zindanın atmosferini mi? Hedefim bu değildi ama madem öyle diyorsunuz...’’
Bana baktı:
‘’Beni içeri davet etmeyecek misiniz?’’
‘’Niye?’’
‘’Akşamın ileri bir saatinde kapınız çalınıyor, kasabalı olmayan bir kadın geliyor ve siz onun ne istediğini öğrenmek istemiyor musunuz?’’
Ona daha dikkatli baktım. Gözleri yeşildi. Hafif çilleri vardı. Dudaklarına şarap rengi bir ruj sürmüştü. Güzel gülümsüyordu.
‘’Hayır’’ dedim ve kapıyı kapattım.