YOLCULUK -7
Annemin yerine Neriman teyzeye sarılıp ağlıyordum şimdi.
O masmavi ve canlılığını hiç yitirmeyen gözlerinden tanımıştım onu.
Neriman teyze… Ankara’ya geldiği ilk günden beri annemin en yakın arkadaşı, can yoldaşı, sırdaşı olan kadın!
Son kez duyamadığım anne kokusunu onda aradım!
Akşam olup yatağıma yattığım zaman gözlerim uyumak için acele ediyor, beynimse uyumamak için direniyordu.
Her ikisinin arasında kalmıştım.
Gece lambasının ışığında geçmişime olan yolculuğuma tekrar başlamıştım.
Anlaşılmıştı ki beynim gözlerime müsaade etmeyecekti uyuması için.
Çiftlikten zoraki koparıldığım için babamdan nefret ediyordum.
Annemi de, babamı da çok özlemiştim ama beni bıraktıkları üç senenin acısı ve kini vardı yüreğimde. O kin ateşi uzun süre söneceğe benzemiyordu yüreğimde.
Hem ben annemlerin olmadığı hayata yeni alışmaya başlarken, bu kez de beni dedemsizliğe ve babaannemsizliğe mahkûm ediyorlardı.
Ankara’ya ayak bastığım ilk anda bu kadar çok insanların ve arabaların arasında kendimi iyice küçülmüş hissediyordum. Bu kadar karmaşa korkutmuştu beni!
Babamın “ Dolmuş durağına gideceğiz şimdi.” sözüyle kendime geldim. Bir taraftan yürüyor, bir taraftan da etrafımda olan biteni anlamaya çalışıyordum. Babam tedirginliğimi anlamış olacak ki bana etrafı tanıtmaya başladı.
“ Burası Ulus. Bak şu bina eski Büyük Millet Meclisi.”
Büyük Millet Meclisi!
Okulda öğrenmiştik. Kurtuluş savaşını ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını. Meclisin açıldığı tarihi Ulu önder Atatürk’ün çocuk bayramı olarak ilan ettiğini ve “ Bugünün küçükleri, yarının büyükleridir.” Dediğini.
Bugün hatırladığım zaman halen güldüğüm bir konu da; evde babaannem “Bizim kurtarıcımız Muhammed Mustafa” diye bana Peygamber Efendimizi anlatırdı. Okula gidince de öğretmenimiz “ Bizim kurtarıcımız ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal’dir” diye anlatırdı. Çocuk aklımla ben de “Mustafa” adından olsa gerek her ikisini aynı kişi zannediyordum. İkinci sınıfa geçip de gerçekleri öğrendiğim zaman nasıl hayal kırıklığına uğramıştım.
Ulus meydanında Atatürk heykelini görünce Ankara’ya karşı ilk defa sempati duymuş ve buranın bir parçası olmaktan gurur duymuştum.
“ Eve gitmeden önce yürüyen merdiven görmek ister misin?” diye sorunca babam şaşkın şaşkın yüzüne baktım. “ Merdiven yürür mü hiç baba!” diye gülmeye başladım. “ Tıpkı bizim gibi mi yürüyor?” soruma ise babam kahkahalarla gülmüştü.
Anafartalar çarşısı o günden sonra en çok sevdiğim yerdi. Sırf merdivenlerinden inip çıkmak için gün boyu orada kalabilirdim. Anafartalar çarşısına her gelişimizde yürüyen merdivenlerden defalarca iner, çıkardım bıkmadan usanmadan. Annem ve babam da tek eğlencemin bu olduğunu bildikleri için ses çıkarmaz benimle birlikte onlarda gezerlerdi merdivenlerde.
Dolmuştan inip epey bir yol gittikten sonra en nihayetinde babam işte şu tepede gördüğün bizim ev diye bir evi işaret ediyordu. Ne çok hayal kırıklığına uğramıştım o tepeye çıkarken.
Köyümüzde koşup oynadığımız harman yerleriyle bu dağ başını kıyaslıyordum.
Tarladan mahsuller kaldırılınca harman yerinde ekin sapları toplanır balya yapılmak üzere bekletilirdi. Bizim en büyük zevkimiz ise o samanların tepesine çıkıp aşağıya kaymak olurdu. Büyüklerimiz samanları dağıtıyorsunuz çıkmayın diye kızsalar da tüm köy çocukları akşamüzeri toplanır ısrarla samanlar iyice küçülüp dağılana kadar kayardık. Biri gördüğü zaman dayak yiyeceğimizi bilsek de bu zevkimizden kimse vazgeçiremezdi bizi.
