8
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1063
Okunma
Her yaz tatilinde akın, akın gideriz köyümüze. Çocuklarımız bundan pek hoşnut olmasa da biz orta yaşlılar ve üzerindekiler doğup büyüdüğümüz bu yerlerden aldığımız tadı ve huzuru hiçbir yazlığa hiçbir denize hiçbir otele değişmeyiz.
Bu biraz da her biri memleketin bir yerlerine dağılmış akranlarımızı görmek onlarla hem eski güzel günlerimizi yâd etmek hem de özlem gidermek için severek yaptığımız şey.
Kala, kala sadece Elli kadar ev kaldı köyümüzde. İçinde yaşayanların çoğu da yaşlı insanlar. Babalarımız, dedelerimiz işte. En gençleri olan 46 yaşındaki Çetin de muhtarlık yapıyor senelerdir.
Yaz olduğunda geriye kalan Elli evin sayısı birden Yüz hatta Yüz Elli oluyor kimi zaman. İşte o zaman tıpkı eski günlerdeki gibi köy haftalarca neşeye boğuluyor. Cıvıl cıvıl her yan.
Hiçbir anne babanın şehirde yaşadığı sitres ve kaygılar aklına gelmiyor. Aman çocuğum nerede kaldı, aman trafikte dikkat etse bari, aman kötü insanlara rastlamasa bari gibi derdimiz kalmıyor. Gece yarılarına kadar gelmese de çocuklar kimsenin umurunda olmaz. Geze oynaya başka bir köye kadar gitmiş olsalar da, gecenin bir vakti, o köyden birileri çocukları önüne katıp getirir bize teslim eder.
Öyle ahım şahım bir yeşilliği olmasa da köyümüzün, dağları çıplak da olsa, yine de güzelliği çok farklı gönlümüzde. Yüksek bir dağın yamacına yerleşmiş köyümüz aşağıda çok uzaklarda ortasından karayolu ve tren yolu geçen ovaya kuşbakışı bakmakta. Ova dediysem küçücük bir ova işte. Sonrası yine dağlar, yine vadiler. Ama insan yukarıdan oturduğu yerden aşağıda uzaktaki o ovaya baktığında tıpkı yukarılardan bir yerden ayağının altındaki denizi seyreder gibi oluyor.
Hepimiz tatil için, dinlenmek için gelmişiz buralara. Gündüzleri kimilerimiz dağ taş tarla bahçe gezip doğanın tadını çıkarıyor, kimilerimiz söğüt bahçelerinde gölgenin tadını çıkarıp en güzel en temiz havayı ciğerlerine doldurup şekerlemenin keyfini yaşıyor.
Bakmayın siz yaz mevsiminde olmamıza. Akşam serinliği başladıktan sonra battaniyesiz oturamazsınız dışarıda, geceleri uyuyamazsınız yorgansız.
Hah, işte! Uyuyamazsınız deyince aklıma geldi.
Hepimiz köyde olmanın mutluluğunu yaşayıp, huzurun tadını çıkarırken, son bir haftadır geceleri cırtlak sesiyle sabaha kadar miyavlayan bir kedi yüzünden uyuyamaz olduk. Ne anne babaların ne de çocukların huzuru kaldı.
Gecenin bir vakti, miyavlayan kedi yüzünden uyanmış evlerin tek tek ışıkları yanıyor ve köy gündüz gibi oluyor. Herkes ayakta.
Akşamları Köyün tek kahvesi ve yanında da küçük dükkânı olan Salih aga’nın yerinde toplanıp sohbet ediyoruz. Kahve köyün en yukarısında. Bahçesinde otururken ya da içerdeyken camdan baktığınızda hem köyümüzü hem de uzaklarda aşağıdaki ovada yanık farlarıyla gelip geçen arabaları görürsünüz. Kimimiz sohbet eder, kimilerimiz çayına, kahvesine çoğunlukla da birasına pişti, ellibir bazen de taş oynarız. En geç saat dokuzda evlerimize dağılırız ki bu saatte bile geç kalmış sayılırız. Çünkü köyde hemen herkes en geç saat sekizde yatağındadır. Sabah erkenden daha gün doğumuyla uyandığımız için erkenden yorgun düşüp uyuyoruz. Televizyon izlemek kimsenin aklına bile gelmez. Hem televizyon izlemeye mi geldik köyümüze?
O günün akşamı yine Salih aga’nın kahvesinde toplanmış sohbet ediyorduk. Oyun oynayan sadece iki kişi vardı. Herkes günlerdir kimseyi uyutmayan miyavlayan kediyi konuşuyor ve bunun önüne geçmenin çaresini düşünüyordu.
