- 1264 Okunma
- 21 Yorum
- 0 Beğeni
BİR KÖY VAR UZAKTA...(2)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sabahları oldukça erken kalkıyoruz, eşimle. Köy havası yaradı bize.Oldukça dinç hissediyoruz kendimizi. Rakı dışında kötü alışkanlığım da yok. O kadar da olacak. Efkarlandığımda bir kadeh yuvarlamak beni alıp götürür başka gezegenlere.İşte o zamanlar, ilham perileri etrafımda pervane olurlar.Hemen kağıt kaleme sarılıp başlarım aşk şiirleri yazmaya.Yazdığım şiirleri,eşime okur,onun fikrini alırım.Kurgusu çok kuvvetli olduğu için şiirimin bazı yerlerini düzeltir;
“Aşkta” vurguyu güçlü yapmalısın; sözcükler,hedefi on ikiden vurmalı,yüreğimi hoplatmalısın” derdi…
Anımsadığım bir şiiri el kol hareketleri ile gözlerinin içine baka baka sesleniyorum.
Issız ormanlarda;
Yapayalnız;sen ve ben
Bir de çocuklarımız,
Parlayan yıldızlar gibi
İşte bizim aşkımız…
Ne kurda kuşa yem ederim,
Ne de bırakır giderim,
Sonsuza dek ölesiye severim
Kadınım seni…
Şiir hoşuna gitmiş olmalı, dudaklarıma buse gönderiyor…
Çocukları, uyandırmaya kıyamıyorum.Hava puslu olmadığı zamanlarda güneşin doğuşunu seyretmek öyle haz veriyor ki bana. Güneşin ışınları, aheste aheste karşı Canik dağlarına doğru süzülüyor. Sonra da okulun(misafirhanemiz) penceresinden içeriye…
Hava puslu…Temmuz olmasına rağmen dışarısı soğuk. Kazaklarımız üzerlerimizde. Bahçedeki üç taşın arasındaki ocakta çalı çırpı tutuşturmaya çalışıyorum. Çalılar yanmamakta direniyorlar. Geceden üzerlerine düşen çise, ateşi zora sokuyor. İçerden kırılmış bal çıtalarından birkaç tane alıp getiriyorum. Ufak parçalara ayırıp, ateşin yanmasını kolaylaştırıyorum. Zaten çıtalar, çam ağaçlarından yapılmış; çıra gibi…İslenmiş alüminyum çay demliklerini, üst üste koyuyorum. Ateşin etrafını da eski bir su tenekesinden kesip düzelttiğim haliyle rüzgara karşı korumaya çalışıyorum.
Eşim, içerde bir şeyler hazırlamakla meşgul. Sabah menüsünde ne olabilir ki; yumurtalı çökelik sündürmesinden başka…Yumurtalar, Mehmet amcadan. Aldıklarımı deftere sayı olarak not ediyorum, tabi ki eşimin aldığı çökelik ve ekmekleri de… Karşılığında fazlasıyla para yerine bal vereceğim çünkü. Burada para tedavülden çoktan kalkmış durumda. Herkes, ihtiyaçlarını takasla karşılamaya çalışıyor. Bir somun ekmek alıyorsun karşılığında iki kilo buğday veriyorsun. Benim ihtiyaçlarım ise “bal” üzerine endekslendi.Ne aldıysam,ederi kadar bal vereceğim… İlkel toplulukların komün yaşantısı gibi geldi bana…İlk zamanlar çok yadırgamıştım.Ama zamanla alıştım.Kimse kimsenin cebindeki parasının hesabını yapmıyor.Zaten millette para yok. Bu yüzden de hırsızlık oranı sıfır.
Temiz oksijeni ciğerlerime dolduruyorum. Kömür kokusu,egzoz dumanı yok.Hafif bir kültür fizik;şınav çekmek,uyuşukluktan kurtulmamı sağlıyor.İşte sana ısınma hareketleri… Bayılırım bu hareketlere. Askerliğimden bu tarafa hiç sekitmemişim.Askerde nizami olarak kırkı,elliyi bulurken şimdi yirmiye gelince; göbek, yere yapışıyor ne yazık ki…Neyse yine de formda sayılırım. Birkaç kez on altı km.lik Sarıçiçek- Kat kasabası hattını yürüyerek gittim geldim,tüfek omzumda…Kendimi yokladım fena değilim. Yaş, hala genç sayılır, otuz yedi.(Şimdi:elli dört!)
Eşim Suzan, okulun penceresini tıklıyor. Eliyle işaret ediyor; “Demliği al da gel,kahvaltıyı hazırladım “dediğini anlıyorum. Çocuklar, uyanmışlar.Mahmurlu gözlerle yer sofrasına çömeliyorlar, hep birlikte; sabah kahvaltısını yapıyoruz.
Eşim ,
- Kahvaltıdan sonra köyün kadınları ile fırında ekmek atacağız,diyor.