Bu dağ başında bırak ekini, bir tek ağaç bile yoktu. Ben şimdi nerede ve kiminle oynayacaktım?
Annemi ilk gördüğümde zaten küçük ve zayıf olan bedenini iyice zayıflamış gördüm. Bunun sebebini o gün ilk kez gördüğüm kardeşime yordum. Demek ki bu ufaklık annemi çok üzüyordu.
Acaba beni kardeşimden dolayı mı köyde bıraktılar diye düşünmekten kendimi alamadım. O zaman anneme ve babama bir kez daha kırıldım. Kardeşimi bana tercih etmişlerdi. İçten içe kardeşime hem kızmış, hem de kıskanmıştım. Yalnız anneme sıkı sıkı sarılınca ve kokusunu içime çekince anladım ki annem beni, ben de annemi çok özlemiştim.
İlk günler benim için sıkıntılı geçse de daha sonra kendime arkadaş bulunca “dağ ev” adını verdiğim bu yerlere alışmaya başladığımı ve zamanla sevebileceğimi hissediyordum.
Kardeşim dile gelip abla diye peşimde dolaşmaya başlayınca artık onunla da aramdaki buzları eritmiştim.
Gecekondu diyorlardı benim “dağ ev” adını verdiğim yerlere.
Gecekondu ne demekti bilmiyordum ve bunu da önemsemiyordum açıkçası.
Babam yine aynı iş yerinde çalışan arkadaşının sayesinde bu evi bulmuş ve annemin elinde kalan son bilezikleriyle burayı almışlar. Zaman zaman yıkıldı, yıkılacak lafları dolanırdı evin içinde ve mahallede. Aklım ermezdi başkasının evini neden yıkmak istediklerine. O zaman arkadaşlarım devreye girer ve çokbilmiş tavırlarla; “ Akıllım buralar gecekondu. Yani kaçak!”derlerdi. Kaçak sözü çok komiğime gider “Ev hiç kaçar mıymış? Onlarda bilmiyorlar ne dediklerini beni kandırıyorlar akılları sıra.” Derdim.
Dağ evimizde tüm yoksulluğumuza rağmen mutluyduk! Buralarda köyümüzdeki komşuluklar gibiydi. Birinin bir şeye ihtiyacı olsa el ele verir o ihtiyacını giderirlerdi.
Annem en çok Neriman Teyzeyle anlaşır, tüm sırrını onunla paylaşırdı. “ O benim ahretliğim” derdi soranlara.
Güzel günlerin çabuk biteceğini nerden bilebilirdim ki?
Kardeşim Nuray dört yaşında olmasına rağmen okul müdürü tarafından pekiyi dolu karne ve takdirname ile ödüllendirilmişti. Onun bu başarısı karşısında Milli Eğitim Müdürlüğü okul kaydını onaylamış, kardeşim birinci sınıftan ikinci sınıfa geçmişti. Onunla gurur duyuyordum.
Artık okulumuz kapanmış ve biz rahat bir nefes almıştık. Ben ilkokulu bitirdiğim için babam daha şimdiden gidebileceğim bir ortaokul aramaya başlamıştı. Kayıt için geç kalmak istemiyordu. En büyük dileği kardeşimin de, benim de okuyup iyi bir yerlere gelmemiz, kendi ayaklarımız üzerinde durabilmemizdi.
Yaz tatilini yarılamıştık. Okulların açılmasını sabırsızlıkla beklerken, bir taraftan da çocukluğumuzun getirdiği yaramazlıklarımızı ihmal etmiyorduk. Çocukluğumuzun tadını çıkarıyorduk, arkadaşlarım ve ben.
Ağustos sonlarıydı! Benim ve ailem için sonun başlangıcı olacağını kim bilebilirdi?
YORUMLAR
Sevgili Nurcan, yazının bazı bölümlerini okudum ama bazı bölümlerini kaçırdım. Çok etkileyici bir kalemin var. Bulduğum ilk fırsatta en başından okuyacağım yazını.
Tebrik ederim. sevgimle.
N. B. Ç.
Sevgilerimle...
Yine sade ve güzel bir anlatım.
Çocukların bulundukları ortam o kadar önemli ki yazında bir anım canlandı.Küçük kızım ve bir arkadaşımın yaşıt olan yiğeni oynuyorlardı.Bir ara hararetli bir konuşmaya kulak kabarttık.Benim kızım en büyük ATATÜRK diğeri en büyük PEYGAMBER diyordu.O zaman iki çocuktaki eksikliği görüp günümüz onlara bu konuları anlatmakla geçmişti.
Selam ve sevgiler
N. B. Ç.
Sevgilerimle...