- 2504 Okunma
- 14 Yorum
- 0 Beğeni
OSMANLI'DA HAREM HAYATI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
OSMANLI’DA HAREM HAYATI
Bilindiği üzere Türkler, kendi tarihlerini kayıt altına almamışlardır. Orhun Abideleri, Türklerin bilinen tek yazılı kaynağıdır. Yerli ve yabancı yazarlar ve araştırmacılar, Türklerin tarihi kaynaklarının yeter-sizliğinden dolayı Çin, Arap, Rus ve Moğol kaynaklarına başvurmuşlardır. Elde edilen bu bilgilerin doğruluğu halen tartışma konusudur. Mesela: İran kaynaklarında Türklerden Yecüç ve Mecüç diye bahsedilmektedir. Hâlbuki İslam Önderi Hz. Muhammed (s.a.v) Türkleri pek çok kere övmüş ve bu övgüleri hadislerde yer almıştır.
Günümüzde pek çok gazetecinin, sanatçının ve televizyoncuların kendi ilgi alanına girmeyen konu-larda topluma bilgi sunmaya çalıştığını şaşkınlıkla görüyoruz. Bu konulardan bir tanesi de televizyon dizisi olarak gösterilen “Muhteşem Yüzyıl” dizidir. Yapımcıları, diziye bir takım ilaveler yapmış, bu ilave bilgiler tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Bu dizide Osmanlı sultanlarının kadın, şarap ve zevk-ü sefa düşkünü olduğu aktarılmaya çalışılmış; ünlü Osmanlı araştırmacıları da, Osmanlı’da Harem Hayatı’nın bu şekilde olmadığını anlatma gereğini duymuşlardır. Karşı taraftan bazı yazarlar ve araştırmacılar, özellikle Türk tarihini ve tarihe yön veren ecdadımızı acımasızca eleştirmeye de-vam ediyorlar. Bu eleştiriyi yapanların ellerinde hakiki anlamda bir bilginin ve belgenin olmadığı ünlü Osmanlı tarihçileri tarafından defalarca dile getirilmiştir. Sürekli gündeme gelen, hakkında çeşitli kitaplar ve makaleler yazılan Haremi ve harem hayatı hakkında yaptığım araştırmaları aktarmak istiyorum.
Harem: Harem binası kalın duvarlarla çevrilidir. Etrafında harem ağalarına ait binalar ve diğer ocak-ların daireleri vardır ve buraya ulaşılması mümkün değildir. Haremde yaşayanlar; harem içinde ve bahçesinde dolaşırlarken sürekli salâvat-ı şerife getirirlerdi. Odaların kapıları ve duvarları ayetler ve hadislerle süslenmiştir. Harem dairelerine harici kişilerin girmesi mümkün değildir; ancak zorunlu hallerde harem ağaları ve tabipler girebilmiştir. Osmanlı Harem hayatı ile ilgili bilgileri veren yabancı seyyahların ve tarihçilerin girilmesi imkânsız olan bu dairelere nasıl girdiği ve nasıl bilgi edindikleri hayret vericidir. Bu kişilerin yazdığı kitaplar ve makaleler ne acıdır ki bizim aydınlarımız tarafından referans olarak gösterilmektedir. Bu kaynaklar, Osmanlı tarihçileri tarafından defalarca tenkit edilmiş ve çürütülmüştür. Çürütülen o kaynaklardan bir örnek:
I. Ahmet dönemi: Bu dönemde Venedik elçisi Ottavinano, gizlice Revan Kasrı’nın önünde bulunan havuza kadar girdiğini ve padişahın cariyeleriyle nasıl ilişki kurduğunu anlatmış; bir kısım insanlarda bu çürütülmüş kaynakları referans olarak insanlarımıza aktarmaktan çekinmemiştir.
