Sürünceme
Üzerinde çok düşündüğümden değil, konusu açılınca söylemiş bulundum. Annem babam olacak insanlar iflas etmiş, nasıl geçineceklerini kara kara düşünüyorlar. Ben okuyorum, çalışmaya müsait bir yaradılışa sahip olmadığımdan elimden bir şey de gelmiyor. Daha okurken sıkılıyorum, yaptığım her şey zoraki. Bir de okul çıkışları ya da haftasonları yapacağım bir ek işe ne ben hazırım ne de toplum buna hazır. Bazen annem babam olacak insanlara evlatlık vazifemi yerine getiremediğimi düşünüyorum, eminim onlar da düşünüyorlardır. Derslerimde başarılıyım, arkadaşlarım arasında sevilen sayılan bir insanım, belki yüzüme gülüp arkamdan binbir türlü laf ediyorlardır bilmiyorum. Yüzüme öyle güzel gülüyorlar ki, başka türlüsü aklıma bile gelmiyor. Annem babam olacak insanlar bundan fazlasını istiyorlar mıdır, bekliyorlar mıdır benden, işin bu kısmını aklıma pek getirmiyorum. Biz nerede hata yaptık diye kendileri düşünsün, ben istemedim yaşamak.
Eskiden elindeki arabayı, aynı rengiyle, aynı modeliyle, sırf bir model üstü diye, sırf bir sene sonra çıktı diye değiştirirdi babam olacak adam. Üzerine tonla para sayardı. Zengindik yani çok şükür. Hep söylemişimdir, şükretmek lüks işidir, zengin icadıdır diye. Şimdilerde aklıma bile gelmiyor.
Lafı nasıl oraya getirdik bilmiyorum, kahvenin birinde arkadaşlarla oturmuş çay içiyorduk. Babam olacak adamın bir kez daha işten ayrılacağını söyledim. Bir kez daha, bundan sonra ne yapacağını bilmediğini. Bana sıfırdan başlayıp yüksek makamlara gelmiş insanların başarı öykülerini anlattılar. Teselli edilmeye ihtiyacım olmadığını henüz bilmiyorlar. Benim babam eskiden hamallık yaparmış mesela. Bir insana bir şey anlattığım zaman, ki bunu çok nadir yaparım, konunun benim anlattığım şeyin dışına çıkmasına dayanamıyorum. Burada kendimle ilgili bir olaydan bahsediyorum, bana ne senin babandan. Önce beni bir dinle, bir çözüm üret, ya da sadece yüzüme bak işte. Bir şey söyleme. Eskiden namazında niyazında bir adam varmış, sürekli camiye gider, imamın hemen ardında saf tutarmış. Bir gün peygamber efendimizden zengin olması için dua etmesini istemiş. Umursamadığımı nasıl belli ederim bilmiyorum. İbretlik hikaye, aman ne güzel. Konuşmaya devam ediyor. Peygamberimiz sormuş, emin misin. Zenginlik öyle kolay altından kalkabileceğin bir şey değildir. Eminim demiş adam. Peygamber de peki deyip dua etmiş, adam çok zengin olmuş. On koyunu varsa yüz olmuş, yüz varsa bin olmuş. Zenginleştikçe camide tuttuğu saflar gerilemiş. Önce bir arka safa geçmiş, sonra bir arka safa, sonra hiç gelmemeye başlamış camiye. Babam olacak adam diyorum, iflas etmiş diyorum. Ne anlatıyorsun bana. Oradan diğer arkadaşım karışıyor lafa. Ne diyor Allah, ilimi isteyene, rızkı istediğime veririm. Soruyorum ona. İyi de, garezi ne?
Zenginlik veya fakirlik umrumda değil, başta sorsalar asıl derdimi, beni içine düştüğümü düşündükleri bu bataklıktan kurtarmak için bu kadar zahmete girmeyecekler hiç. Hem din muhabbeti yapmak için uygun yerde değiliz, çevremizde bir içki masası bile yok, kahvede çay içiyoruz, bunu görmüyorlar mı. Bence Tanrı adının en çok içki masasında zikredilmesinden hoşlanıyor, öyle bir ortam olduğunu fark ettiği zaman diğer tüm kullarının sesini kısıp o masayı dinliyor. Volümü de artırıyor. Asıl derdim diyordum, kapitalizme son golümü ölerek atacağıma inanıyorum. Ölünce herkes eşit çünkü. Herkes güzel. Mussolini de güzel, Erbakan da güzel. Serdar Arseven henüz güzel değil ama biliyorum ki o günler de gelecek. Buna inanıyorum Tanrım. Tanrım. Sana diyorum Tanrım. Duymuyor. Sesimi kısmış. Sanırım birileri kafaları çekmiş, onu konuşuyor.
