- 2419 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HAYATA GERİ DÖNÜŞ...
Bir şeyler söylemek yetmiyor sadece, aynı zamanda bu söylenenlerin olabilirliğini de göstermek gerekiyor. Güzel yada çirkin her yüzün ardında biri var ve her birinin iyi yada kötü kendine özgü bir hikayesi var.
Uzun zamandır, sana dair içimde biriktirdiklerimi yazmam gerekiyordu. Bazen insan yoğun düşüncelere dalar ve nerden başlasam diye düşünüp durur. Biliyorum kolay olmayacak şekillendirmek cümlelerimi. Kendimi baskı altında hissedeceğim de aşikar. Ama yazmam gerekiyor. Kendini birde buradan tanıman gerektiği için yazmam gerekiyor. Elimde sihirli bir değnek olmadığı gerçek ama belki de bu sayede, kendini başka bir gözle tanıma fırsatın da olacak.
Açıkçası yanılmaktan da korkuyorum.
Ama hangi durumda olduğumuzu bilirsek reçetesini bulmak belki daha da kolaylaşır. İşte en acı yönüyle musalla taşında yatan bir ölüyü diriltmeye benzeyecek. Belki daha hafif bir tanımıyla can çekişen yaralı bir ceylan.
Belki de itiraf etmek gerekirse şizofren aşka çözümler�
Hayatını bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçirdiğimde, hep zemheri aylarını yaşamış, kalbini ısıtacak kış güneşlerinden başka bir sıcaklığı olmamış birini canlandırıyordun.
Haksızlıklara maruz kaldığın günlerde, canın yandı, gizli gizli ağladın kimi zaman ama yinede baş eğmedin hayata. Hepsine kızgın ve kırgın olduğun gün gibi aşikar. Yaşamadığın yılların hıncını alacağın, sorumlusu tutacağın kimseyi bulamıyorsun karşında. Yanında olanlar ise aksine yine hayatın bütün yükünü omuzlarına yüklüyorlar. Bütün istediğin birazcık nefes alabilmek ve sadece bir insan gibi onurunla yaşayabilmek ama onu bile çok görüyorlar.
Seni mutsuz ederek mutlu olanlara, gözünden süzülen bir damla yaşa sevinenlere, İçinde köpüren nefret duygusuyla, isyan etmek istediğini biliyorum. İçinde yaşadığın çevrenin koca bir dağ gibi üzerine yıkıldığını, aldığın nefesin günden güne seni daha da boğduğunu hissediyorum. Gelip giderken bakılan gözlerin bir hançer gibi yüreğine nasıl işlediğinin de farkındayım.
Sana bütün samimiyetimle söylüyorum haklısın�
Bu haklılık karşılığını bulur mu diyecek olursan ? Umut pınarları var olduğu müddetçe neden mümkün olmasın.
Kendi başına büyü(tül)müşlüğün arasında gözünün bir damla yaşına bile aldırmadan alıp başını giden yıllara karşı hesap sorma vakti bir gün gelecek. O gün, mahşer günü gibi hesap defterini açacaksın. Kim bilir ne kadar birikmiş alacakların olacak geçmişten.
Hayallerini süsleyen yaşanmamışlıkların derin acısı bir yanda sızılarken, söylenen onca sözün kahpe bir kurşun gibi yüreğe işlemesi ise cabası.
Gelip giderken yürüdüğün şu kaldırımlarda, hangi taşı kaldırsan dikenlerini bile batırmayı öğrenememiş bir yaban gülünün ayak izleri, hayat hikayesi bulunmakta. Bugüne kadarda kimsenin o taşları kaldırıp neyin var deme samimiyetini göstermediğini biliyorum. Gözlerinden bir damla yaş düşse belki de yaşadığın şehir boğulacak. Bazen bir rüzgar olmuş vuran. Bazen sahte bir gülüş, bazen de hor gören bir bakış ezmiş körpe yüreğini. Küçük bir tebessümle bile mutlu olabileceğini keşfedememişler. Beklentilerinin tam tersine, yaşadığın bugün farklı olmamış evvelki günden. Çabaladıkça içine çeken bataklığa dönüşmüş hayat. Her sabah yeni bir hayata, yeni bir dünyaya uyanmak için nice umutlar biriktirmişsin yüreğinin bir köşesinde.
Maalesef kendine sorulmadan kurulan bir dünyanın hem suçlusu, hem de savcısı olmuşsun. Umutlar örmüşsün bazen gökyüzüne doğru. Sadece güneşe, tüm sıcaklığıyla karşılık beklemeden gülümsüyor diye, sadece güneşe gülümsemiş gözlerin.