18. yüzyılda yazlık sarayların boş haremlerini gezmekle yetinen batılı birkaç yazar, Osmanlı Harem Hayatı ile ilgili görmek isteyip de göremedikleri kısımları kendi ön yargılarıyla doldurmaya çalışmış-lardır. Osmanlı Harem Hayatı’nı bizzat gördüğünü iddia eden bu zavallılar, havuzu görmüşler; ancak havuz sefalarını kendileri ilave edip, tasvirini çizmişlerdir. Bu zavallıların başka bir şey çizmeleri mümkün değildir. Zira kralları, kendi harem dairesinde kadınlarla bu şekilde zevk-ü sefa içinde yaşı-yordu. Osmanlı Sultanlarını da bu şekilde düşünmüşlerdir. Kendi kralları, gözdesi olmuş kadınların çıplak resimlerini sarayların duvarlarına çizdirmiş ve hatta heykellerini yaptırıp sarayın başköşeleri-ne diktirmiştir. Edep ve hayâdan yoksun kişilerin Osmanlı Sultanlarındaki edep ve hayâyı anlamaları elbette beklenemezdi.
Topkapı Sarayı duvarlarında yazılı olan Kuran ayetlerinin, turistlere aşk şiirleri olarak tanıtılması oldukça düşündürücüdür. Ayrıca padişahların Hünkâr Sofrası’nda çıplak cariyeleri seyrettiği iddia edilmektedir. Oysa Hünkâr Sofrası Dairesi’nin duvarlarında Bakara Suresi’nin 257. ayeti yazmakta-dır. Yazılı olan yedi ayetten birinin anlamı şöyledir: “Allah kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp azarak) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi?” Osmanlı sultanları, şımarmamayı, az-mamayı ve gerçek hükümdarların nasıl olması gerektiğini her gün hatırlamak amacıyla bu güzel aye-ti bu dairenin duvarlarına yazdırmıştır.
Padişahlar ancak eşleriyle, validesiyle ve çocuklarıyla Hünkâr Dairesi’nde sazlar eşliğinde eğlenir-lerdi. Padişahların bu şekilde eğlendikleri bilinirken; yarı çıplak cariyelerin padişahların huzurunda, havuz başında eğlendikleri tamamen uydurmadır, tamamen hayal ürünüdür. Çünkü duvarlarda ayet-ler yazılıdır ve bu ortamda böylesi rezaletlerin yaşanması da zaten mümkün değildir. Hal böyle iken; bizler hiçbir zaman yaşanmamış sahneleri alıp, doğru kabul edip, kendimize duyduğumuz saygıyı tamamen yok ediyoruz!
1909 tarihi yakın bir tarihtir. Bu tarihe kadar Harem Dairesi’ne padişahtan başka hiç kimsenin gir-mediği bilinmektedir. Ancak önceki dönemlerde olduğu gibi bu dönemde de zaruri haller hâsıl ol-muş, Harem Dairesi’ne ancak Harem Ağaları ve hekimler girebilmiştir. Haremi görenlerin hatırala-rında bu durum çok net anlatılmıştır. Şayet hamam sefaları olsaydı bu hatıralarda mutlak surette ifade edilecekti.
Durum böyle iken akıllara şu sual gelmektedir. Harem hayatı nasıldı? Bu soruya şu şekilde cevap verebiliriz. Harem: tek idarecinin; yani Valide Sultan’a ait, padişahın bile bozamayacağı çok kesin ve katı kuralları bulunan, yüzlerce genç kızın eğitim aldığı, sonuç itibariyle de devletin önemli makam-larında görevlilerle telli-duvaklı ve çeyizli evlendirildiği bir kızlar mektebidir. Zira esir alınarak veya satın alınarak alınan cariyeler ilk etapta “Acemi statüsü” ile saraya ayak basarlardı. Bu cariyelerin sarayda padişah ile görüşmesi asla mümkün olmamıştır. Bu noktaya gelebilmeleri için cariyelerin iyi bir eğitim almaları gerekirdi. Zekâsıyla, güzelliği ile dikkat çeken cariyeler hemen keşfedilip, özel eğitime tabi tutulurlardı. Sarayda bulunan yüzlerce cariyenin ancak % 10’u bu guruba girebilmiştir. Bu gurup içinde valide sultanın dikkatini çekebilenler; has odalık hizmetinde padişahın hizmetine girerlerdi. Şayet Has Odalık görevinde bulunan cariyelerin, padişaha yakışan iyi bir eş olduğu fark edilirse ikbal mertebesine yükselirdi. İkballer, ancak padişaha bir evlat verdiği takdirde Kadın Efen-di mertebesine yükselirlerdi. Kadın efendilerin Valide Sultan olabilmeleri için de doğurduğu erkek çocuğun tahta çıkması; yani padişah olması gerekirdi. Görüldüğü üzere; Osmanlı padişahları iste-seydi o dönemin en güzel kızlarına Roma ve Bizans döneminde olduğu gibi resmigeçit yaptırıp, be-ğendiği cariyeleri seçebilirdi. Bunu yapabilecek hem siyasi ve hem de dinsel imkâna sahipti. Padi-şahlar harem dairesine girerken, iç kısma haber verilir ve padişahın geçeceği yol üzerindeki dairele-rin kapıları kapatılır, es kaza bir cariye padişah ile karşılaşacak olursa yaptığı büyük bir saygısızlık sayılır ve o cariye derhal cezalandırılırdı. Padişahların, bu durumlara meydan vermemek için; ayak sesleri duyulsun diye ayaklarına yüksek topuklu takunyalar giydikleri Osmanlı tarihçileri tarafından ifade edilmiştir.
