- 807 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Beyaz Ölüm
Yazmak konusunda Allah vergisi bir yeteneksizliğimin olduğunu inkar edecek değilim. Ne zaman güzel bir yazı okusam içlenir, imrenirim. Yazıyı kaleme alan o hisli yürekleri şahsen tanımasam da benimser, gıyabında sever ve de saygı duyarım. Her şey karla kaplı bu alanda sıkışıp kaldığım zaman, kalan son azığımın sarılı olduğu gazetede gördüğüm bir resimle başladı diyebilirim.
Uçsuz bucaksız bir deryada, üzerine sığabileceği kadar bir buz yahut kar kürtününe sıkı sıkıya sarılmış kutup ayısının hali içimi açıttı tarifsiz bir biçimde. O anki düşünceleri ne olabilirdi acaba. Belki bizim gibi düşünmüyor olabilirdi ama o da bir canlı ve beyaz ölüm bir adım ötesinde. Ahmet Kaya’nın “ölüm ne garip şey anne” deyişi aklıma geliyor. Ya senin aklında ne var? Çaresizlik denilen duygu ne menem şeydir? Bir adım ötede seni de bekleyen beyaz ölüm değilse nedir?
El ele vererek kendimizi ölüme mahkum ettiğimizin farkında olan kaç kişi vardır acaba? Kaçımız bu beyaz kutup ayısının hislerini tartıp düşünüyor ve kendi kendimize şunu soruyor muyuz? Bizim bu kutup ayısından farkımız ne? Acaba biz nereye, kime sığınacağız. Şu an benim hislerimle kutup ayısının hisleri arasında ne fark olabilir ki?
Kül rengi gökyüzünün böyle hışımla kar yağdırdığına ilk defa şahit oluyordum. Kar değil, sanki beyaz kanatlarıyla bana gülümseyerek, üzerime üzerime gelip biteviye kürtükleri dolduran bir sonsuzluğun içindeydim. Tüfeğime yaslandım, soğuktan uyuşan parmaklarımı karla ovarak kanın dolaşmasını sağlıyordum. Sığındığım avcı kulübesi neredeyse tamamen karla kapanmak üzereydi. Yapılacak şey beklemek, gayrısını Allah bilir. Bir taraftan da hala gözüm gazetedeki resme kayıp duruyor. Uçsuz bucaksız deryanın ortasında son bir kar yahut buz tabakasına sıkı sıkıya sarılmış kutup ayısı. Sana ne ondan diyemiyorum, kendi halim sanki ondan daha hallice de.
Sanırım akşam olmak üzere. Her ne kadar kar ortalığı aydınlatıyorsa da yine de hafiften bir karanlık da yavaş yavaş kendini gösteriyordu. Sıkışıp kalmıştım bu daracık kulübede. Bereket üstüm başım sıkıydı. Şimdilik sadece ellerim ve ayaklarım çok üşüyordu. Kurt uluması bile duyulmayan bu yerde ürkmüyorum dersem yalan olur. Ara sıra içim ürperiyor. Çocuklarım gözlerimin önünden gitmiyor bir türlü. Oğlum bir başka, kızım bir başka türlü. Ölümü aklıma getirmemeye çalışıyorum ha bire. Öldüğüme yanmam da çocuklarımın baba acısıyla üzülmelerini düşünmek kahrediyor insanı. Zaten çocuklarımızın duyarlılığının bir kısmı bari bizlerde olsaydı başımıza gelen felaketlerin hiç birisi olmazdı diye düşünüyorum bu sıkışık zamanda.
Elimdeki küçük bir şeyi yerlere attığım zaman küçücük haliyle surat asan iki meleğim aklıma geldikçe ısınıyorum sanki. Babalarını burada da sıcak, sıcacık tutuyor küçüklerim. Hele eve gelen misafirlerin elini sigaraya uzatmalarıyla birlikte koro halinde nasıl da sigaranın zararlarını bir çırpıda anlatırlardı. Ben ise utana sıkıla;
- yapma be çocuğum ayıp değil mi, bak misafir ama..
