13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1627
Okunma

İstanbul’a kış geldiğini ancak Aralık Ocak aylarında, ara sıra karın atıştırmasından, bolca yağan yağmurlardan anlardık. Havalar iyice soğur, şemsiyesiz dışarı çıkarsak, muhtemelen sırılsıklam dönerdik evlerimize.
Son birkaç yıldır yaşayarak gördüğümüz kadarıyla, ne kışları kış gibi yaşıyoruz, ne de ilkbaharı bahar tadında. Mayıs Haziran ayında sıcakların aniden bastırmasıyla, sudan çıkmış balık gibi şaşkın, ‘biz bu sene bahar yaşadık mı’ diye düşünüp duruyoruz.
Gecenin serinliğinin ardından, güneşin ışınlarını gönderdiği noktalardan başlayarak tatlı bir ısı yayılır, sabah serininde işe gidenleri, ana kucağı gibi şefkatle sarmalardı. Şehir içindeki korularda kuşların her türünün neşeli cıvıltılarla bahara verdikleri karşılama konseri, dinleyenleri huzura kavuştururdu.
Denizin serin havası, yavaş yavaş vuran gün ışınlarının eşliğinde, tatlı bir melteme dönüşür, martılar neşeli cıvıltılarla, kısmetlerini toplamaya balık tezgahlarının civarında, danslarına başlarlardı.
Ağaçlar henüz patlamış taze filizlerini biran önce büyütüp, beyaz gelinliklerini giymeye can atardı.
Erguvanlar, sümbüller, ıhlamurlar, iğde çiçekleri bayıltıcı kokularıyla, şehrimizde hala temiz hava alınabileceğinin sinyallerini bize ulaştırırdı.
Yıldız, Emirgan, Mihrabat ve Fethi paşa koruları, Çamlıca tepeleri rengarenk elbiseleriyle yaza merhaba demeye hazırlanırdı.
Son yıllarda, bu sene ben baharı yakalayamadım diye endişelenmemin bir kuruntu olmadığını artık anladım. Bu sene de İstanbul’a kış ancak Şubat sonlarında tam anlamıyla geldi. Büyük ihtimalle birkaç gün ilkbahardan sonra hooop kızgın yaz günleri!
Aferin biz insanoğluna! Kendi ellerimizle, havamızı, suyumuzu kirleterek, ekolojik dengeyi ne güzel bozmuşuz!
Allahü Teala’nın bizlere bahşettiği bu güzel yurdu, elbirliğiyle mahvetmeyi başarmışız.
Uzmanların bangır bangır bağırmalarına kulak asmayıp, sağlıklı çevremize zarar veren her ne varsa eksiksiz yerine getirmişiz.
Doğal yaşamı bitiren, canlıları yavaş yavaş öldüren kimyasalları, arıtmadan salıvermişiz büyük bir pişkinlikle güzelim akarsu ve denizlere.
Bir nehir ya da çay gördük mü kurmuşuz bir tesis, bırak ne kadar kanserojen madde varsa, su götürür mantığıyla.
Siz şimdi diyebilirsiniz, yalnız bizim ülke insanı mı suçlu! Asla öyle bir ithamım olamaz.
Dünyada ekolojik dengeyi, doğal kaynakları korumakla ilgili bir dizi toplantılar, kongreler yapılıyor. Ozon deliği büyüyor, buzullar eriyor, şunu şunu yapmazsak mevsimler değişir, zararları şunlardır. Sonuç … uygulama var mı, yalnız öneride mi kalıyor teklifler?
Bizler birey olarak çevremizi, sokağımızı temiz tutmakla başlayabiliriz işe.
İnsanımıza cadde ve sokakları nasıl temiz tutacağımızı küçük bilgilendirici skeçlerle anlatabiliriz.
En kolay kitle iletişim aracı televizyon. Eğitici programları en çok izlenen zamanlara beşer onar dakikalık sunumlar olarak serpiştirirsek, insanları sıkmadan izlettirebiliriz.
Ağız burun temizliği için, cebimizde mendil taşımayı, hobi olarak beslediğimiz hayvanlarımızı gezdirdiğimizde, onların doğal olarak yollara bıraktığı dışkılarını, faraş ve kürekle toplayıp, çöpe atabileceğimizi. İçilen sigara izmaritleri, yenen yiyeceklerin ambalajlarını, mutlaka çöp kutularına atmamız gerektiğini, evlerimizi nasıl temiz tutmaya özen gösteriyorsak, cadde ve sokakların da bizim evimizin bahçeleri gibi olduğu şuurunu, minik yavrularımıza kızmadan, örneklerle anlatmalıyız.
Yaptıkları her örnek davranışta onları ödüllendirip, temiz çevre bilincini körpe zihinlere yerleştirebiliriz.
Üç tarafı denizlerle çevrili, denizi ve balığı çok bol olan bu güzelim ülke dünyanın başka hiç bir yerinde yok.
Turistler neden ülkemizi çok ziyaret ediyor, bu doğa harikası, Rabbimin bizim ülkemize çok güzel bir armağanı .
Çocukluğumda onar yirmişer aldığımız uskumru ve palamut, neredeyse kayıplar kervanına katılıyor. Doksanlı yıllarda, akşamüzeri temiz hava almak için indiğimiz Marmara kıyılarında, eşimin kolayca tutabildiği lüfer, altınla aşık atıyor artık.
Dar gelirlinin alabildiği hamsi, on on iki liraya alıcı bekliyor.
Bir ülke insanı böyle vurdumduymaz, boş ver bir şey olmaz mantığında yaşarsa, kaçınılmaz son.
Korkarım birkaç yıl sonra torunlarımız, ‘babaanne sizin zamanınızda, hamsi, lüfer, uskumru diye balıklar varmış, onlar nasıldı’ diyecekler.
Öfff kışı baharı düşünürken nerelere geldim, sizin de gözünüzü yordum.
Sözün özü galiba baharlar artık birkaç günde geçip, hooop kızgın yaz günlerine merhaba diyeceğiz.