- 839 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SUSAK
Şimdi düşünüyorum da kızım haklıymış. Yanlış düşünceye sahip olan benmişim. Hep kendimizi daha bilgili, daha becerikli, daha koruyucu, daha iyi, daha, daha, daha bilmem neymişiz de. Hal bu ki; daha on yaşındaki kızımdan öğreneceğim ne çok şey varmış da ben bunun farkında bile değilmişim.
Eve girdiğim de; - Dilara diye yüksek sesle ona seslendiğim zaman, bağırmak da sayılabilir nasıl da başını öne eğip; - ama baba baksana şuna, ne kadar güzel, ne kadar şirin dedi.
- ben niye göremiyorum bu şirinliği bebeğim dedim biraz önceki çıkışımı affettirmek için. Bu pire torbasında ne güzellik bulursun anlamıyorum seni.
-
Her zaman yaptığını yaptı, dudaklarını masum bir hale getirdi ki; artık akan su-
lar benim için duruldu. Bu arada Kutalmış da kardeşinin yanında her zaman ki gibi. Daha bir erkek, daha bir ağabey havasında, sesinin tonunu biraz daha bas hale getirmeye çalışarak;
- biz bakarız, siz karışmayın diye çıkıştı. Hadi buradan yak bakalım. Bir di şimdi iki kişiyi ikna etmem hemen hemen imkansız hale geldi. Zaten oldum olası bu ikili kolayımı buldular ya bana yaptıramayacakları bir şey yok. Haklarını da yemeyelim benden istedikleri şeylerin de hemen hepsi masum ve olacak şeylerdi.
- Tamam öyleyse dedim, bakın da göreyim sizi densizler. Ortalığı bir sevinç kapladı ki; görmeye değer. O ana kadar küçük bir karton kutuda gözleri bile açılmamış kedi yavrusuna takıldı gözlerim. Aman Allah’ım pireler alenen üzerinde geziyor. – çabuk balkona dedim.
Hemen balkona çıkardık, bir leğen ılık su-şampuan ile bir güzel temizledik yavruyu. Ama hala yaban yaban durduğumu hatırlıyorum. Çocuklar ders kitaplarını, çantalarını her bir tarafa dağıtmışlar. Aslında böyle dağınıklıklarını da ilk defa gördüğüm için şaşırdım doğrusu.
- ağbi biberon getirdim işte diye seslendi Dilara. Çocukların hızına yetişemiyordum, birazdan hafif ılıtılmış süt biberonla yavrunun ağzına akıtılmaya çalışılıyordu. Zavallı yavrucak, gözleri gibi ağzını da açmak o kadar güçtü ki. Sağa sola döküle döküle içirilebildiği kadar süt içirildi. Pirelerden temizlenen yavru ayrı bir karton kutu içine konan yumuşak bezlerin üstünde kalorifer peteğinin yan tarafına bırakıldı. Açılmayan yumuk gözleriyle nasıl da rahatlamış ve gerine gerine uyuyordu. O an çocuklarımın yaptığı işin ne kadar doğru, ne kadar anlamlı olduğunu düşündüm. İçimi tarifsiz bir buruk mutluluk kapladı. Neden dedim, neden bizler bu ayrıntıyı görmekten uzağız. Büyüdükçe körlük başlıyor anlaşılan. Keşke dedim çocuk kalabilsek. Dünya ne kadar güzel ve huzurlu, yaşanacak bir yer olurdu.
Yaklaşık on beş gün ya geçti ya geçmedi annesinin terkettiği, yahut ölen annesinden bize miras kalan yavru bir güzel serpildi ki görülmeye değer. Evde beşinci canlı. Ama en çok ilgi çeken o, en yaramaz o, her istediğini yaptıran o. Kıskanıyorum dersem yalan olmaz. Susak ne olacak. Ha unutmadan söyleyeyim adı Susak. Hani su kabağından yapılmış maşrapa. Ama onun adını ilk zamanlar sağa sola yalpalamasından, sersem sersem dolaşmasından dolayı susak koyduk. İyi ki de öyle koymuşuz. Hala aptal aptal evin içinde dönüp duruyor.
