- 1410 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İlki zordur her şeyin
NEYZENCE
“İlki zordur her şeyin”
1 Şubat 2011 – Salı
Dünyada hiçbir şey yoktur ki ilki kolay olsun. Aklınıza ne gelirse düşünün, göreceksiniz ki haklıyım. İlk şarkı söyleme tecrübenizden tutun, ilk fotoğraf çekmeye hatta poz vermeye, ilk flörtünüze kadar. İlk yazıyı yazmakta öyledir. Her ne kadar tecrübeniz bile olsa, yeni bir mecrada yazmaya başladığınız da eski heyecanları tekrardan yaşıyorsunuz.
Yıllar önceydi, Bursa’daydık ailece. Babam rahmetli Alamanyalı Muzaffer Efendi kesin dönüş yapmıştı. İş kurmaya ve memleketinde tutunmaya çalışıyordu. Tüm aile Almanya sonrası şartlara alışmaya gayret ediyorduk. O yıllarda tevafuk, Bursa’yı bilenler Atatürk caddesini ve Tayyare Kültür Merkezini de bilir. Ulu camii tarafından gelirken ilk kez bir neyzen usta ile tanıştım. Mütevazı bir tezgâh ve üzerinde boy boy neyler. Mansur, kız, yıldız, sipürde vesaire. O yaşlarda her birinin ayrı akord olduğunu bilemiyordum, öğrendik sonradan. Neyzen ustanın da adını ve mesleğini öğreniverdim bir solukta. Ben sordum o söyledi, Orhan camii müezzinlerinden Hamdi efendiymiş. Etli, geniş bir kamış ney tavsiye etti, güzeldi, elime aldım, büyülendim, sanırım zamane parası ile 10.000 liraydı. Üzerimde yoktu o kadar, almak istedim ama dedim ya param yetmez, istemeyerek geri verdim. Almadı Hamdi Bey, “sonra verirsin,” dedi. Şaşırdım, utandım, çekindim. Israr etti, canıma minnet aldım ama zor oldu, ilk kez başıma gelen bir durumdu bu…
Eve heyecanla varışım (cebimde olanı verdiğim için dolmuşa verecek para kalmamıştı ve eve Setbaşı İpekçilik yokuşundan yürüyerek gitmiştim) hâlâ aklımdadır. Sabaha kadar denemeler yapmış, fazla üflemekten sarhoş gibi olmuştum. Bana bu iyiliği yapan muhterem sonraları ilk ney hocam olmak lütfûnda da bulundu. Minnettarım. Allah binlerce kez razı olsun, amin.
O heyecan ve merakla musıkî cemiyetlerini, tasavvuf müziği gruplarını gezdim, dolaştım. Yer aradım kendime. Beş ay sonunda ilk kez ses alabilmiş kısa zamanda Emrem Yûnus’un “göçtü kervan” adlı hicaz ilahisini üflemeye başlamıştım. Bende ki heyecanı görmelisiniz ama dünya umurum değil. Ertesi yıl Erdinç Çelikkol yönetimindeki Bursa Belediye Konservatuarına yazıldım. Yıl 1986 ve ben 14 yaşındaydım. Fazla devam edemedim, erken yaşta çalışmaya başlayınca yarım bıraktım eğitimimi ama musıkî merakım geçmedi. Hâlen amatörce de olsa sürdürürüm, onca yılın ardından. Ama konservatuardaki ilk dersin heyecanı ve ilk ritim vurmaktaki zorlanmam unutulur anılardan değildir. Sofyan (4/4) usûl vurulurken arka sıralarda oturan iki üç genç dikkatimi çekmişti. Farklı şeyler söylüyorlardı, herkes “düm teka düm tek” derken meğer onlar “bitse de gitsek” diyorlarmış. Tanıştıktan sonra bende katıldım aralarına, beraber söyledik.
İlk işe girişim, ilk mesai sabahı ve işçilerle beraber ilk öğle yemeği hep heyecanlıydı, zor geliyordu başta hepsi, sonra nasıl alışıyorsunuz anlamadan, bilemiyorum. İstanbul’da iş buluştum üç dört yılın ardından. Bir tiyatro topluluğu davet etmişti, turne yapıyorlardı. Toparladım eşyalarımı ve merhaba dedim İstanbul’a. Nasibimiz buradaymış o gün bugündür İstanbul’dan ayrılamadım, istesem de beceremedim. “Neyzen” mâhlası Bursa’dan hatıra kaldı, iş çevresinde ve arkadaşlar arasında hep “neyzen” lâkabıyla çağrıldım, çağırılıyorum…
1992 senesinde ney üfleyerek ve bağlama çalarak müzikli sohbetler düzenlemeye başladım, bir vakit sonra programın adı da “neyzence sohbetler” oldu, bu sene 19. Yılı, devam ediyoruz vakit oldukça, davet geldikçe. Neyse efenim söyleyecek söz çok, lâkin yerimiz dar.
Devamını bir sonra ki yazıya saklayalım, bâki selamlarımla…