Ne söylesem para etmezdi tabi ki afacanlara. Hiç umursamadan hiç olmazsa balkonda sigara içilmesine güç bela razı edebilirdik. Keşke diyorum, keşke sadece benim afacanlar değil bütün çocukların duyarlılığını birazcık biz büyükler anlayabilseydik. Hava iyiden iyiye karardı. Yahut kısılıp kaldığım kulübenin her yeri karla kapandı da ondan mı diye düşünmeye bile gerek duymuyorum artık. Önemli de değil artık. Ha öyle, ha böyle. Sonunda karanlığa gömülü kaldım tıpkı karlara gömülü kaldığım gibi. Zaten insanın acı ve sıkıntıları onun dünyaya olan bağlılığıyla doğru orantılı diye biliyorum ve öyle de anlıyorum. Öyleyse dünyanın benim için çekici olan tek yanı çocuklarım. Onlar yoksa ha bu gün, ha yarın ne fark eder ki. Ölüm senden korkum var sanıyorsan aldanıyorsun. İşte baş- başayız bu ıssız bozkırın ortasında. Göster kendini, sına gücünü bende, geri adım atarsam namert olayım. Çocuklarım bana evlat sevgisinin tadını gereğinden fazlasıyla verdiler. Gerisi, gerisi mi sana kalmış.
Tuhaf gelebilir size ama sanki hala gazetedeki resmi görüyorum. Zavallı kutup ayısı, sen orada ben burada belli ki akıbetimiz aynı olacak. Senin elbette bu durumda bir kabahatin yok. Ya benim, bizim, biz kendini akıllı zanneden insanların hatasının bedelini ödüyoruz işte sen ve ben. Allah’ın nimetlerini bu kadar hunharca tepersek, gücümüzü tabiatın dengesini bozacak şekilde kullanırsak olacağı bu. Bir kısım yerler sellerle boğuşurken bir yerler de kuraklık içinde kavruluyor. Buzullar eriyor, olmadık zamanlarda olmadık yerlere ya hiç kar yağmıyor yahut da şimdi beni bulduğu gibi yılların hıncını alırcasına kar yağıyor.
- hadi diyor kendi lisanınca tabiat; şimdi de göreyim gücünü. Benimle oynamanın bedelini nasıl ödetirim sana gör. Gözümüze soka soka bağıra bağıra felaketi kendimiz tetikliyoruz. Nafile. Her şey anlamını yitiriyor artık bu ıssız avcı kulübesinde, aklıma şaşayım, gele gele aklıma yazdığım şiirlerim geliyor. Sanki bana lazım olacak bu ya, olsun diyorum sonunda nasıl olsa vakit bol. Karanlıkta kendi kendine oku bakalım. Usul usul, fısıltıyla dudaklarımdan dökülüyor tane tane. Sanki bu sessizliğin ortasında yüksek sesle okusam kimi ürküteceğim ki;
-
- Yaşamın kıyısında gezinip duruyorum
Üzerime sıçrayan üç beş damla mutluluk.
Ve arkasından gelen, öfke seli dalgalar
Üzerime çullanır geri kalan burukluk.
Arıyorum sahilde öteki benliğimi
Kumların arasında kıyıya vurur diye
Havayı kokluyorum rüzgarı soluyarak
Teninin kokusunu bana savurur diye.
Dağların eteğine ürkerek basıyorum
Kurtlar kuşlar duymasın isyanım sana felek.
Dertlerimi ağacın dalına asıyorum
İster al kurtar beni, isterse çal dümbelek.
Önüm arkam uçurum ay doğmaz mı geceye?
Karanlıklar bari siz sıkıca sarın beni.
Bir beyaz kartal gibi bodoslama geliyor
Doruklardan kopan çığ bana kırmış dümeni.
Gel sen ey beyaz ölüm merakım bitsin artık
Daralan yüreğime bir merhem sür inceden
Gönlümdeki yaralar usul, usul soğusun
Elveda kederlerim elveda hür geceden.
Artık sesimi ben bile duymuyorum, bedenim sanki başka diyarlarda geziyor. Bazen uçuyorum hissine kapılıyorum. Soğuk bile anlamını yitirdi. Bir ara yaslandığım tüfekten yana doğru yığıldığımı hayal meyal hatırlıyorum sanki. Gözkapaklarım tonlarca yük taşıyormuşçasına yorulmuş ve kendini bırakmak üzere. Uzaklardan beyaz kutup ayısı bana el sallıyor. O da ne bir adım ötede sanki. Tuhaf bir şekilde gülümsediğini görüyorum. Hayret diyorum kendi kendime ne zamandır hayvanlar gülümsüyor ki? O da ne zavallı ayı avcı kulübesinde benimle birlikte uzanmış yatıyor, bir bakıyorum ben ayıya misafir olmuşum buz parçasına sıkışarak. O bana geliyor, ben ona gidiyorum. Gidip gelmeler o kadar sıklaşıyor ki, ben mi oradayım o mu benim yanımda artık takip bile edemiyorum. Önemli de değil artık diyorum, ha orada, ha burada. Yol arkadaşım da var yanımda. El sallıyoruz birlikte geride kalanlara. Hoşça kalın dünyalılar, hoşça kalın dünya sevdalıları, hoşça kalın.
Çanakkale 14/02/2011
-
-
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.