- 1270 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yağmurlar Yüzünden
Yağmurları bol şehir: İnce uzun yağmurlar, dik iri yağmurlar, eğri sık yağmurlar. Üşüten, serinleten yağmurlar. Hayatı sekteye uğratan, işi gücü umursamayan, planları altüst eden yağmurlar. Yolcuları gurbete mıhlayan, sevgilileri ayrılıkla korkutan, kocalara evin yolunu unutturan yağmurlar. Çekilen özlemlere, duyulan hasretlere kayıtsız yağmurlar.
Babaların şemsiyesiz dolaşmadığı, kadınların kapı önlerine çıkamadığı, çocukların yağmurluklarıyla futbol oynadığı bu şehir bize yeni bir başlangıç sunacak; kocam kumarı bırakacak, kadınlara gitmeyecek, bana iyi bir koca, çocuğuna iyi bir baba olacak. Söz veriyor. Kötü alışkanlıklar geride kalacak. Yeniden başlamaya hazır artık. Adam gibi bir iş tutacak, vaktini saatini bilecek.
Bir daha üzülmeyeceğim. Bir daha ne olursa olsun üzmeyecek beni. Ağrım sızım kalmayacak. Birlikte bu hayatın üstesinden geleceğiz ve bu hastalığı yeneceğiz. Birbirimize inandığımız sürece neler yapacağız neler. Şehirlerin enerjileri vardır. Burası da bize iyi gelecek. Sen yanımda ol yeter.
Yanında oldum. Tüm kalbimle inandım ona. Yeniden yalanlara başladığını sezdiğimde bile inandığımı bilsin istedim. Düzelmesi için elimden geleni yaptım. Düzelmedi. Bu şehirde düzelecekti ama yağmurlar düzelmesine izin vermedi. Şöyle bir kahveye uğradığında yağmur bastırdı. Eve ekmek süt lazım olduğunda, çocuk ateşlendiğinde, ben bayıldığımda yağmurlar yüzünden gelemedi; kumar masalarında sabahladı. Arkadaşları bu havada yola çıkmasının aptallık olduğunu söylediler, evdekiler bir şekilde başlarının çaresine bakar, dediler. Keyfine bakmalıydı. Hem çıksa da bu kafayla evin yolunu bulamazdı. Bir çukurda ölür kalır, kimsenin ruhu duymazdı. Kafasının içinde sanki bir dolap fır fır dönüyor, nesneleri dörder dörder görüyordu. Yine fazla kaçırdı işte. Fazla kaçırdığını kabul ediyor. Yağmurlar yüzünden böyle ölçüsüz içiyor. Bu vaziyette eve nasıl gitsin. Evdekiler bir şekilde başlarının çaresine bakar artık. Garsona sesleniyor. Karısına biriyle haber gönderse iyi olurdu ama bu yağmurda kimi bulsun. Kimse o çöplüğe girmez bu havada. her yanı bataklık, giren bir daha çıkamaz. ‘Burası yaşanacak yer değil,’ demişti karısı, ‘her yer uzak buraya, hastaneler, marketler bir dünya yol.’
Garson bir duble daha getirip koydu önüne. İçmekten başka ne yapabilirdi. İçmezse sabahı edemezdi. Karısı köhne diyor buraya ama köhne değil. Yeni bir oyun kuruluyor, kartlar dağıtılıyor. Dışarıda, ancak aptalların göze alabileceği bir yağmur yağıyor. Kaldırımlar iri damlalar yüzünden aşınıyor. Arabaların tavanları eziliyor. Evdekiler nasılsa güvende. Başlarına yağmur yağmadıktan sonra kocalığı sorgulanamaz. Öyle ya, bu sel kıyamet sokakta kalanlar var, damları akanlar var. Karısı şükredecek artık. Her gece neyin nesi bu ağlamalar, sızlamalar. Bir de tutturmuş bir ölmek. İki lafından biri öleceğim, ölmeliyim, ölüyorum.
Kimse anlamaz beni. Anlamalarını da beklemem… eskiden başka… anne can yarısıdır, onunki de sızlar, anlar sanırdım… ablalarımın küçük kuzusu kurdun eline düşmüştü, bırakılmaz derdim… şimdi bana ölmeleri düşündüren bu adamla ne hayatlar yaşayacaktım… o hayatlara kandım… bütün anlayışları arkamda bırakarak onunla kaçtım… giderken anlamadığım bu kişiler şimdi neler diyorlar neler… kızgınlıklarına hak vermeli… bağrım yanıyor ya, bir serinlik istiyor insan… ama ellerini uzatmıyorlar… bu cehennemde yanıp kül olmam onların hatası değil… vicdanları rahat mıdır… belki… kaçan benim, kanan ben… hata benim hatam… cezası da bana kesilmeli: Ölümmm…
Bir gece kalktı kapıları kilitledi pencereleri ardına kadar gerdi çocuğunu uykusunda diğer odaya taşıdı ışıkları söndürdü ve gidip pencere kenarına oturdu. Yağmur öyle bir gürültüyle dökülüyordu ki insanın başka bir sesi işitmesi olanaksızdı ama o bekledi. Bu pencereden içeri girecek olan ölümün ayak sesini bekledi. O gelecek işkence bitecekti. Nefes almak artık göğsünü değil ruhunu yakıyordu. Doktoruna da söyledi. İçinden kavruk kokuları geliyordu. Artık dayanamazdı yalvardı yakardı Allah’a canını almasını istedi. Gerçi kendi de alırdı o kadar bezmişti ama ölmenin de bir asaleti olmalıydı arkasından ‘amma güçsüzmüş’ denmesine dayanamazdı. Güçlüydü çünkü. Kocası da bilirdi ne kadar güçlü olduğunu. Tuttuğunu koparan biri olduğu için, sözünü esirgemediği için seçmişti onu. İlk iltifatı ‘erkek gibi kızsın’ olmuştu. Öyle aşkım, bebeğim falan demezdi. Annesini ararken tek bir numarayı yanlış girmesi yüzünden telefonuna çıktı. Öyle tanıştılar. Sesindeki sıcaklığı o an duymuştu yine de azarladı onu. Ertesi gün bir daha, bir daha.