Kedinin kimin olduğuna dair bir şey bilinmiyordu. Kimse de sahip çıkmıyordu zaten. Ama bir sahibinin olduğu kesindi. Çünkü tüm o miyavlamaların sonunda keskin bir ıslık sesi duyuluyordu ve kedinin sesi kesiliyordu. Belli ki sahibi olan adam onu ıslık çalarak yanına çağırıp susturuyordu.
Kedinin kimin olabileceği bulunmayınca, oradakiler köyün çeşitli yerlerinde nöbet tutmaya karar verdik. Hemen o gece tam 12 kişi köyün çeşitli noktalarına dağılıp nöbet tutmaya başladık. Kimimiz konuşurken söz etmişti, kediye rastlarsak eğer, hele de yakalarsak onu, ya suya bastırıp boğacaktık, ya da oracıkta bir taşla kafasını ezecektik.
Vahşice bir durum gibi geliyor kulağa, ama günlerdir yaşanan uykusuzluk herkesin canına tak etmişti. Üstelik gecenin bir saatinde ayaklanan büyükler yemek yemek istiyor, çay içmek istiyor, çocuklar olmadık şeyler istiyor. Nice anne baba gecenin bir vakti sırf bu yüzden Salih aga’yı uykudan edip ona bakkalı açtırıyor, çocukların istedikleri dondurmayı, kekleri, kolayı ya da şekerleri alıp anca öyle susturabiliyorlardı çocukların zırıltılarını. Son bir haftadır Salih aga, gündüzlerin dışında gece de satış yapmaya başlamıştı. Dükkânın kapısı hiç kapanmaz olmuştu.
İlk gece nöbetinde saatler epeyce geçmiş olmasına karşın kimseler kedinin sesini duymadı. Herkes hazırlıksız olduğu için de üzerlerindeki ince giysilerle üşümüş, yaylanın serinliğinden titriyorlardı. Herkes acilen Salih aga’nın kahvesine geri geldi. Salih aga herkesin istediği içecekleri sıcak sıcak dağıttı. Nerdeyse sabah olacaktı. Herkes çayını kahvesini içip ısınınca bir ağırlık çöktü üzerlerine. Yarım kalan uykumuza devam etmek için evlerimize dağıldık.
Ertesi gün yine kedinin sesi duyuldu. Yine nöbet tuttuk. Yine bulamadık, yine yakalayamadık. Yine Salih aga’nın kahvesinde toplandık.
Artık kimilerimiz işi büyütmüş, o kızgınlıkla avcı tüfeklerimizle nöbet tutar olmuştuk. Üç günde, yanlışlıkla bir kirpi, iki de sincap vurulmuştu ama kedi hâlâ ortalıkta yoktu.
O yaz özlemini çektiğimiz huzuru köyümüzde bulamamıştık. Çocuklar büyükler gecenin bir vakti ayaklanıyor, doğru dürüst uyuyamıyorduk.
Üstelik masrafsız olur diye düşündüğümüz köy tatilimiz, uyanan çocukların büyüklerin istekleriyle Salih aga’nın dükkânını yol etmiş oldukça yüklü miktarda para harcamıştık.
Tatil zamanı bitmiş, herkes doyduğu, işlerinin, okullarının olduğu kentlere geri dönmüştü. Ben ve öğretmen emeklisi Selim Bey kalmıştık. Ertesi gün biz de yola düşecektik.
Köy yeniden eski sessizliğine bürünmüştü.
Selim Beyle Salih aga’nın kahvesinin bahçesinde oturmuş sohbet ederken, Salih aga bir sandalyeye çökmüş pinekliyordu.
Selim Bey,
-Salih aga, hele bize iki çay ver, diyerek uyandırdı onu uykusundan.
Salih aga, gözlerini ovuşturup:
-Çay yok. Size kahve yapayım. Müşteri mi var çay demleyeyim? Demlesem koca kazan bayatlayıp gidecek, dedi.
Emekli öğretmen selim Bey, kafasından ne geçtiyse, birden durakladı ve Salih aga’ya dönüp:
-Salih aga senin kedin var mı?
Salih aga bir anlam veremediyse de bu soruya:
-Var, dedi. Evde bir kedimiz var.
Emekli öğretmen selim Bey:
-Bir ıslık çalsana sen, dedi Salih aga’ya.
-Islık mı çalayım, dedi şaşırarak Salih aga. Neden ki?
-Ya sen çal. Çal bakayım bir ıslık.
Anladı Salih neler olup bittiğini. Ben de anladım.