"Sahiplenmeyeceksin..."
Hz. Peygamberin sünnetine uymakta çok "titiz" olduklarını her fırsatta "fizikî ibadetlerinde" sergileyen kimi müslümanlar, Hz. Muhammed’in ağzından; "Refah içinde yaşamayın, ya da zengin olmayın!.." gibi bir söz duymadıklarını, bu yüzden de zekatı verilmek şartı ile müslümanların kendilerine ait(!) zenginliklerini, kendi nefslerinin her türlü dünyevî refahı tatması yolunda sarfetmelerinde bir beis olmadığını söyleyip duruyorlar...
Hz. Peygamberin sünneti deyince, O’nun ibadetler ve dünyevî olaylar karşısındaki tutum ve davranışlarını ve hatta söz ve düşüncelerini anlıyorsak, bu müslümanlara şunları hatırlatmak isteriz ki; daha Hz. Resulullah’a gelmeden evvel, Kuranı Kerim’in hiç bir ayetinde Allahû Teâlâ, "namaz kılmayanlara" lanet okumamış ama "namaz kılıp da, fakir fukaranın hakkını gözetmeyenlere" l anet okumuştur! Buna en güzel örnek de, Maun suresidir. Merak eden açar, okur.
Gelelim zenginlik meselesine...
Hz. Resulullah’ın, kimseyi zenginlikten men etmediğini, bu yönde bir söz ve davranış içinde olmadığını söyleyenlere şunu sorarız: Hz. Peygamber mal ve para biriktirmiş midir? Hayır!.. Arkasında miras bırakacağı kimi kimsesi yoktu da, ondan mı? Hayır!.. Peki, buna muktedir olamadığı için mi vefaatında; geriye bir gömlek ile bir hasırdan başka bir şey bırakmadı?!.. Çocukluğundan bu yana, ticaret kervanları ile gitmiş gelmiş, yük indirip yük bindirimiş, mal almış mal satmış, para almış para vermiş ve hülâsa, "çekirdekten yetme bir tüccar" denebilecek vasıflara sahip bir insanın, geride bıraka bıraka ne bıraktığını, nasıl ve neden dikkate almaz da bunu , görmezden, bilmezden gelirsiniz?!.. Hz. Resulullah, para biriktirmekten, servet yığmaktan-haşâ-aciz biri miydi?!.. O’nun her sünnetine uyup da, dünyevî hayat karşısındaki bu tavrını, O’nun sünnetinden saymıyor musunuz yoksa?!..
Bir diğer husus da, "çağın sağladığı refahtan faydalanma" meselesi...
"Refah" tan anladığımız, haberleşme ve öğrenme imkânlarından, taşıma araçlarından, ısınma ve serinleme teknolojilerinden, barınma ihtiyacımızı gören meskenlerimiz içinde rahat ve huzurumuzu sağlayacak teknolojilerden faydalanmak ise, bunda bir beis yok! Ancak, hayatın her alanında "haddi aşmamayı" tavsiye eden bir dinin mensupları, bir tarafta, bir sonraki öğünün kaygısını çeken "kardeşleri"(!) varken; mesela, "dev ekranlı" televizyonlara milyarlar saymakta birbirleri ile yarışıyor, ihtiyaçlarını görecek makûl "binekler" yerine, devasa araçlara yüzbinlerce dolar sayabiliyor, binlerce dolarlık giysiler giyiyor, takılar takıyor ve nihayetinde günün diledikleri zamanlarında, malûm ihtiyaçlarını güven içinde rahatça giderebilsinler maksadı ile ihtiyaç duyulan ve adına konut ya da ev dediğimiz yapılar için milyon dolarları saymaktan çekinmiyorlar ise, bırakın "din kardeşliğini" bir tarafa, ortada bir "insanlık" sorunu var demektir!
Ha, siz zekât "veriyordunuz" ama değil mi?!..
Peki, "ilmi dileyene, zenginliği ise dilediğine veren Allah" ın, (tıpkı canınız gibi), size "emanet ettiği" servete, nasıl "benim" diyebiliyor da, size ait olmayan bir şeyi "adresine teslim etmekle vazifeli iken"; "ben veriyorum" diyebiliyorsunuz? Halbuki, siz sadece, sizde "emaneten duranı" hak sahiplerine teslim etmekle yükümlü insanlar değil miydiniz?.. Kendiniz bir "emanetçi" iken, nasıl oluyor da kendinizi "mal sahibinin" yerine koyarak; "veriyorum işte!" diyebiliyorsunuz?!.. Ayrıca, siz, sizde bulunan emanetin büyük bir kısmını kendiniz için alıkoyup, ancak cüzî bir kısmını mal sahibinin talimatı doğrultusunda, verilecek yerlere vermekle, "emanete hiyanet" de etmiş olmuyor musunuz?!..
"Kâr etmek, sermaye biriktirmek olmasa, bilim ve teknik bu kadar ilerler miydi ki?.." diyorsunuz mesela... Bu sorunuza şimdilik şu cevabı vermekle yetineceğim: Newton, yerçekimini keşfettiğinde, Arşimet, suyun kaldırma kuvvetini bulduğunda, Galile; "Dünya yuvarlaktır" dediğinde, kaç para kazanmayı umuyorlardı? Keza, Albert Einstein, "izafiyet teorisini" ortaya koymak için kimden, kaç para aldı, ya da "bu teorisini kime, kaça sattı da, cebine kaç para attı?!.."
Şimdi, her müslüman şunu bilmeli ki, "nefs" in isteklerinin sınırı yoktur, hiç bir şeye "yeter" demez!.. Yine her "müslümanım" diyen iyi bilmeli ki, insanın canı bile "kendine" ait değilken, nasıl oluyor da; nerede, ne zaman ve nasıl teslim edeceğini bilemediği "emanet bir can" ile yeryüzünde dolaşıp durduğu halde, biraz durup "tefekkür etmek", "şükretmek" yerine, adeta gözü dönmüş bir şekilde, ha bire mal yığmayı, ha bire para istiflemeyi bu kadar çok arzulayabiliyor? Kimilerince(!) burun kıvrılan şair Can Yücel, "Sahiplenmeyeceksin" isimli şiirinde bakın ne diyor:
Sahiplenmeyeceksin
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin O’ nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile ço k sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Sadece ucundan tutarak..
Diyecek başka bir şey kalmış mı?!..
İlle de "sahipleneceğim" diyorsan, güneşi, güneşin sıcaklığını sahiplen, ayı, masmavi gökyüzünü, şu cennet vatanını, emeğini, denizleri, alınterini sahiplen! İnsanca, insan gibi "yaşamayı" sahiplen, dostluğu, sevgiyi, aşkı, insan olmanın şerefini, insanları ayırmadan, onlara kardeş gibi yaklaşabilmenin hazzını sahiplen! Yüce Allah’ın gözlerine sunduğu güzellikleri, derince içine çektiğin tertemiz havayı, huzur ve sağlık içinde yiyebildiğin bir lokmanın mutluluğunu sahiplen! Önce insanlığını ve "hakk" ı keşfet de, insanlığa ve insanlığına sahip çıkmanın emsalsiz huzurunu yaşa kardeşim...
A. Hüsnü Sezgin