1700’lü yılların başında İstanbul’a gelen İngiltere Büyükelçisi’nin eşi Lady Montague’nin şu ilginç mektubuna bir göz atalım: “Bu milletin din ve töreleri hakkında eksik bilgilerimiz vardır. Dünyanın bu tarafına seyrek geliniyor. Gelenler de ticaretten başka bir şey düşünmeyen tüccarlar. Türkler ise, bunlarla yüz-göz olmayacak kadar ağırbaşlıdırlar. Bu sebeple; tüccarların getirdikleri bilgiler yalan-yanlış oluyor. Belki de dünyanın bütün kadınlarından daha hür…. Hayatı hiç aksatmadan, zevkle süren, kaygılardan uzak yaşayan, boş vakitlerini komşu ziyaretleriyle, hamamlarda yıkanmakla, ya da bol para harcayıp, yeni modalar çıkarmakla geçiren yeryüzündeki tek kadın, Avrupa’da hiçbir saray düşünemem ki, orada yabancı bir kadına karşı bu kadar namusluca davranılsın. Hamamda iki yüz kadar kadın vardı. Hiç birinde bizdeki gibi alaycı gülüşmeler ve fısıldanmalara rastlamadım. Üs-telik benim için ‘güzel, çok güzel’ dediklerini işittim. Bir kadının, bir başka kadın için ‘güzel’ diyebil-mesi hayal bile edilemez. Konakların hepsinde bir harem dairesi ve cariyeler vardır. Ancak bu cariye-ler evin hanımına ait hizmetçiler. Evin erkeği, ömrü boyunca bunları yolda görse tanımaz. Ne kadar garip değil mi? Kış geceleri toplanıyorlar, geç saatlere kadar öyle güzel ve saf eğleniyorlar ki, zama-nın nasıl geçtiği hissedilmiyor. Her evde misafir odaları var. İkram ve misafirperverlik, Türklerin ya-şama kudreti gibi bir şey…”
Çok tartışmalı ve ağır bir konu olan Harem’i ve Osmanlı’da Harem Hayatı’nı birkaç sayfaya sığdıra-bilmek elbette mümkün değildir. Amacımız; kendimizle ve geçmişimizle barışma çabası içinde ufa-cık bir damla olmaktır.
Eksik ve yanlış bilgilerle koskoca Türk tarihini sorgulamaya çalışanlara Lady Montague’nin bizzat görerek yazdığı bu belge cevap niteliği taşımaktadır.
Türk tarihini yerden yere vuran yerli ve yabancı yazarlara ve araştırmacılara şu soruyu sormadan edemeyeceğim: Yaptığınız araştırmalarda; hangi Avrupa ülkesinde köle bir yabancı kadının “Valide Sultan” olduğunu gördünüz? Bu hadiseyi ancak Osmanlı idaresinde görebilirsiniz.
