- 2130 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
HAK VERİLMEZ, ALINIR...
İnsanlık tarihinden bu güne kadar kadın olmanın zorluklarına ve gelişim süreçlerine baktığımız zaman,
ne kadar çok yol katettiğimizi ve bu gelişim sürecimizde içimizden ne çok canları yitirdiğimizi sanırım hepimiz biliyoruz.
Eski Hint geleneğinde kadın, erkeğin mutlak egemenliği altında yaşıyordu.
Hint kadını erkeğine kayıtsız şartsız itaat ve sadakat göstermek zorundaydı.
Beşerî işlemlerde kadının belirleme ve tercih hakkı yoktu.
Kocası ölen kadın, çoğu yerde kocası ile birlikte yakılıyordu.
Mirası, kocasının akrabaları olan erkeklere, akrabası olmadığı takdirde din adamlarına terk ediliyordu.
Dul kalanlar ise, ölünceye kadar evlenemiyorlardı.
Dönemin din anlayışına göre kadın, kötünün sembolüydü; gerektiği zaman tanrılar için kurban edilebilirdi.
Eski Çin ve Japon geleneğinde kadının değeri, kocasına ve kocasının akrabasına olan hizmeti ile ölçülüyordu.
Erkek, ailede mutlak hakimdi. Kadın, ıslah edilmesi gereken bir varlık olarak değerlendiriliyordu.
" Madem karını sabahleyin dövdün, öğleyin de niçin dövmeyeceksin ki?! " şeklindeki Çin atasözü,
bu dönemdeki anlayışı çarpıcı biçimde yansıtması bakımından burada zikredilmeye değerdir.
Eski Yunan ve Roma geleneğinde kadın, alınıp satılan veya devredilen bir eşya hüviyetini taşıyan;
kötülüğün kaynağı; yaratılışta eksik kalmış sıra dışı bir varlık olarak kabul ediliyordu.
Ancak kadının asıl konumunu, cinselliği tayin ediyordu. Afrodit ya da Roma’daki adıyla Venüs,
cinselliğin tanrısal bir boyuta ulaştığının açık bir göstergesidir.
Kadının ruhlu mu ruhsuz mu olduğu, şeytan olup olmadığı konusu ortaçağ filozoflarının tartıştığı konular arasında yer alıyordu.
Roma sarayları, cinsel fantezilerin ve aşırılıkların zirve noktasına ulaştığı mekanların başında geliyordu.
Cinselliği belirli ölçülerde sınırlayan Hristiyanlık Roma’da yaygınlaşmaya başladığı sıralarda,
Hristiyanlığa yeni girenler, " insanlık düşmanları " olarak takdim edilip işkenceler eşliğinde katlediliyorlardı.
Cahiliye döneminde kadın, diğer toplum örneklerinde görüldüğü gibi velayet ve miras hakkından mahrum bırakılmıştı.
Kız çocukları toplumun yüzkarası sayıldığı için insanlık tarihinde daha önce görülmemiş bir tarzda çoğu zaman diri diri gömülmek suretiyle öldürülüyorlardı.
Akrabalık, sadece erkeğin soyuna dayanıyordu. Hür ve soylu olmayan kadınlar cinsel meta olarak sömürülmekteydi.
Kadın;
Ya ölmüş kocasıyla birlikte gömülmek zorunda kalacak kadar erkeğe bağımlı kılınarak, kocasının hakimiyetine mahkum edilmiş;
Ya bütün hayatı işgücü, cinsellik, üreme gibi birtakım dar kalıplar arasında sıkıştırılarak sınırlandırılmış;
Ya da temel nitelikleri bastırılarak, toplumdan soyutlanmış, kimliksizleştirilmiş ya da varoluş mücadelesi dahilinde hak etmediği bir kimliği kabul etmek zorunda bırakılmıştır.
Günümüz Türkiye’sine geldiğimizde ülkemiz genelinde bir yılda ;
72 kadın öldürülmüş,
73 kadın intihara teşebbüs etmiş,
120 kadın intihar etmiş,
tecavüze uğrayan kadın ve çocuk sayısı, şiddete uğrayan kadın sayısı çok artmış..!!!
Bizler için senaryoları hep diğerleri yazdı, bu ayrımcılığın önüne geçebilmemiz için geleceğimizi bizler yazmalıyız.
Tartışılmaz bir gerçek ki; bizler senaryoda görev üstlenmiş figüranlar değiliz.
Daha modern daha verimli ve insanca yaşamamız, bizlerin aydınlanmasından geçer.
Kadınların aydınlanması da toplumların gelişimi için bir o kadar önemlidir.
Yaşadığımız süreç hiçte küçümsenecek bir süreç değil.
Peki niçin adımlarımızı geri attırmak isteyen güçlerin karşısında sesimiz cılız çıkıyor?
Erkek egemen gerici düşüncelerin biz kadınları susturmaya yönelik tüm çabaları, aslında düşünmemizin bile engellenmesi üzerine kurulu.
Bizim gelişmemiz birilerini rahatsız ediyor, çünkü gücünün elinden gideceği korkusunu yaşıyor
Sadece insanca yaşamak ve daha gelişmiş toplumlar oluşturmak için var olmalıyız.
Kavgamız ve mücadelelerimiz birilerini yok etmek veya yok saymak değil,
neye sahip olmak istiyorsak kararlarımızı o doğrultuda vermek olmalı.
Artık dur demenin zamanı geldi
çöplerden bizim cesetlerimiz çıkıyor,
evlerin temelleri bizim üzerimize yapılıyor,
reklam panolarına bizim resimlerimiz
yeni arabaların üzerine biz oturtuluyoruz,
televizyonlar bizim üzerimizden para kazanıyor,
tv ler reiting malzemesi ve modacılar marka yapıyorlar,
başbakanlar kaç çocuk doğuracağımızı söylüyor,
nasıl giyineceğimizi giyinmesini bilmeyenler tartışıyor,
öldüğümüzde arkamızdan yazıyorlar,
hizmet etmekten kendimize hizmet edemez durumdayız,
iki sözcükle hayatımız kararabiliyor,
Artık obje olmaktan çıkarak,
suskunluğumuzu terk edip alanlara inmeliyiz.
haydi, hep birlikte, daha ileri, daha modern bir toplum için savaşalım.
Kimliğimizi kazanmanın mücadelesi olsun adı...
Zübeyde TOPRAK
YORUMLAR
Yazdığınız bu düşüncelere aynen katılıyorum."yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek" kendi çapımda katkı koymayı sürdüreceğim.
Aslinda bu cagda hak verilmez alinmaz hak taninmali insanca yasamak icin..
Ama insan insani yok etmekte sadece ülkemizde degil tüm dünyada böyle ne yazikki.
Yüreginize saglik sizinde kadinlar gününüz kutlu olsun.
Sevgilerimle
hicbitmez tarafından 3/8/2011 10:57:10 PM zamanında düzenlenmiştir.
ne zaman arınıp bu ayrımlardan da insan olabileceğiz diye düşünmüşümdür hep...
tahakküm baskı ve sömürü...
sahip olduklarımıza dönüp bir baksam ne görürüz
anamızı
eşimizi
kızımızı...
hangisine kıyabilir insan olan
hangisine?
daha ne deyim sevgili kardeşim...tarihi süreci zaten sen ne güzel resmelemişsin...manzara yüz yıllardır değişmiyor...
yüreğine sağlık