- 850 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
İki Ayrı Yaprak
Dağın eteğinde, bir dere kenarındaki Huş ağacının en üstteki dallarında, tek başına duran bir yaprak, mevsime karşı inatla tutunuyordu olduğu yere. Çok sürmedi bu direnci. Bir gün sert bir rüzgâr tarafından koparıldı dalından.
Rüzgâr, onu önüne katmış götürüyordu. Huş ağacının yaprağı, olduğu yerin dışında başka bir yeri bilmiyor, yeryüzünün bulunduğu yerden ötesini tanımıyordu. Bu yolculuğun nereye varacağını bilemediği için de korkuyordu.
Rüzgâr, onu nereye götüreceğini sır gibi saklıyordu.
Uzun ve engebeli bir yolculuk başlamıştı yaprak için.
Önce koptuğu dalından uzak bir yerde, günlerce soğuk toprağın üzerinde kaldı.
Burada çok çeşitli tehlikelerin olduğunu gördü. Türleri farklı böcekler ona yaklaşıp üzerinde gezindiler. Kimileri bir parçasını ısırarak koparmaya çalıştı. Henüz dalından kopmadan da bunlara benzer böcekler rahatsız ederdi kendisini, ama o zamanlar ya bir salınışta atardı onları üzerinden, ya da yanı başına konan bir kuş tarafından yutulurlardı.
Günler sonra rüzgâr onu yeniden havalandırınca çok sevindi buna. Bir yandan da, daha başka tehlikelerin yaşanabileceğini düşünerek yerden kalkmak istemedi, ama rüzgâr; “burada kalma zamanın doldu artık, şimdi başka yerlere götüreceğim seni”, diyerek yeniden kattı önüne yaprağı.
Başka, başka yerlere kondurdu rüzgâr onu. Kimi yerlerde kendine benzer yapraklarla karşılaştı. Onlara karışıp unutmak istedi yaşadıklarını, başına gelenleri. Kısa da olsa iyi zaman geçirdi onlarla. Kendisinden irice ve ona benzemeyen yapraklar da vardı ve onlar Huş ağacı yaprağının üzerine çıkıp altlarına alıp nefessiz bırakmak istedilerse de, Huş ağacı yaprağı her defasında uzaklaşarak onlardan, bir çırpıda kurtulmasını bildi.
“Madem buradayım, madem şimdi böyle bir hayatım var, kabullenip başa çıkmalıyım böylesi hayatla”, diye düşünürken yeniden rüzgârın önünde uçarken gördü kendini.
Aradan epeyce zaman geçtiğinde, artık eskisi gibi görünmediğini fark etti. Hem şeklinde hem de renginde değişiklikler olmuştu. Üstelik yorgundu. Çok yorgun ve halsizdi. Artık bir yere konup ne kadar daha dayanabilirse orada öylece kalmak istiyordu. Bu yüzden de rüzgârın onu bulamayacağı ıssız bir yer aradı uzun süre.
Rüzgârın önüne kapılıp bilinmeyen yolculuklara, bilinmeyen sonlara gitmektense, bir ıssızda kalıp sonunu beklemeyi yeğledi. O böyle düşünürken, kendisine yönelen bir sesle uyanıverdi. Çevresine bakındı, sesin geldiği yöne baktı. Kendisi gibi yerde duran ama bir kaya parçasının siperine sığınmış, yine de gülümseyerek bakan farklı bir yapraktı ona seslenen.
Onu önüne katıp buralara kadar getiren o sert rüzgâra benzemeyen, hafif, hafif esen bir rüzgârın yardımıyla kendisine gülümseyen ve yanına çağıran yaprağın yanına gitti.
Bu yaprak çok farklıydı. Çok da güzel kokuyordu. Bu kokuyu henüz dalında yaşıyorken de duyardı, hissederdi, ama nerden ve kimden geldiğini bilemezdi.
Tanıştılar. Gül yaprağıymış. Taşın siperinde ona da yer açtı. “Rüzgâr bizi görüp ayırmadığı sürece yaşayıp gideriz burada birlikte”, dedi.
Gül yaprağı ona öyle güzel şeyler anlatıp, öyle farklı dünyalardan söz etti ki, unuttu bir anda tüm yaşadıklarını, tüm sorunlarını.