Halit DURUCAN
YORUMLAR
Estağfurullah efendim,amacım ne sizi eleştirmek,ne yargılamak ne de yalanlamak değildi.Siz kendinizce ulaşabildiğiniz bilgiler ışığına kendi görüşünüzü de yansıtarak ele almışsınız,bu açıdan söz söyleme hakkına sahip değiliz emeğinize teşekkür dışında.Sadece ben de kendimce düşüncelerimi ifade etmek istedim.Üzüldüğüm bir konuydu da hep yabancıların tercih edilişi ve de hiçbir Türkün adının geçmeyişi sarayda.Kendi zihnimde sorguladıklarım,kendimce yanıtlar verebildiklerimdi.Padişah eşlerinin hep yabancı oluşu yalan da değil üstelik.Neden bu yabancı merakı,neden Türk kızları tercihi değil padişahların? Neden üst düzey görevlerde hep yabancılar?Bu sorulara yanıt arayışım.İster valide sultan tarafından seçilmiş,ister resmigeçitte padişahça seçilmiş olsun,seçilenler hep yabancı esir alınmış ya da sulh adına yine yabancı devlet başkanlarının padişahlara sundukları kızlar oluşu gerçeğini değiştirmiyor.
Temkinli yaklaşmak gerekir diye düşünüyorum ben.Çünkü karalama maksatlı yazılmış birçok kitap dolaşmakta ortalıkta,net bir kayıt da yok Osmanlıyla ilgili.Hep falancanın dedikleri,filancanın dedikleri.Hangisini doğru kabul etmek gerek,bizzat şahit olmayışımızla?Bu gün bize aktarılan bilgilerin en doğrusu bile aktaranın bakış açısı ve görüşlerince de ele alınmakta,o nedenle ben ne her yönüyle ak,ne de her yönüyle kara diyemiyorum Osmanlıya.Günümüz devletinin bile pek çok bilgisinden haberdar değilken tüm gerçeğiyle,yüzlerce yıl öncesini ise eldeki onca eksik belgeyle bilmemiz ve de net olarak şudur dememiz mümkün değil.Doğrusunu ancak Allah bilir.Lakin gerçeklere de herkesin bakış açısı da farklı olacaktır şüphesiz,kimsenin kimseyi,sen neden böyle düşünüyorsun diye yargılama hakkı yoktur diye düşünüyorum! Selam ve saygımla efendim.
Gecedevriyesi
yazınızı tebrik ediyorum ve güne getirip pek çok insan tarafından okunmasını sağlayanları..
ama
yazı ortada dururken n.kaygısız'ın hangi yazıya yorum yazdığını anlamak güçlüğünü de yazmadan edemedim
ne demek haremin -yazıda da anlatılmışken- savunulur bir tarafı olmadığını söylemek...ilginç !!!
Gecedevriyesi
Malumunuz,yemeyenin malını yerler!Biz geçmişimize sahip çıkmazsak,araştırmazsak,belgeri tırım tırım saklarsak olacağı bu.Zaten karalamak için bekleyen onca düşmanı varken ülkenin!.. Dizinin kurgu olduğu,pek çok yanlışlığından belli,giyim,konuşma,tavır ve yaşam biçimleriyle,en sıradan kişi bile gözlemleyebilir bunu.Lakin o kadar da pir-ü pak göremiyorum ben.Ne demek,ele geçirilen ülkelerin kızları ve oğlan çocuklarını esir almak,ne hakla saraya kapatıp esir hayatı yaşatmak?Çevresine eş temin etmek,eğitim vermek ne üzerlerine vazife? Neden Anadoludan bir tek Türk kızı padişaha eş seçilmemiştir.Neden sarayda özel eğitime tabi tutularak padişaha hazırlanan Türk kızları yoktur?Neden üst düzey mevkilerde Türk gençleri değil de hep yabancılar vardır?Nedendir bu yabancı düşkünlüğü? Hani dörtle sınırlıydı eş sayısı,padişah da nihayeti bir kul olduğuna göre ona neden bu keyfiyet?Sorulacak soru da,söylenecek söz de çok muhakkak!Özetle o denli de masum değil saraydaki hayat bilinenleri kadarıyla!