Şu an yaşadığım hayattan keyif alıp almamamın neyi nasıl değiştirdiğini bilmiyorum. Lisedeyken ben hedonistim diyordum her gördüğüme, evet ben buyum. Kabullenin bunu. Birey olabilmek için sonuma bir –ist getirmem gerektiğine neredeyse emin olduğum dönemlerdi, annem babam olacak insanlardan öyle görmüştüm. Hem ben farkında olmadan arkadaşlarım büyümüş, bir şeyler olmaya başlamışlardı. Herkes kendine bir etiket bulmuştu, bense yerimde saymıştım. Hedonist olarak onlara güzel bir ders verdiğimi düşünüyordum. Ne anlama geldiğini bile bilmiyorlardı, onların bir açığını yakalamıştım işte. Zafer benimdi. Araştırmıştım da, fırsatını yakaladığımda uzun uzun işin felsefesini anlatıyordum. Konuştukça insanların gözünde bir yer edinmeye başladığımı fark ediyordum. Sonra sonra, ben anlattıkça, arkadaşlarım dinledikçe yoruldu hedonizmden. Artık yeni bir şeyler bulmalıydım, yeni bir şeyler anlatmalıydım insanlara. Kimden duydum hiç hatırlamıyorum, kulağıma hoş geldiği için nasyonel sosyalist olmaya karar verdim bir gün. Anlamını hiç bilmiyorum, arkadaşlarım da bilmiyor neyse ki. Bu iyi. Soranların kimisine merkez sağ, kimisine orta sol anlamına geldiğini söylüyorum. Onların ne anlama geldiğini de bilmiyorum ama birey olabilmem için kurmam gereken cümleler bunlar. Hep söylemişimdir, nazizmin tanımını en iyi, lise çağındaki bir çocuk yapabilir.
Öldüğümüzde diyorum; şu anın, o zamana göre; geçmiş zamanın, o zamandaki başka bir adama göre; geçmiş zamanın rivayetinin, ne önemi kalıyor. Çok mutlu bir hayat sürdüm ve istediğim her şeyi başardım diyelim, ölünce ne işime yarıyor bu an. Hatırlayacağımdan bile emin değilim, yeniden doğacağımdan da emin değilim, neyi düşünüyorum o zaman. Bazen diyorum ki, elbet bir gün öleceğim bilgisi bana en başından verilmemiş olsaydı, bambaşka yaşardım. Yapardım bunu. Bazı şeylere heves ediyorum çünkü, ölümü düşününce kaçıyor. Yapasım gelmiyor. Salsa, tango, çaça, alayını öğrenmek istiyorum, ama öleceğim. Gitar, keman, bağlama, akordeon, hepsini çalmak istiyorum. Ama öleceğim. Sırf bu yüzden ehliyet bile almadım. Tanrı bunu neden daha düzgün bir sisteme oturtmamış. Benden ne istiyor. Hayır bu isyan değil. Arkadaşım lütfen başlama yine. Biliyorum o adam camiye gelmediği için helak olmuş sonra. Daha fazla konuşma.
Ölümü çok tartıştığım bir arkadaşım vardı. Şimdi nerede ne yapıyor bilmiyorum. Ayrılırken telefonlarımızı almamış olmamız üzücü, teknoloji çağına yakışmayacak bir hareket. İlkokulun son günüydü, -insan neden ilkokulda ölümü konuşur- arkadaşım telefonunu vermeye yeltenmişti, konuşuruz, görüşürüz demişti. Benim telefonum yok ki demiştim ben. Alınca ararsın al bulunsun da dememişti. Niye hiç üstelememişti. Annem babam olacak insanlar neden telefon almamıştı ki hem, neden ağlatmışlardı ki beni, bir çocuk bir telefon için ağlatılır mı. Üstelik günün birinde ölecek bir çocuk. Hayır paranız da var niye yani, sen daha yeni araba çekmedin mi altına baba. Allah böyle cezasını verir işte adamın. Nasıl iflas ettin ama. Hep söylemişimdir, nasıl cereyan ettiğini anlamadığın bazı olaylarda Allah’a bir miktar sorumluluk yüklemek gerekir. Babam olacak adamın tek başına iflas edebileceği gibi bir ihtimal hiçbir zaman söz konusu olamaz. Babalık sözlük anlamı gereği dik durmayı, güçlü olmayı ve dışarıdan itici bir kuvvet etki etmeden iflas etmemeyi gerektirir. Allah’lık gerektirmiyor.
Arkadaşım diyordum, benim için şu an Schrödinger’in kedisinden farksız. Hem canlı hem ölü. Burada oturup size Erwin’in düşünce deneyinden, Kopenhag Yorumu’ndan, kuantum fiziğinden, Schrödinger’in kedisinin neyin metaforu olduğundan bahsedecek değilim. Ben de tüm konuya hakim değilim zaten. O kediyi biliyorum bir, kaldı ki gerçekte öyle bir kedi de yokmuş. Aynı benim o hep ölümü konuştuğum arkadaşım işte. Öldüğü veya yaşadığı bilgisini öğrenip deneyi mahvetmeyeyim diye hala telefon kullanmıyorum mesela. Ondan haber alabilecek hiçbir arkadaşımdan haber de almıyorum. Onun bu yarı canlı yarı ölü hali hoşuma gidiyor. Şunu diyorum yani, bir yarışma olsa, önüme yüz tane kutu konulup birini seçmem istense, kutuların sadece birinde yaşam, kalan doksan dokuzunda ölüm olsa, sunucu ben kutumu seçtikten sonra içinde ölüm olan doksan sekiz kutuyu açsa ve sorsa bana, kutunla mı devam edeceksin, yoksa diğer kutuyu mu seçeceksin diye. Bir saniye düşünmem. Yerimde sayarsam yüzde bir, fikrimi değiştirirsem yüzde doksan dokuz yaşama şansım var, o kadar okul okuduk biliyoruz herhalde. Ama ben soruyu cevaplamadığım sürece şansım yüzde ellidir. Ve yüzde elli her zaman yüzde doksan dokuzdan daha risksizdir. Bunu her zaman söylemem, ilk defa burada söylüyorum. Elbet bir gün literatüre de geçecektir.
Üzerinde çok düşündüğümden değil, konusu açılınca söylemiş bulundum. Ben istemedim yaşamak.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.