Bazı erkekler anlaşılmaz oluyor. Tokadını yediği kadını özlüyor, azarını işittiğine âşık oluyor, sürekli terslenip reddedildiğiyle evleniyor. Asıl garipliği kadınlarda aramalı. En azından kendi adına yapabilir bunu, şöyle sorabilir mesela: Ben, terslediğim, suratına telefonu kapattığım bir adamla sonunda nasıl evlendim? Bir yalancıya kanıp hayatımı ne uğruna rezil ettim?
Sesine aldandım. Sesindeki sıcaklığa. O zamanlar sıcaklık sandığım, şimdilerde ise cehennemle kıyasladığım o şey, adı ısı mı, hararet mi, alev mi her ne ise artık, içimi yakıyor. Her duyduğumda tarif edemediğim bir şey oluyor bana, ne yüzünü görmeye ne sesini işitmeye tahammülüm var artık. Ölmek diye tutturmamın sebebi bu. Gitmek, boşanmak, kaçmak da bir seçim, ancak gidecek yerim yok, boşanmak için param yok, kaçmaya kalksam sonunda yakalar beni. Peşimi bırakmaz. Kaç kere kandırdı, kaç kere söküp aldı, kaç kere inandırdı yalanlarına. Bir şey değişmedi. Bu şehir tokat gibi çalıyor yüzümüze hatalarımızı. Değişen bir şeyiniz yok diyor. Ben akıllanmayacağım, o da düzelmeyecek. Bin kere yaşadık bunları. Bin birinciyi de yaşasak yine aldanırım. Oysa o gece, pencerenin önünde, oturup beklemiştim. Bütün hücrelerimle hazırdım ölmeye. Sabahı görmemeliydim.
Yağmur dindiğinde gelecek, yine yalvar yakar olacak, kendi dışında her şeyi suçlayacaktı: Yağmurlar suçluydu, arkadaşları suçluydu, kahrolası yollar suçluydu, bir şemsiye bulsaydı gelirdi, şemsiyeler suçluydu, aslında haber vermek için birini yollayacaktı ama çukurlar suçluydu, gökyüzü suçluydu, bu ağlak şehir, hep bu şehir suçluydu.
Her kadının kaderi olan bir erkek vardır. Onunla ya benim gibi cehennemi yaşar ya da cennetin soluğunu tadar. Ben kandırılmaya hevesli biriydim. Kalbim acemiydi ve çok da kurnaz olmayan biri tarafından fark edildi. Bana ailemi gözden çıkaracak kadar nüfuz etmişti. Aralarda aklım başıma gelmedi değil, geldi ama uzun kalmadı. Her defasında akılsızlık edip sürüklendim ardı sıra. Ölümün tek çarem olduğunu düşünmem bunun için. Bir yerlerde yaşamaya devam edersem yine kandırır, peşine takar ve başka bir cehennemin ortasına getirip bırakır. O kadar suçluyum ki kaçmanın yararı olmaz… Bazen camların ardından yağmuru seyrederken sokakların ıssızlığıyla benzeştiğimi düşünürüm. Herkes ondan kaçıp bir yerlere saklanmıştır. Karşı komşunun çamaşır ipinde unuttuğu bez gibi unutulmuşum yağmurda…
Sözler verecek, güya bir daha yapmayacaktı. Ben de aptal gibi umutlanacaktım. Bir insanı ayakta tutanın umut olduğunu söylerlerdi, inanırdım da. Ama şimdi bu umutlar yüzünden diri diri mezara gireceğim. Bana yaşattığı hayat zaten her haliyle mezara eşdeğer. Bir mezarda sabahın olmasını bekliyorum; verdiği sözlerin bir bir boğazına dizilmesini, silkinip kendine gelmesini. Hastalıklıyım, bir illetim var ve bir çocuğum. Yaşım ölmek için erken olabilir ama ben onu da bekliyorum. Sonrası işte o sabah. Sağlığımın raydan çıktığını o sabah öğrendim. İki göğsüm de yok şimdi. Hayatın neşterini böyle yedik biz. Ben yalanlar yüzünden toparlanamadım, kocamsa yağmurlar yüzünden.
Camların yüzeyinde hızlıca kayan damlaları saymak düşüyor payıma. Binlerce göz ve binlerce yaş. Benimse üç gözüm var ağlayan. Altı da olsa bu kahra yetmezdi.