İçinde yılların hıncıyla beslenmiş bir çocuk. Körpe elleriyle dikenler tutmayı öğrenmiş, kanayan ellerinin renginden almış kırmızı bir gül. Katnem kalabalıkların arasında kendine bir ortak bulamadığın bir dünya, umutlarını hep bir sonraki güne devrederek bu günlere gelmiş bir yaşam.
Ateşler içinde üşüdüğün olur kimi zaman. Bülbülün feryat sesi bir senin kulağına gelir. Kaçıp gitmek istersin, İçinde bir çığlık durmadan seni çağırır. Adaleti olmayan bu dünyada sen çabaladıkça hayat her defasında nankörce arkadan vurur. Köpürür yüreğin, bir nehir coşar içinde. Sevdalanmak istersin, sevdanı haykırmak istersin. Ama hem ayıptır, hem de kolay değildir yaşadığın ortamdan sıyrılarak sevdanı haykırmak. Şimdi savaşmak istesen. Ne kadar bastırmak istesen de hayatın omuzlarına, hayat dün gibi karşında durur.
Kırk atlıdır, Kırk haramidir her kes ganimetten payına düşeni almaya çalışan. Kör bir yılan gibi sokmak için zaman kollar çevrende bazı eş, dost, akrabalar. Kimi oh çeker, kimi tüh yazık, bir iç çığlık yankılanır kulaklarında. Yaşadığın her güne, geçirdiğin her bir geceye lanet edersin.
Hangi tarafından tutsan hayatın bir pamuk ipliği gibi elinde kalır. Kime anlatsan yaşadıklarını eski bir masaldan alıntı sanır. Keşke bırakabilsen de içindekileri, bir şarkı eşliğinde rüzgarda kanat çırpsa düşlerin. Ama yine de korkma, yılma şimdilik bir atlı karınca gibi dönse de umutların.
Aslında hayat yalnızca sana adil davranmıyor değil, tıpkı senin gibi bende katlanıyorum karanlığı bitmeyen aydınlığa. Kaybetti dedirtmemelisin, içindeki tükenmişliği bu güne kadar sakladığın gibi yalancı gülüşlerin ardına gizlemeye devam etmelisin. Bırak taştan sansınlar kumdan ördüğün kalelerini. Sen yinede firari olmak için taze tut umutlarını.
Zaman zaman sana ait olmayan düşlerde şekillendirmeye kalkarlar yaşamını. Bilmediğin senaryolarda geçer adın. Sormak gelir içinden büyük bir öfkeyle, hayat ben sana ne yaptım. Neden yükledin bunca yükü omuzlarıma, hangi suçun bedeli ödettiğin. İçten bir gülümseme ile baba bile demeyi çok gördün. Cici kızı, nazlı kızı olamadım annemin, içimdeki öfke sevgimi bastırdı. Annemin yokluğumuydu kızdığım, yoksa hayat, şartlar, bir türlü yüzüme gülmeyen kader miydi? Her nereye gitsem Annesizliğimi bir yük gibi sırtımda taşıyordum. Hep İmreniyordum mutlu aile tablolarına.
Yaşıtlarımın oyun oynadıkları çağlarda, fabrikalarda vardiya saatlerinde çalışmayı öğrenen bir çocuktum. Ellerimi kestiğinde makineler, canım yandığında annem diyemedim. Bir annem olmadığı için bağıramadım doyasıya, ekmek parasıydı yaşam. Sevginin tek başına karın doyurmadığını öğretiyordu hayat. Savunmasızlığımla çocuktum hayatın acımasız kollarında. Ağır mı geliyordu taşıdığım bu yürek? Nedir benden istedikleri, ruhum mu yoksa yalnızca bir beden miydi arzuladıkları?
Ruhsuz soğuk fikirlerini paylaşmamam, baş eğmeyişim miydi onlara? Yoksa bana önerdikleri çirkin teklifleri elimin tersiyle reddetmem miydi kızdıkları?
Varsın bundan sonra ne denirse densin. Ne söylenirse söylensin. Umurumda değil. Ömrümün en güzel çağlarını sana teslim ettim hayat; artık çek elini üzerimden. Artık görelim bitsin hesabımızı. Sen alacağını aldın şimdi sıra bende. Bana hesap ver hayat. Bana hesap ver diye haykırma zamanı.
İşte hayatının diğer bir yanında hasret, bir yanında özlem. Aşka kapatılmış bir yürek. Hep sonraya, sonraya diyerek ertelenmiş bir yaşam.
