- 1203 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
BİR KÖY VAR UZAKTA!..
Altımda java motosikletle dağa doğru tırmanıyorum.Önümde küçük oğlum Nihat(o zaman üç yaşındaydı),arkamda eşim,onunla aramızda da büyük oğlum Mithat vardı.Düşmesin diye belimden sıkı sıkı kavramasını tembihlemiştim.
Yol kıvrım kıvrım.Arada bir aşağılara doğru baktığımızda Kazova ovası(Tokat-Turhal arasındaki ova) sanki ayaklarımızın dibinde. Rakım yükseldikçe hava serinliyor.Yaylalardaki otlayan hayvanlar,gözümüze çarpıyor.Yaylacılar,çoktan taşınmışlar,eski taştan kulübelerine. Uzaklardan koyun köpeklerinin havlamaları duyuluyor.Bir yakalasalar bizi var ya;hiç şansımız yok.
Çocuklar,sevinç içerisinde.Sevinçleri,köye gidiyor olmalarından değil,motosiklete binmelerinden. Elliye yakın arı kovanımı daha önceden gelip, ormanın uygun bir yerine yerleştirmiştim.Her gün,bu on altı kilometrelik yolu gidip gelmektense köyde kalmak daha iyi olur düşüncesiyle,köyün muhtarına:
- Muhtar, bana iki aylığına kalacak bir yer ayarla,çol çocuk geleceğim,haberin olsun,dedim.
İki sınıflı okulu ayarlamış.
“Gel yerin hazır ziraatçı” dedi.
Zaten o köyde benim çalıştığım bölgeye aitti.Yani o köye gitmekle görev bölgesinden çıkmamış oluyordum.
Onatlı kilometrenin bitiminde köyümüze vardık nihayet.
-Bu köyün adı ne diye sordu, büyük oğlum.
- Sarıçiçek, dedim.
Motoru istop ettim etmesine ya meraklı gözler hemen etrafımızı sardı.Zaten beni tanıyorlar.Çol çocuk da olunca hemen misafir etmek istediler.İlk evin misafiri olduk. Sağ olsun Mehmet amca(ölmüş),bizi içeriye buyur etti.Toprak zemine hasırlar serilmiş salonda oturduk.Çay falan ikram ettiler.Hal hatır sorma,hoş sohbet derken biraz zaman geçti.Diğer bayan komşular da geldiler hanımı görmek için.Arada kendi ana dillerince konuşuyorlardı. “Çerkezce”. Kafkas Çerkezlerinden.Dedeleri,yıllar öncesi 93 Harbinden sonra gelmişler.
Misafirhanemize taşındık.Sıraları yan yana getirdim.Üzerine de muhtarın getirdiği yatağı serdik.Burası bizim iki ay yattığımız oda oldu.Çocuklar da yanımızda.
Tam zirvede olan bir köy.Evler,birbirlerinden uzak değil,toplu.Köyün tazyikli suyu yok.Köyün tam ortasında bileğim kalınlığında akan çeşmenin suyu yetip de artıyor.Evlerde tüp yok. Hala ocakta odunlar yanıyor.Yemekler,odun ateşinde pişiyor.Onaltı kilometre aşağıda sebze bol miktarda varken,burada sıkıntısını çekiyorsun.Yaz mevsimi, buraya geç gelip, erken gidiyor.Patatesten başka bir şey yok. Çocuklar ilk önceleri şaşırdılar,
- Nasıl yaşayacağız burada? diye.
- Yaşayanlar nasıl yaşıyorsa bizler de öyle yaşayacağız, dedim.
Kaderlerine razı olmak zorunda kaldılar.Büyük oğlum,Mehmet amcanın liseye giden oğlu ile hama(eşekle) odun getirme işini çok sevdi.
- Mithat,hamanın yularını sıkı tut,kaçmasın.
Mithat,birkaç gün sonra eşeğin üzerine tek başına binmekten oldukça zevk almaya başladı.
Yandaki marangoz komşunun yaptıkları,küçük oğlumun dikkatini çekiyordu.Adamcağızın çocuğu olmuyormuş.Benim küçük oğlanı bağırlarına bastılar,eşiyle birlikte…
Eşim Suzan,çoktan alıştı üç tane taşın arasında ateş yakıp da yemek yapmaya,harlı ateşde çay demlemeye…
Kısa zamanda sevdik bu Çerkez köyünü.
Sarıçiçek…Ne güzel sıfat…Sarıçiçek…Benim saçlarım gibi sarı.Çocukluğumda seslenirlerdi bana.
"Sarı oğlan!"
Geceleri, Kaz ovasındaki köylerin bir de karşı dağların yamaçlarındaki köylerin ışıklarının yandığını görüyorum.Böcekler ötüyor.Yakınlardan kurt ulumaları duyuluyor…
DEVAM EDECEK!