- 378 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İnançları Terörize Etmek 4
4-] Hatta günün hay huyu içinde bir sağ eylemci, yolunu çevirip yakaladıkları kişilerin sağcılığını, solculuğunu anlayabilmek için tartışmalı bilgiye yönelik anlamaları da, yoktu. Ancak yakaladıkları kişilere , “Fatiha” süresi gibi sadece kendilerinin de rahatlıkla bilebildiği ezberleri okuyabilenleri sağcı dinli, imanlı, vatansever vs. addedip, bırakıyorlardı. Diğerlerine günün icabı olansüreği ne ise onu uyguluyorlardı.
Yurdumuzda sağ düşünceyi bir alternatif fikir olarak değerlendirmek yerine; sağcı= inanır tamlaması yapmak, yurdumuz halkçı gerçekliğine aykırı olmasa gerek. Bu yüzden eşitliğe karşı olan eylemci bir pek çok sağ inanır, kendisine söylenen talimata inanır. Kendi inancını da çoğu kez tam bilemez. Bilmediği için gözü karadırlar. Kendisine anlatılanın dışına da çıkamazlar. Tamamen kendi inancının gereği olan anlamalardan oluşan bir formatlanmayı kendileri kendilerine, öz eleştiri olarak yapmalı idiler ki; bir anlayan, bir yorumlaya bilen ol sundular.
Söz gelimi kutsal kitapta, geçmişteki “ezenle (rızkı olanla), ezilen (rızık sız olan) çelişkisinin” o günkü toplumların, kendi iç ilişkileri içindeki toplumu ve halkı tedirgin edici güncel sarsıntılarına karşı, şöyle bir çözüm bulmuştular. Ve bu sorunun çözümüne ilişkin eşitliğe değin, Nahl süresi 71. Ayette, eşitliğe dek (eşitliğin sapıklık sayılmayıp) şöyle bir denişin buyurması vardır. Elbet eşitlik anlayışlarınız farklı olacaktır. Hatta konjonktürse bile olmayacaktır. Ama eşitliği söyler olmak, inancımızca da sapıklık değildir.
Sn. Elmalılı Hamdi tefsirine göre: “ Allah rızk bakımından kiminizi kiminize göre üstün kıldı. Fazla verilenler, rızklarını ellerinin altındakilere vermiyorlar ki, eşit olsunlar. Şimdi Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?”
Yine Sn. Yaşar Nuri Öztürk çevirisinde de: “Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kılmıştır. Fazla verilenler, rızklarını ellerinin altındakilere aktarıp da hepsi onda eşit hale gelmiyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar?”
Yine diyanet mealinde de: “ Allah kiminize kiminizden daha bol rızık verdi. Bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere verip de bu hususta kendilerini onlara eşit kılmazlar. Durum böyle iken Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?”
Sağ, sol olaylarında, egemen sınıf olmakla rahatı kaçanların, işin provokasyonunu yapanların amacı bellidir de, sade ve çoğunun; samimiyetine özde yürekten inandığım, eylemci sağcı bir inanıcın, kendi telkindi inançlarını, kendilerince terör ize boyutuna götürttürülürlerken, kutsal kitabın bu emrine muhaliflik edip etmediklerini, hiç düşünüler mi?
Her akımın, her ideolojinin ve özelde de her kişinin; mutlaka kendisini toplumun ve halkın bilen bilinçli bir vicdani kanaatlerine ve doktrinlerinin insan ve toplum yararı kriterlerine göre bir öz savunması yapması da gereklidir. Değilse tarafların terör ize sınırları içinde kalması kaçınılmazdır.
Aslında sağ düşünce, gelenekti, görenekti, itaatçe bir muhafazakârlık gibi halksa anlamalar üzerine oturan bir akım olmakla güncelin ve geleceğinde bilinçli olan tasarım, tutum geleceği planlama ve geleceği şekillenen toplumsa kuramları da üretir. Ama bizim geçmişteki halktı eylemci sağda bunları görmek mümkün değildi. Elbette ki bilinçsizliği kabul etmeyen sağ düşünce entelektüeller de pek çok vardı. Ama bunlar eylemlere etken değildi. Her iki tarafın eylemlerini egemen güçler yönlendiriyordu.
Bu yazı, 20.10 2010 tarihli, akşam ana haber bültenini dinlerken haberleri daha henüz en başlarda iken, bir kısmını dinleyip, daha sonraki haberleri dinlemekten vaz geçişimin belirmesidir. Belki de duyarlıklı bir yurttaş olmanın, sıkıntısı ile haberleri dinlemekten vaz geçmiştim.
Konu türbana özgürlüktü! Görüşler tasnifçi (sınırlayıcım) olmayışıyla, ver yansın edişle muhtelifti. Örneğin; ’Bu bir din ve vicdan özgürlüğüdür’ diyen siyasiler mi arasınız! ’İster başörtüsü deyin, ister türban deyin, diyeni mi? ’Bu tarz giyinmeye toplumda bir serbestlik,’ diyen siyasilere mi hasretsiniz! ’Bırakın insanlar istediği gibi giyinsin, inandığı gibi yaşasın’ diyenler mi görmek istersiniz? Yoksa ’Bunlar oyun oynuyor’ diyenleri görmedim mi diyeni arasınız. Yok, yoktu.
Tüm bunlar yetmez gibi bir de, ’Okula çarşaf ile geleni nasıl tanıyacaksın’ diye adeta cevher denli olanı mı arasınız! Yoksa ’Üniversiteler arası kurul bu alanı düzenlemekle yükümlüdür’ diyen akılcı bir konuşmayı mı ararsınız! Vs. vs. Bunlar mı bizi yönetiyorlardı, diye düşündüm bir an!
Bu görüşleri dile getirenler, bırakın sorunu çözmeyi, sorunu anlamakta bihaber ize olup, sorunun parçası oluyorlardı. Üstelik olmayan sorunu, yukarıdaki söylemler gibi garip algılatmaların, alan dışı akla uygunluklarından, yoktan haklılık zemini çıkarıyorlar ve mağdurluklar yaratıyorlardı!
Örneğin; eğitim bir toplumsal konu idi. Çünkü eğitim herkes sel, toplumsal oluşuma dek bir yüküm eşme idi. Sağlığın korunması da herkes sel, toplum sal sözleşemeye ve müesses yüküm eşilmenin zorunluluğu idi. Yine güvenliğin sağlanması, herkese değin olan; müesses olan, toplumcu bir yüküm eşilme idi.
Bilimsel bir çalışma ve araştırma geliştirme, yine herkese hitap eden; toplumsa bir yüküm eşilme idi. Vs. Ama başın örtüsü, herkese değin, toplumsal olan; bir yüküm eşilme değildi. Bu ayrımı bilmeyen, ya da bilmezden gelenlerin indirgemeci tavrıyla açılan bilmezlikti her bir tartışmaları, sokakların polarize edilecekten, kişilerin ve sokağın terörizmce duygu olmasına, neden oluyordu.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.