Söyle kim tutar ellerini, kim okşar saçlarını�
Ya hayallerin başlarsa hesap sormalara, ne cevap vereceksin. Bunca yıldır sırdaşın sarıldığın yastık, yorgan onlar mı konuşacak? Adını söyleyemediğin, düşlerindeki beyaz atlı prens mi canlanacak? Masallar keşke gerçek olsa�
Biri tutsa ellerinden, bütün geçmişi silse bir kalemde. Avuçlasa yüreğini yinemi hayır diyeceksin? Ya seni senden daha iyi tanıyan biri çıksa. Gözlerin ele verse seni, sesindeki titreyiş, bedenindeki sıcaklık. Hangi birini susturmayı başaracaksın. Söylesene ne kadar erteleyebilirsin aşkı?
Kimsenin, içindeki kendine has güzelliklerini göremediğini düşünürsün. Bazı günler gözyaşlarına boğulursun. Bütün hayatın alt üst edilmiş ve kendini bir hiç yerine koyarak, bir işe yaramadığını düşünürsün. Oysa sen yüreğini ne kara, nede borana teslim eden bir dağ çiçeğisin. Nice koca çınarlar devrildi yerlere, nice kayıplar verdik, nice sürgünler yaşadık.
Her şey yaşandı acısıyla tatlısıyla, kolay olmayacak ama bırak artık yaşananlar geride kalsın. Sana yazılan bu satırları okurken, belki birkaç damla yaş düşecek gözlerinden. Seni üzmek için değil sözlerim. Ama artık çevrene bakma zamanı geldi. Dün kuru bir ağaç bu gün nasılda yeşile büründü. Şimdi ise sıra gönlüne gelmesinde baharın.
Satranç oyunu gibidir bazen hayat, kimi zaman piyon olursun. Kimi zaman kale, belki vezir. Ama hayatı her zaman kontrol etmek mümkün olmuyor. Her zaman gülmüyor kader. Taşları, oyunu belirleyenler var. Kader dediğimiz o yüce güç, bu gün burada olmamızı buyurmuştur.
Şunu bilmelisin ki; hayat bazen şarkılara benzer, bazen acıklı, bazen neşeli, ama hepsi beraberce güzel. Her anı yaşanmaya değer. Dertler katran karası, kurşun gibi ağır ama söylesene acılar olmasaydı nasıl bilecektik mutluluğu. Hasta olmasak sağlığı. Bir temmuz ortasında susuzluğu� İşte hayat iyisiyle doğrusuyla ve yanlışıyla güzel. Hayat mevsim gibidir. Farzet ki şimdi zemheridesin. Hiçbir mevsim ömür boyu sürmez. Önemli olan içinde bulunduğumuz anı değerlendirmektir.
Uzun bir yürüyüş bu sabretmelisin. Dayanması zor biliyorum ve daha ne kadar dediğini de duyuyorum. Tahammülü zor ama sabretmelisin. Vakti geldiğinde toprakta çözülür. Tohumlarda yeşerir.
Ben kaç defa gittim kendi mezarıma. Ne kalabalıktı cenaze törenim, tanıyan tanımayan, seven sevmeyen her kes gelmişti. Tabutumu taşımak için sıraya giriyordu omuzlar. Sen hiç kendi cenazeni gördün mü ? Şimdi sakın bana bir daha ölüyorum deme.
Eğer hala ağlıyorsan sus. Neden ağlıyorsun. Ağlayacağına elini uzat.
Şimdi yüreğine bir yer bulma zamanı, Her şey aşkla doğar, çiçek doğaya aşıktır. Su vadiye, sevmeyi öğrenmelisin. Sevmeyi dene. Bak nasılda değişecek her şey. Aşkta insanlık için. Her zerresine kadar hükmediyor insanın. Gönül ferman dinlemez, vurulur bazen. Aşk ruhumuzda hayat bulmalı. Ruhunda yaşamayı öğrenmelisin.
Her doğuş bir ızdırap, fedakarlık ve yeniden varoluştur. Sevmek karşılıksız vermek demektir. Dağı deldirende, yanıp kül edende aşktır. Biliyorum her gönül bundan nasibini alamaz. Her gören göz göremez. Kimi gurura kaptırır, kimi kibire, kimi kine kaptırır. Sende gönlünü aşka kaptır.
Ama unutma aşkı bulan her şeyi bulmuş demektir. Kim bilir bir vakitsiz ay ışığında sende buluşursun.
Doğan ORMANKIRAN