- Peki, ben de arıların yanına gideceğim,hem başka arıcılar da gelmiş.Çadır kurmuşlar.Çadırda yatıp kalkıyorlarmış.Birkaç kez uzaktan gördüm ama yanlarına gitmek nasip olmadı.Onlarla tanışacağım. Olmaz mı?
Büyük oğlum Mithat’a
- Sen de gel istersen, diyorum.
İsteksiz gözlerle bana bakıyor.
- Arılar… diye fısıldıyor. Daha önceden arıların hışmına uğradığı için; anlıyorum ki, arıların kendisini sokacak olmalarından korkuyordu .Korkusu, dağları aşmış bir kez.Yanaşır mı hiç…
- Hadi ağabeyin haması(eşek) ile ormandan odun getireceğiz! Diyor.
- Tamam, nasıl olsa hamaya da binmesini öğrendin,dedim Güldü.O yaşında çelik gibiydi maşallah.(Şimdi de sırım gibi ,1.87 boy-80 kgr.)
Küçük Nihat’ım,
- Baba, marangoz amca bana tahtadan araba yapacak, söz verdi, diye seviniyordu.
-Peki, yine de annenin yanından ayrılma, köyün horozları gagalamasın seni.
Köydeki köpeklerden ziyade horozlar tehlikeliydi. Tavukların etrafında kanatlarını gere gere yürüyorlar. Maazallah; elinle:
“ Kişşşşttt” diye kovalamaya kalksan sana doğru efeleniyorlar valla.
Kahvaltıdan sonra tüfeğimi omzuma takıp arıların olduğu yere doğru yollandım. Havanın puslu hali kaybolmuş, güneş pırıl pırıldı. Bütün güzellikleri meydana çıkarmak için sabırsızlanıyordu adeta…Arılar, çoktan uçmaya başlamışlardı bile. Etrafta deve dikeni(eşek dikeni) uzun boyları ile selam veriyorlardı bana…Arılar,dikenlerinin üzerindeki polenleri,paçalarına yerleştirmek için sabırsızlanıyorlardı. Beyaz papatyalar, kırmızı gelinciklerin etrafına kümelenmişler sanki renk cümbüşü oluşturmaya çalışıyorlardı…
”Oh be hayat varmış.Teknolojiden uzakta doğa ile iç içe yaşamak ne güzel” diye haykırdım…Sesim yankı yaptı ormanların içerisinde.Kuşların serenatları,kulaklarımı okşamaya devam ediyorlar…Kekik kokuları, çam kokuları ile harmanlanmış şekilde burnumda mis gibi kokuyordu.(Mis’i köylünün yanında birkaç kez kullanınca Mehmet amca,uyardı.Bir daha söyleme diye.Çerkezce kadınların üretim organıymış)
DEVAM EDECEK!.
YORUMLAR
işte bizim köy dedimm o yıllara giderek...dedem buğdayla inciri yemiş dediğimiz ceviz o zamanlar beyaz leblebi takas ederdi yaşlı bir dedemiz vardı eşekle her yıl gelirdi...o kadar saf tertemiz kokusuz harikaydı iğde kokularına kadar yaşattınız..sağolunuz saygılarımla...
Temiz oksijeni ciğerlerime dolduruyorum. Kömür kokusu,egzoz dumanı yok.Hafif bir kültür fizik;şınav çekmek,uyuşukluktan kurtulmamı sağlıyor.İşte sana ısınma hareketleri… Bayılırım bu hareketlere. Askerliğimden bu tarafa hiç sekitmemişim.Askerde nizami olarak kırkı,elliyi bulurken şimdi yirmiye gelince; göbek, yere yapışıyor ne yazık ki…Neyse yine de formda sayılırım. Birkaç kez on altı km.lik Sarıçiçek- Kat kasabası hattını yürüyerek gittim geldim,tüfek omzumda…Kendimi yokladım fena değilim. Yaş, hala genç sayılır, otuz yedi.(Şimdi:elli dört!)
Yeni serin çok güzel ayhan Bey, ama merak ettiğim bir konu var hala öyle mi o köy? Yoksa orada da kömür kokusu var mı şimdi?
Geçmişe özlemdi yazınız. Gençliği, dağılıp giden çocuklara ve kısaca anılarda kalan ne varsa.
TTebrik ederim...... saygımla....
"Efkarlandığımda bir kadeh yuvarlamak beni alıp götürür başka gezegenlere.İşte o zamanlar, ilham perileri etrafımda pervane olurlar.Hemen kağıt kaleme sarılıp başlarım aşk şiirleri yazmaya"
Ben de diyorum benim ilham perilerim nerde? Babam bir kadehte hepsini alıp götürüyormuş benden, haberim yok...
E yani sonunda bana da attıracaksin bir kadeh :)))
Aysu'dan söz etmemişsin hiç, o zamanlar daha yoktu heralde...Çoluk, çocuk ne güzel bir tablo, Allah bu tabloyu hiç bozmasın, daim etsin baba... Suzan arkadaşıma çok çok selam...Sevgi ve saygıyla...
Sevgi Salman tarafından 3/2/2011 4:47:01 AM zamanında düzenlenmiştir.