Birdenbire
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sırılsıklam ve eskimiş duygularımla baş başayken
Kapağı açık gardırobun üst rafında gördüm onları
Bilmem ne yumuşatıcısıyla yıkanmış olmanın mağrurluğu vardı bembeyaz havlularda
Onlar kullanılmadıklarından ağlamaklıydı
Ben ise kirlenmişlikten…
Soğuktan yanmış ellerimi ılık suda beklettiğimde mi geldin aklıma. Aylar sonra ilk kez…
Tüm dünyayı unutmuş iki yorgun vücut olup saklandığımız, liman benzeri restoranlardaki hallerimiz mi beni gülümseten.
Gemiler için güvenilirliği temin eden anaç limanlar yüzündendir o şehirlerin dostane havası.
El adamı ne anlar bizden.
Bu koşturmaca ne, neden kan ter içinde bu sevgililer diye düşünürler miydi, bizi dikizleyen o karı koca. Nerden geldiğimizi merak ederlerdi muhakkak. Soluk soluğa iken bile tek düşüncemizin kadeh tokuşturmak olması tuhaf gelirdi onlara.
Dar vakitlerde yaşanmış bir aşk hikâyesiydi bizimki.
Olgunlaşmadan tüketilen meyvelerin kaderine benzeyen bir sevdaydı.
Çarçabuk oldu her şey. Hız yetersiz kalır tanımlama için. Birdenbire çok uygun olurdu, sıfat olabilse. Cümleten diye tabirleşebilir izin verilirse. Tüm kombinasyonları ve farklı gidişatlı senaryolarıyla, tüm ana karakterlerin aynı anda sundukları performanslarının abartılması yüzünden çöken sahnenin acısı, o tozun dumanın çileden çıkardığı bakışlar, gürültünün dindirdiği yankı, tavan merteklerin çökerttiği omuzlarımız, ağlaşmadan geçen on yılın kısa özeti gibiydi.
Birdenbire geçti seneler. Göz açıp kapama kısalığına sığdırılmış koca bir aşktı bizimkisi.
Çoğu ayrılıkların üzerinden geçmiş olmamı anlamam için, yaşamam gerekiyormuş. Anlaşılmamış acıların, tarifsiz, et koparan türden olduğunu fark etmem için bugünü yaşamam gerekiyormuş.
Bir şey olacak ve biz barışacağız. Bu cümlenin gölgesinde geçmişti son yılım. Evden ayrı geçen bir sene boyunca bu avuntu ile ayakta kalmışım meğerse. Bir olay sonrası, hatırlanmış bir güzel anı yüzünden, yaşanmışlığın damakta bıraktığı hoş tadın hatırına bir gün eve dönmemi isteyecek diye düşünmenin ümitli bekleyişi ile geçivermiş koca bir yıldı bu.
Evdeki her eksiği görmekte üstüme yoktu evliliğimizde. Tuvalet kâğıdının bitip bitmediğini, kahvaltılıklardaki eksiklikleri, bakliyatı, yağı takip ederdim. Biter bitmez yenisini almış olur ona bunların yokluğunu hissettirmezdim. Tüm bunları övündüğüm mühendis zekâmla yaparken en mühim şeyi tamamlamak aklıma gelmemişti. Sevgi. Ondaki en büyük eksiklik, ‘’gözlerine tüm dünya benimmiş gibi baktığım günlermiş meğer. Ellerini tutarken güneşi tuttuğumu ona hissettirmekmiş eksik olan.’’
Ne güzel cümleler bunlar. On yıllık eşimin edebiyatla uğraştığını bugün mü öğrenecektim. Ben bu kadar uzak olmayı nasıl becermiştim?
Şimdi elimde tuttuğum bu mektup, yüzüme çarpan şamar getirdi beni kendime.
‘’Göğsüme burnunu bastırıp tüm kadınlığımı içine çeker gibi titremelerini özledim. Çocuk gibi ağlamalarını, dizime uzanıp kirpiklerinle beni gıdıklamanı- farkında bile değilmişim bunun- kahvaltıyı hazırlayıp beni öperek uyandırmalarını özledim ‘’ diyor.
Kaybettiğimin ne olduğunun ağır bir özetiydi yazdıkları. Ne olmuştu da ben kendime bile yabancı bir hale gelmiştim. Bilemiyorum.
Tek bildiğim artık onun olmadığıydı.
Bundan sonrasına ilişkin umudumu kursağımda bırakan bu mektup, terleyen parmaklarımda buruşmayı beklerken, en son ben bir şey demeliyim takıntısı içimi sıkmaya başlamıştı bile.
Zarfın içinden küçük bir postit çıktı. Bizi hep güldüren kalemlerle yazılmış bir yazıydı bu. Rengi ise özenle seçilmiş kadar abartılıydı. Siklamen. Postit yerine yapışkanlı kâğıt dememi isteyen TDK bir yandan, tüm bu göndermeleriyle üstüme bir çuval gibi kapanan eski- bunu derken içim acımadı mı ne?- karım öte yandan kuşatırken beni. Yalnızlaşmıştım bile.
Kanırtılmış parmak uçlarıma emanet notalar, özgür bırakılmayı bekleyen tiratlar, su gibi akmak için telaşlı içkiler; büyülü atmosfer yaratma çabasındaki bu akşam güneşi, dans eden sığırcıklar, inadına gözüme batan boş sandalye, kaldırmak zorunda olmadığım klozet kapağı.
Fazlaydılar ve ağır.
İnsaf biraz anılar, tek tek gelin üzerime.
23.02.11
Nadir
YORUMLAR
’Göğsüme burnunu bastırıp tüm kadınlığımı içine çeker gibi titremelerini özledim. Çocuk gibi ağlamalarını, dizime uzanıp kirpiklerinle beni gıdıklamanı- farkında bile değilmişim bunun- kahvaltıyı hazırlayıp beni öperek uyandırmalarını özledim ‘’ diyor.
Sevdiklerimizin değeri,kaybettikten sonra daha iyi mi anlaşılıyor dersiniz...
Duygusal bir yazıydı...
Tebrikler efendim. Selamlar.
Evdeki her eksiği görmekte üstüme yoktu evliliğimizde. Tuvalet kâğıdının bitip bitmediğini, kahvaltılıklardaki eksiklikleri, bakliyatı, yağı takip ederdim. Biter bitmez yenisini almış olur ona bunların yokluğunu hissettirmezdim. Tüm bunları övündüğüm mühendis zekâmla yaparken en mühim şeyi tamamlamak aklıma gelmemişti. Sevgi. Ondaki en büyük eksiklik, ��gözlerine tüm dünya benimmiş gibi baktığım günlermiş meğer. Ellerini tutarken güneşi tuttuğumu ona hissettirmekmiş eksik olan.��
Ne kadar güzel bir yazıymış ve güne gelmeseymiş fark edilmeden kaybolup gidecekmiş. Anılarınız gibi... Yazının ana teması bence seçtiğim bölümdü ve çok güzeldi. Biz insanlar bazı şeylerin değerini ancak kaybedince anlıyoruz. Hele sevgi... Dağlar kadar olsa bile yüreğimizde neden vermekten esirgiyoruz ki sevgimizi? Ya da verdiğimizi sanıp da vermiyor muyuz. İşte öyle bir şey...
Tekrar tebrik ederim.
saygımla...