RUZİYE...
-Beni azcak seviyosan yap dediğimi …
-İsteme bunu benden ,kulun kölen olayım Ruziyem.
-Ölüyom ben ….Senin evlat sahibi olduğunu görüp öyle öleyim, esirgeme bunu benden.O gızı al, ben ölmeden al da gözüm arkada kalmasın,bileyim ki sevdalım da bu dünyadan muradını almıştır…
Celal kafasını sallayarak öne eğdi ya aslında ne yapacağını bilmiyordu. Nasıl yapacaktı böyle bir şeyi ,nasıl…!
Ruziyesini ilk gördüğünde 21 yaşındaydı.Askerden geleli bir hafta olmamıştı daha.Teyzesine annesinin kök boyasıyla boyayıp , yeni eğirdiği, halı dokudukları ipleri getirmişti.Avluya girdiğinde halı dokuyan teyzesinin yanında biri daha vardı.İçeri girer girmez önce bellerini döven saçlarını görmüştü .Teyzesi kızmıştı;
-Laaaannn , gapıyı tıklamadan dalınır mı heç, öküz damında mı yetiştirdik seni hergele, ört gız başını sende…
Badem gözlerini ilk gördüğünde yaşlı yaşlıydı. Utanmıştı çünkü, yaş dolmuştu gözlerine. Kötü kötü baktı ya ,ah keşke öyle bakmaz olaydı da o ateş içine böyle düşmeyeydi ! O gözlere nasıl vurulmuştu ilk bakışta. Ama iyike gördüm be diye geçirdi içinden .Aşkın ne olduğunu nereden bilecekti yoksa…
Şimdi ne zor bir durumdaydı. Leylak kokulu Ruziyesiyle hiçbir sorun yaşamadan kızın onca talibi olmasına rağmen bir çırpıda evlenmişlerdi.Tek evin tek oğluydu.Babasını çok küçükken kaybetmişti ama anası becerikli ,ayakları üzerinde durabilen, has bir kadındı.Babasından kalan malı çar-çur etmeden üstüne de katıp düzenlerini korumuş, Celal’e emanetini teslim etmişti.
Evlenmişlerdi ya çocukları olmamıştı Ruziyesiyle. Rabbi onlara öpüp koklayacakları, aşklarıyla büyütecekleri ,sevdalarıyla terbiye edecekleri bir evlat nasip etmemişti.Celal için önemli değildi ya anası da ,sülalesi de işin garip yanı Ruziyesi de yiyip bitirmişlerdi kendilerini.Ne yaptılarsa olmadı ama, olmadı…
İki senedir de hastaydı bağrı yanık, kalbi yufka Ruziyesinin. Kaldıramamıştı bu ağır yükü, adı batası o kötü hastalığa yakalanmış, verem olmuştu. Götürmediği doktor kalmamıştı sırma saçlısını ya günden güne eriyip bitiyordu. İyi de bakıyorlardı,üstüne titriyorlardı ama doktorlar demişlerdi ki ;sanki iyileşmeyi istemiyor…
Yaklaşık bir senedir o güzel kafasına ciğerlerine giren mikrop gibi bir mikrop girmişti . Kim aklına soktuysa beddua ediyordu o gavura !
Evlenmesini istiyordu tek aşkı. Nasıl isteyebiliyordu böyle bir şeyi anlayamıyordu o bile erkek kafasıyla. İstemeyi bırak gidip kız bile bulmuştu koynuna sokmak için. Çocuğu olmuş ama çocuğuyla beraber eşini de bir kazada kaybetmiş bir garibandı.
İlk duyduğunda nefesi kesilmişti acıdan Celal’in ya, hem hastalığı, hem de içinde bulunduğu nazik durumdan dolayı,öyle boş boş bakıp hiçbirşey diyememişti dünya ahret tek sevdasına…
-Gurban olduğum, biliyon ben bi evlat viremedim sağa, hemide kötü hastalandım.Şincik diyomki , azıcık seviyosan aha bu gözü toprağa dönmüş garını , bulduğum gızınan evlenivir. O da gariban,o da dutuncak dal arıyo, yoldaş olursunuz birbirinize.Hemide bi evlat virir belkim sağa.Gırma beni bak hele, son isteğim senden bu. Evladını vir gucağıma da bende rahaaaat rahat gidiiim öteyana…
Ne çok yalvarmıştı dudu dillisi ne çok! Hakkımı helal etmem diyordu ,gözüm açık gider diyordu başka bir şey demiyordu.
Ben Celal amcayı Ruziyesi öldükten çok sonra tanıdım…
Ali bizi köyüne pikniğe davet etmişti kurban bayramında. Ali kasaptı. Köyüne pikniğe gittiğimizde et almıştık dükkanından, ondan sonra da devamlı müşterisi olduk. Senelerdir her bayram ilk bize gelir ,kurbanımızı keser ,bayramlaşır ve şehire çok da uzak olmayan köyüne geri dönerdi.