Gecedevriyesi
Gecedevriyesi
ülkemizi kendimizden değil de başkalarından dinlemek..izlemek..düşünmek..araştırmak hata SEVMEK hatası sürdüğü sürece bu günlere de şükürler olsun diyelim mi..!
insanlar bilinçlendikçe "inanacakları" değişmese de doğruların araştırılmasına olan ilgileri artmaktadır..buna da şükür diyerek beterin beteri var misaliyle kendimizi kendimizde değil..başkalarında var etmeye son verelim yeter başlangıç olarak..!
Gecedevriyesi
Gecedevriyesi
Size ne kadar teşekkür etsek azdır Arkadaşım...Yerinde ve zamanında akan bir damlaydı yazınız...İzninizle Face sayfamda paylaştım.Doğru bilgiyi yerine ulaştırmakta bizim görevimizdir elbet.Umarım damlalarından okyanus oluşur.
Selam ve saygılarımla...
Gecedevriyesi
Dizi ilk başladığı sıralarda NTV de dizinin Senarist'inin konuşmasını dinledim. '' Harem ile bir bilginin kendisinde olmadığını hatta bu konuda arşivlere rastlamadığını ve harem konusunun tamamiyle kendi hayallerine ait bir kurgu olduğunu söyledi. Bunun üzerine artık ne denebilir ki... Ama tabi ki halkın, tarihi bir bilgi içermeyen hayali çeşitli harem romanlarını dahi (adı üstünde roman) tarih kitabı sanıp tarih kitabı niyetiyle okuyanların olduğu bir devirde ben gerçek kişiler üzerinden bu tür kurgular ile diziler hazırlanmasını kesinlikle kabul edemiyorum. Devlette kabul etmemeli kanunlar ile koruma altına almalı kimsenin tarihimizi kendi keyfine göre karalama hakkına sahip değil! Kaldı ki harem hayatı Kanuni döneminden 20 yıl sonra başladığını Osmanlı arşivlerinden yararlanan tarihcilerimiz tarafından bildiriliyor. Ve Osmanlı Sultanları aynı zamanda birer Halife idiler.
Bu tür dizileri ve savunucularını şiddetle kınamaya devam edeceğim. Bir tarihcimizin dediği gibi geçmişini tanımaya anlamaya başlayıp geçmişinle barışan milletimize bu dizi bir misillemedir...
Yüreğinize sağlık.
Kutluyorum.
ÜZÜMKARASI tarafından 2/26/2011 11:10:55 AM zamanında düzenlenmiştir.
Gecedevriyesi
ben de bu yazıya farklı bir bakış açısıyla küçük bir katkıda bulunmak isterim...
diziye dair söylenebilir pek çok şey olabilir elbet.fakat bunu sinema eleştirmenlerine bırakmak en doğrusu..bir tarihçinin bile bunu yapması pek akılcı bişey olmaz.. çünkü sanat eleştirmenliği farklı tarihçi olmak farklıdır.herkes kendi sınırları içinde kalmalı.
hiç değinilmeyen bir husus var..mah-i devran..kadının yaşadığı trajedi..
vurgulanan insani boyutlarıyla diziyi kutlamak gerek.
hangi çağda olursa olsun harem anlayışının savunulabilir bir yanı olduğunu sanmıyorum..
saygılarımla..
n.kaygısız tarafından 2/26/2011 1:57:26 AM zamanında düzenlenmiştir.
Gecedevriyesi
Tarihi olaylara bakış açımızda üç tane şaşılık gözlemliyorum:
1-Yaşanmış olayları bugünün şartlarına ve değer yargılarına göre yorumlama hastalığı,
2-İdeolojiye göre tarihi olayları yorumlama şaşkınlığı,
3-Karşılaştırma yapmadan(O dönemdeki çağdaş ülkelerdeki uygulamalara bakma)ahkam kesme.
Umarım hakkıyla güne gelen bu yazı yine kahve ağzı ve bilgisiyle acımasızca eleştirilmez.
En çok ta ne idüğü belirsiz bir iki sözde tarihi roman okuyup ta karşımıza çıkıp ahkam kesmelerine şaşırıyorum.
Zemini kırmızı yapmanız okumamı zorlaştırdı sayın yazarım.
Yazının bitişini çok beğendim.