“Keşke”, dedi, “keşke dalımızdayken de yakın olsaydık birbirimize. Keşke hep olsaydın yanı başımda. Öyle güzel, öyle büyüleyicisin ki gül yaprağı, bak, solmuş rengim bile düzelmeye başladı”, dedi.
“Sen beni dalımdayken görseydin”, dedi gül yaprağı. “Başkaydı parlaklığım, başkaydı kokum. Ama işte seni buralara sürükleyen rüzgâr beni de koparıp aldı yerimden. Neyse ki bu kaya parçasını buldum tutunacak. Ne kadar daha sürer böylesi bir yaşam bilemem. Sen de şimdilik tutun buraya. Birlikte olmamız ikimiz için de iyi. En azından paylaşacak şeylerimiz olur”.
Artık iyiden iyiye gül yaprağına alışmış, onun kokusuyla mutlu olan ve yaşadığı zorlukları neredeyse unutan Huş ağacı yaprağı, bir sabah gül yaprağının hüzünlü ve ağlamaklı sesiyle uyandı.
Bir rüzgâr onu yerinden sökmüş yavaş, yavaş uzaklaştırıyordu oradan.
“Gidiyorum”, dedi gül yaprağı. “Elimde değil. Rüzgâr götürüyor beni. Sen kaya parçasına tutun. Ne kadar kalabilirsen kal. Dayan tamam mı? Söz ver bana. Dayanacağım, de”, diye bağırıyordu uzaklaşan sesiyle.
Artık gül yaprağı da yoktu. Ne kokusu kalmıştı ne kendisi. Yeniden yapayalnız, tek başına kaldı Huş ağacının yaprağı. Gül yaprağının kokusu, onun bilgeliği sayesinde mutlu olup tekrar eski rengine kavuşan Huş ağacı yaprağı kısa sürede yeniden sararıp solmaya başladı.
Çok geçmeden onu buralara getiren o sert rüzgâr yeniden geldi.
“Haydi, bakalım, yolculuğumuza devam ediyoruz” diyerek, onu yerinden kaldırıp önüne kattı.
Uzun bir yolculuktan sonra yeniden koptuğu Huş ağacının dalına takılıp kaldı. Yolculuğun başladığı yere geri döndü ve orada noktalandı yaşamı, Huş ağacı yaprağının…
YORUMLAR
Usta bir öykücüden yine güğzel bir öykü. Tebrik ediyorum üstadım. Saygı ve sevgilerimle
Hüseyin Akdemir
Sanırım üstadım söylemi karıştı. Üstadım diyen bendim size :)
Çok teşekkürler yeniden.
saygı ve sevgiyla kalın...
Yaprağı sadece bir bitki olarak görmeyen ve kişileştiren şey sanattır, edebiyattır. Ne mutlu ki farklı bakabiliyoruz. Mükemmel bir anlatımdı. Tebrik ederim. Saygılarımla...
Hüseyin Akdemir
biz yazarlar bakmanın da ötesine geçiyoruz.
Herkes bakabilir
ama biz görüyoruz da.
Teşekkürler beğeniniz için.
İşte öykü bu... Anlatım bu... Kurgu bu...
Yaprağı yaprak gibi görmemek bu...
Hüseyin bey iyi ki beni uyarmışsınız " Aslında benim öykülerimi okuyun" diye...
Sizin öyküleriniz " Öykü böyle olur işte" dedirttiryor okuyana , anlıyana...
Selamlarımla....
Hüseyin Akdemir
Saygı ve sevgiyle kalın...
Hüseyin Akdemir
Keşke İnci hanım.
Teşekkürler Ziyaretiniz ve yorumunuz için.
İki ayrı yaprakta bir sürü hayat gördüm.
hayatın çilesini çeken kadınlar,
sevmeyi unutmuş yüreklerin son demlerinde
yeşeren sevgileri gördüm.
Neler anlatmadınız ki, kurgusu çok mükemmel,
anlatımı harika bir öyküydü
Yüreğinize sağlık. Sevgi ve saygıyla...
Hüseyin Akdemir
Teşekkürler Sevgi Hanım.