O bayram bizi köyüne davet etti ve gitmezsek çok darılacağını, eşinin de hazırlık yapıp beklediğini söyledi. Davete icabet ettik. Çocuklar gelememişlerdi .Dedeleri ;
-Soğuk olur bu mevsim köy yerleri siz gidin, deyip bırakmamıştı…
Pikniğe gittikçe gezerdik aslında bu her yanı yemyeşil, suyu tertemiz ,havası mis gibi küçük dağ köyünü ama sanki başka bir yere gitmiş gibiydik ve çocuklar gibi şendik…
Çok misafirperverdi Ali’nin ailesi . Hanımı becerikliydi , hani derler ya elli ayaklıydı. Çok memnun kalmıştık bu geziden. Akşam dönmek üzereyken, hatta tam kapıda vedalaşırken koşarak gelen bir çocuk Ali’ye seslendi;
-Ali abiiii,Ali abiiii,
-Noldu len, niye bağrıyon yeni doğmuş buzaklar gibi,
-Buban seslendi ,hele çabuk gelsin dedi, iyi değilim dedi ,
Ali ne yapacağını bilemeyince ;
-Hadi ne duruyorsun atla arabaya da gidip bakalım ,dedik.
İlk orda gördüm Celal amcayı. Hasta yatağında,ateşler içinde yatarken…Ali ne yapacağını bilemedi önce ,ilk tedbir biraz üstünü hafifletip ,alnına koltuk altlarına soğuk bezler koyduk. Bayram üzeri doktor bulmak çok zordu. Ali ;
-Karşı köye yerleşmiş bir doktor var. Bu halde götürmeyelim babamı. Doktoru alıp gelelim , kırmaz beni, devamlı müşterimdir , iyi adamdır , dedi.
Biz gelin hanımla Celal amcanın yanında kaldık.Gelin hanım huzursuzdu ama ,
-Abla sen bi beş dakka kalıversen yanında da ben çocukları kapıp gelsem yalnız galmasalar , ayıp olur mu sağa,
-Bence sen çocukları alıp gelme yazık, akşam oldu, ihtiyaçlarını gör,hem ses de olmasın amcaya, ben seve seve kalırım yanında,hatta uyutabiliyorsan uyut ,seninde kafan rahat olsun, gözün arkada kalmasın, git sen….
Gelin hanım hızlıca gitti ve biz Celal amcayla baş başa kaldık. Elektrik sobasının çıkardığı hırıltılı sesten ve amcanın inlemesinden başka ses yoktu yatsı ezanı okunana kadar.
Celal amca kara kuru, uzun boylu bir adamdı. Yetmiş yaşlarında vardı yoktu. En fazla gözleri etkiledi beni ilkten. Yüzüme sen de kimsin gibilerden baktığında gözlerinde acıdan başka bir şey okuyamadım nedense! Ateşini kontrol edip bezleri değiştirdim ve sobayı söndürdüm. Tek ses Celal amcanın sesi kaldı ve o kaca adam bir çocuk gibi içini çeke çeke birden ağlamaya başladı…! Ağlarken bir taraftan da sayıklıyordu,
-Ruziyeeeem , Ruziyeeeemmmm…Beni niye sensiz kodun Ruziyeeeem…. Al benide yanına aaaalllll ....
Tek hatırladığım hikayesini bile bilmeden yüreğimin yandığıydı. Allah’ım bir ses bu kadar mı kalpten gelebilirdi. O yangınla nasıl olduğunu bile anlamadan yanaklarımdan damla damla yaşların aktığını hissettim sadece. Celal amca ağlıyordu, ben ağlıyordum…
Doktor gelene kadar Celal amca sayıkladı, ağladı ve bana hayatımın en unutulmaz , acı anlarından birini yaşattı…
O gece oğlu Ali yanında kaldı. Doktor bir iğne yapmış,ilaçlarını ayarlamışlar.
Bizde geri dönmedik ve yatıya kaldık. Dönebilirdik ama dönemedik çünkü ben Celal amcanın Ruziyesini merak ediyordum…
Gelin hanım bize güldür güldür yanan sobanın başında,çaylarımızı içerken Celal amcanın hikayesini anlattı. Ruziyesini, birbirlerini nasıl sevdiklerini ,nasıl vereme yakalandığını, kendi eliyle ciğerparesini nasıl evlendirdiğini ve Celal amcanın kucağına Oğlu Ali’yi aldığı gecenin sabahında öbür aleme, Ali’nin adını sayıklayarak ,Celal amcanın kucağında gözlerinin içi gülerek nasıl göç ettiğini…
Gelin hanım anlattı, anlattı ,anlattı …
O gece uyuyamadık , bir ara amcayı kontrol ettik, iyi olduğunu görünce acil her durumda haber vermelerini, gece gündüz geleceğimizi söyleyerek, artık devamlı görüşmek istediğimizi belirterek ,onları da davet ederek, gelin hanımla öpüşüp koklaşarak, ağlaya ağlaya sabah ezanları okunup güneş bir boy yükseldikten sonra köyden ayrıldık.
Köyden çıkarken soğuk olmasına rağmen camı açıp nefes almak istedim .Hüzünlü bir aşka tanıklık eden o köyün havasını içime çekmek istedim.
Sanki ,yol boyunca sıralanan kavakların yaprakları hışırdarken, sessiz sessiz , tatlı tatlı sesleniyorlardı ; Ruziyeeee, Ruziyeeeeee ,Ruziyeeeee ……
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.