HEY TAKSİ!..
Sizin oralarda havalar nasıl bilemiyorum ama, İzmir bugünlerde yağmurlu… yağmur da ne yağmur ama… Hani derler ya: “Bardaktan boşanırcasına” aynen öyle… İşin garibi bir yağıyor, bir diniyor… Yağdığı zaman sanırsınız ki bir tufan… Dindiği zaman da günlük-güneşlik… Öylesine kararsız, öylesine değişken bir hava… E ne yapalım alıştık artık. Havanın azizliğini bildiğimiz için, bu mevsimde en önemli aksesuarımız: Şemsiye…
Bazen şemsiye de kâr etmiyor… İki adımlık mesafeyi bile taksiyle gitmek zorunda kalıyorsunuz. Tabi sizi götürecek taksi bulabilirseniz !..
Efendim geçen gün, yine öyle günlerden biriydi. Bol yağmurlu yani… Nasıl yağıyor, nasıl yağıyor!.. Otobüse binsem, malum trafik arap saçı… Ancak mesaiden bir-birbuçuk saat sonra varabilirim iş yerine… E, vapurla geçeyim dedim karşıya… Hiç olmazsa Pasaport’a iner oradan bir taksiye binerim… Aynen öyle yaptım… Vapur balık istifi… Yalpalaya yalpalaya vardık Pasaport’a… İner inmez açtım şemsiyeyi… Yağmur bir yandan, fırtına bir yandan ilerlemek ne mümkün!.. Güç bela geçebildim caddenin karşısına… Bir grup öylece taksi bekliyoruz… Malum çiftçiler için olduğu kadar, taksiciler için de bereketli bir gün. Müşteri gani… Vız vız geçiyorlar, ama dolu olarak… Boş olduğunu anladığımız taksiye grup olarak hücum ediyoruz… Ama binebilmek o kadar kolay değil… Taksicilerde bir çalım bir çalım… sanırsınız ki görücüye çıkan kız babası… Önce, bir ön elemeden geçiyoruz. Duran taksici şöyle bir tepeden tırnağa süzüyor bizi… Sonra da o ahret sorusunu soruyor: Nereye?.. En uzak mesafeyi söyleyen şanslı… Binip, gidiyor gideceği yere memnun-mutlu… Kalanlarsa kederli… Bir sonraki boş takside arıyoruz şansımızı…
Hurraaa o yöne, hurraaa bu yöne koşuşturmakla bir yarım saatin geçtiğini fark ediyorum. Ama kararlıyım mutlaka bir taksiye bineceğim. Yağmur da şiddetini arttırmakta kararlı… Bir de şemsiyem ters dönmez mi rüzgârdan… Sırılsıklam olduğuma mı yanayım, işe geç kaldığıma mı?..
Grup olarak yine yanaşıyoruz boş bir taksiye… Yine o beklenen soru: Nereye?...
Tepem atıverdi birden:
“Savcılıktan iyi hâl kağıdı da getirelim mi?.. Muhtarlıktan ilmühaber?.. Noterden tasdikli nüfus kayıt örneği?..”
Kızgınlıkla söylene söylene ayrılıyorum gruptan… Bir yandan da elimi kaldırıp kaldırp indiriyorum: Hey taksi!.. Hey taksi!..
“Allahım şimdiye kadar hangi şoföre taksisinin kirli olduğundan şikayet ettim?.. Fosur fosur içtiği sigarayı söndürmesini rica ettim?.. Son sesine kadar açtığı canhıraş müziği kısmasını istedim?... Demek ki hata etmişim… O gideceği yerin tercihini yapabildiğine göre!...
Homurdana homurdana giderken bir fren sesiyle irkildim… Hayret önümde bir taksi durmuştu… Sinirle açtım kapısını…
“Bakın şoför bey” dedim, “Aslında Kahramanlar’a gideceğim. Hemen şurası yani… İşe de geç kalmış durumdayım… Mesafe yakın diye de utanıyorum hani… Önce Konak’a gitsek sonra Kahramanlar’a; bu uzaklık sizin için yeterli mi acaba?..”
Hafifçe gülümseyerek, “Buyrun efendim” dedi şoför, “Ne demek istediğinizi anlıyorum… Ne yazık ki öyleleri de çıkıyor aramızdan…”
Utancımdan kıpkırmızı oldum… Varana dek tek kelime etmedim… Haaa hapşuuu!... Üzerinize afiyet o günden beri de bu haldeyim… Haaa hapşuuu!...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.