- 511 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Şeytan ve Sözcüsü
Her Şeyin Üzerinde Gözetici ve Koruyucu Olan Allah’ın Adıyla
Şeytan, Allah’ın huzurunda "Adem’e secde etmesi" istendiğinde bu buyruğa direnmiş kibirlenip isyan etmiş, sapkın açıklamalar getirerek demagoji yapmıştır. Bahanesi de, insanın çamurdan, kendisinin ise ondan daha üstün olduğunu düşündüğü ateşten yaratılmış olmasıdır. Oysa Allah onun üstün olmadığını zaten bilmektedir, yaratan O’dur. Gerçekte çok zeki olan şeytanın yaptığı bu kıyas çok saçmadır ve baş kaldırısı için bir bahanedir.
Kur’an ahlakından uzak cahiliye insanının durumu da şeytanınki ile benzerlik gösterir. Şeytanın mantığında gördüğümüz gibi cahiliye insanı da, isyanına ve inkarına uygun bahaneler ileri sürer. Samimiyetsizliğini saklamak ve vicdanını rahatlatmak amacıyla şeytan gibi demagoji yöntemini seçer.
Şeytan, etkisine aldığı insanlara içlerindeki ‘nefisleri’ yoluyla sürekli sinsice bahaneler ürettirir ve bunun yöntemlerini gösterir. Kişi, şeytanın sözcüsü haline gelen nefsinin ve sürekli doğru yolu gösteren vicdanının sesi arasında sıkışır. Vicdan doğruyu fısıldar ancak şeytan da her an ve her durumda yaklaşarak kişiyi vicdanından uzaklaştırmaya çalışır.
Şimdiye kadar yaşamış bütün insanların dini yaşamamak için ileri sürdükleri bahaneler, teviller bu nedenle hep aynıdır. Çünkü hepsinin kaynağı aynıdır; şeytan ve emrindeki sözcüsü nefis. Kuran’da da yüzyıllardır insanların aynı bahanelerle din ahlakını yaşamaktan kaçtıkları bilgisi verilir:
Onlar bunu (tarih boyunca) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Hayır; onlar, ’azgın ve taşkın (tağiy)’ bir kavimdirler.(Zariyat Suresi, 53)
Hayır; onlar, geçmiştekilerin söylediklerinin benzerini söylediler. (Müminun Suresi, 81)
“Benim kalbim temiz, önemli olan da bu" ya da “Allah büyüktür, affeder” diyenler, iyi bir insan oldukları için cennete gideceklerini düşünenler, yaptıkları belli ibadetleri yeterli görenler yalnızca kendilerini kandırmaya çalışırlar. Aslında her ne kadar kendilerini kandırmaya çalışsalar da, bu kişilerin gerçeklerin bilincinde oldukları bir Kuran ayetinde şöyle haber verilir:
O gün, ’sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)’ yalnızca Rabbi’nin Katı’dır. İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir. Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile. (Kıyamet Suresi, 12-15)
Ayette de haber verildiği gibi her insan kendisine basirettir. Bu nedenle kişinin mazeretler öne sürerek gerçekleri örtmeye çalışması oldukça anlamsızdır. Kişinin kendisinden daha kötü insanların olması, annesinin ya da dedesinin dindar olması, arada muhtaç insanlara yardım etmesi ahirette ona yarar sağlamayacaktır. “Ben Müslümanım” demesi de, Allah’ın hoşnutluğunu gözeterek salih amellerde bulunmuyorsa kişiyi kurtaramaz. Her insan, “Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur. Şüphesiz kendi emeği (veya çabası) görülecektir.” (Necm Suresi, 39-40) ayetleriyle de bildirildiği gibi Rabb’inin huzurunda yalnız başına yapıp ettiklerinin hesabını verecektir.
“…Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39); Rabb’imizin huzurunda hesap, nefsi devreye sokamadan seri verilecektir. O nedenle tevil yapıp nefsi temize çıkarmaya çalışmak anlamsızdır.
Nefsin verdiği bir diğer telkin de, kişinin ibadetlerini tam olarak yapamıyor olmasına işlerinin yoğunluğunun neden olduğudur. Bu mazeret ise asla geçerli değildir. Kur’an’a tabi olmak isteyen her insan, önceliklerini yine Kur’an’a göre belirlemelidir.
Allah’ın sonsuz gücünden ve herşeyi kontrolünde bulundurduğundan gaflette olan kişi, yine nefsinin şeytani telkinlerinin etkisiyle yaşamı boyunca gelecek korkusuyla yaşar. Bu insan şeytanı dost edinmiştir ve nefsinin bencil çıkarlarını tatmin edebilmek için artık herşeyi yapabilecek duruma gelmiştir.
İmam Rabbanî, “Makam, reislik, yükselmek ve büyüklenme gibi nefsin arzu ettiği şeyleri ona vererek nefsi terbiye etmeye kalkışmak; hakikatte, Allah’a düşmanlık etmesi için ona yardım edip destek olmaktır.” der. O halde, insanın asla doymak bilmeyen nefsini beslemesi, en büyük düşmanı olan şeytana yardımdır; onu güçlendirmektir.
Nefis insanı Allah’ı anmaktan, O’na kulluk etmekten ve tavsiye ettiği din ahlakını yaşamaktan uzaklaştırmak için ‘boş’ işlere yöneltir. Kişi amaçsızca hiçbir yararı olmayan işlerle oyalanarak vakit öldürür. Oysa vakit, öldürmek için değil, kazanmak içindir. “Vakit geçirmek” deyimi de toplumda yerleşmiş bir şeytani telkindir ve kişi de o nedenle bunu çok meşru görür. İnsanın, ölümün yakınlığından tedirgin olurken, zamanını müsrifçe tüketmesi ne büyük yanılgıdır.
Mümin ise, yeryüzünde Allah’ın halifesi olduğunun bilincindedir ve yaşamını Allah’a kulluk etme ve Kuran ahlakını yayma görevi üzerine kurmuştur. Yüce Allah, "(Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın..." (Bakara; 193) ayetiyle, müminin yaşama amacını ve yeryüzündeki halifesi olmasının getirdiği sorumluluğu açıklar.
Samimi iman eden insan şeytanın etkisiyle nefsinde bahaneler üretmez, günlük yaşamının ve ibadetlerinin, tabi olduğu Kur’an’a uygun olup olmadığı konusunda titizlik gösterir. Çünkü bilir ki, “…Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Al-i İmran Suresi, 119)
Fuat Türker, Rast Haber
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.