Anne sevgisi görmediğinden evin içinde hangimiz olsak usulca sokuluyor, gövdesine nazaran kocaman duran kafasını bizlere sürterek oyalanıyordu. Hala biberonla besliyoruz, ama ne keyif ne keyif. Onun süt emmesi bitinceye kadar evde her şey duruyor. Televizyonun başından ayrılmayan bizler Susak sayesinde ondan da uzaklaştık.
Artık zıplayıp koltuk üzerlerine çıkabiliyor. Kapı çalındığında ilk kulak kabartan ve kapıya koşan o. Her an ilgiyi üzerinde toplayabiliyor. Nasıl da alıştık ona. Bazen akşamı zor ediyorum. Kapıdan adımımı atar atmaz gözlerim onu arayamıyor, çünkü o zaten eve buyur ediyor geleni. Köyde yaşadığımız zamanlar köpeklerin ne kadar sadık, can dostu hayvanlar olduğunu öğrenmiştim. Ama Susak arabamın sesini bile tanıyordu. Aman Allah’ ım, arabamı park edene kadar kapı açıksa bir de bakardım ki arabanın yanında inmemi bekliyor.
Çocukların evde geçirdikleri zaman çoğaldı. Çocuklarla daha çok sohbet ediyoruz artık, konu daha çok Susak üzerine de olsa hiç fark etmez. Önemli olan birlikte geçirdiğimiz o güzelim zamanlar.
Artık Susak altı aylık oldu. Kocaman bir kedi, ama sevimliliğinden hiçbir şey kaybetmedi. Hepimizin ortak sevgilisi o. Patileri ile koltuklarda sökmediği yer kalmadı ama kimsenin umurunda değil. Ara sıra hanım delleniyor ama ona aldırış eden de yok.
Kapıcımız Ahmet Susak ile ilgili şahit olduğu bir olayı anlatmıştı da gülmekten yerlere serilmiştik. Bir gün kalorifer dairesindeki boş bir odaya bir fare girmiş bizim Ahmet kapı önündeki Susak’ı kaptığı gibi odanın içine bırakıp kapıyı kapatmış. Sonra kendisi camdan içeriye bakmaya başlamış. Fare Susak’ı görünce odanın içinde döne döne koşturmaktan yere yığılmış da bizim Susak odanın ortasında etrafında fır dönen fareye aval aval bakmaktan başka hiçbir şey yapmamış. Kapı açılınca da çıkıp gitmiş.
Akşam eve döndüğümde bir tuhaflık olacağı içime doğmuştu sanki. Canımın hiçbir sebep olmaksızın sıkıldığını hissediyordum. Arabamı park ettim. Çantamı kaptığım gibi merdivenleri hızlı adımlarla tırmandım. Asansöre binmeyi oldum olası hazzetmem zaten. Zile bastım, kapıyı kendi anahtarlarımla açtım. Evde kimsenin olmadığını bile bile zile basmıştım. Sırf Susak beni karşılasın diye. Ama o yok. İlk defa beni karşılamadı. Naz yapıyor diye ben de oralı olmadığımı hissettirerek salona yöneldim. Çantamı bıraktım ama yine yok. İçime bir kurt düştü, çarçabuk diğer odalara koştum, yok, yok. Susak, Susak diye seslendim, yine yok.
Olacaklar malum oldu galiba. Artık Dilara’ya bunu nasıl anlatabiliriz onu düşünmeye başladım. O kadar bizden biri olmuştu ki; yokluğuna alışmak gerçekten çok zor olacaktı. O akşam Dilara’nın gözyaşları, hanımın hıçkırıklara boğulması, Kutalmış’ın suratının sirke satması evi ölü evine çevirdi. Ölü evi desek yanlış söylemiş olmayız herhalde. Susak sabah biz kapıdan çıkarken bir anlık gafletimizle sokağa fırlamış olan olmuştu. Sokakta büyümediği için dövüşmeyi bilmeyen kediciğimiz sokak kedileri tarafından öldürülmüştü. Bunu biz biliyoruz ama Dilara’ya bunu hiç söyleyemedik. Bir gün bir yerlerden çıkıp geleceğini umutla bekledi güzel kızım. Her gün gözleri kapıda, kulağı duymayı umduğu bir miyavlamada, ama beklenen olmadı. Susak bir daha dönmedi.
Çanakkale 12/12/2010
-
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.