Gurbet Bizim Alınyazımız
GURBET BİZİM ALINYAZIMIZ
Varlığı kendinden olan Rabbim
Ezel ve ebed sultanı Rabbim
Kelam ve kudret sahibi Rabbim
Gizli bir hazine iken bilinmeyi murad etti, eşyayı yarattı.
Eşyanın künhüne varsın, sırrına vakıf olsun diye, meleğe ve cinn’e mukabil ins’i takdir etti.
Zamansızlığın ve mekansızlığın bilinmezliğinde ins’in ruhunu yarattı.
Ona Esmasını talim etti ve kalemle yazmayı öğretti.
Sonra sordu ruhlara “Ben sizin Rabbiniz değilmiyim”
Cümle ruhlar bir ağızdan “Evet” dediler. “Sen bizim Rabbimizsin”
Kalem Levh-i Mahfuz’a kayıt düştü. Adına Kader dendi.
Kader, “İns’in GURBET hikayesi”.
Rabbim İns’in ruhuna topraktan beden biçti. Yanına bir eş verdi. İsimlerini Adem ve Havva koydu. Cenneti onlara mekan kıldı. İçlerine nefs yerleştirdi. Takdir o ki: Nefs Adem’i Rabbine asi kılacak, O yasak olana meyledecek, yar dan ayağı sürçecek, baş aşağı dünyaya düşecek. Ve hikaye başlayacak.
Bilinmeyi murad etti Rabbim. Lakin ezberletilmiş bir bilinmeyi değil. Ham bilgiyi, idrake dönüştüren. Alimi, arif kılan. Çilesi çekilmiş, özüne vakıf olunmuş, hak edilmiş bir bilinmeyi. Bu murad ediş, Ademe ve Havva ya dünya gurbetinin kapısını araladı. Çünkü uzaklaştırma yaklaştırma içindir, ayrılık buluşmaya doğrudur. Yitirme bulma arzusunu uyandırır.
Adem ve Havva Yüceler yücesi Rabbinin sınırsız iltifatlarına mazhar oldukları Bostanı Cinan da mutlu mesut yaşarken, ateşten yaratılmış Şeytan-ı Lane’ nin tahriklerine kapılıp ruhunu gurbet ateşlerine atacak, nefsini ve neslini ateşle korkutulan bir imhanın içinde buldular. “Sevgiye özleyişin katılması içindi Adem’in dünyaya gönderilişi. Sevmeyi çeşitlendirmek zenginleştirmek bakımındandı. Ayrılık, gurbet duygusu, sıla özlemi, buluşma, kavuşma sevinci gibi duygu ve duyarlık ateşleyici bir demet sunulsun diye, Adem’in ruhuna bu göç ve sürgün bağışlandı. Sürgünü düzenleyen ve göçü yürüten hükümdarlık hikmeti, bağlılığı pekiştirmeyi, ateş imtihanından geçirerek sağlamlaştırmayı hedef almaktaydı.”
Rivayet olunduğu kadarıyla vatan-ı asli lerinden sırlı bir imtihan için çıkarıldıkları dünya hayatında ilkin, Adem babamız Cidde civarına, Havva anamız da Hindistan civarına indirildi. Cennetten çıkarılıp dünyaya gönderilişin ruhu sarmalayan ızdırabını olanca ağırlığıyla hissederlerken daha ilk günden ayrılığın acısını tattılar. Hal bu ki onlar bir zamanlar bir elmanın iki yarısı , tek bir bedendiler. Ademi balçıktan yaratan Rabbi, Havva yı onun kaburga kemiğinden yaratmıştı. Şimdi ise hiç bilmedikleri bir mekanda, birbirlerinden ayrı, yapayalnızdılar. Gurbet sancısı daha ilk günden ikiye katlanmıştı.
Adem’in artmasını, çoğalmasını dileyen Yüceler Yücesi, gurbet yolculuğuna yeni halkalar ekledi. İlki ana rahmi: Tekinsiz ve amansız dünya yolculuğuna çıkıldığında ihtiyaç duyulacak bedensel donanımların tesis edildiği, Kudretin ve Rahmetin binbir tecellisine mazhar, güvenli bir mekandı bu. Benliğine yüklenen ünsiyet ve ülfet hisleriyle ins, burayı vatan-ı asli sanacak ve zoraki yolculuğun bir sonraki aşamasına geçmeyi istemeyecekti. Ağlayacak, sızlanacak, bazen de ayak direyecek, ama sonunda kadere boyun eğecek. Ana rahmi, ana kucağına, baba ocağına ve kendi otağına dönüşecek. Kimi zaman susuz çölde kalacak, kimi zaman ummanlara varacak, kimi zaman ateşlerde yanacak, nihayetinde bir ağaç altında az soluklanıp yoluna devam edecek. Berzah aleminden, haşirden, sırattan , mizandan geçip ebediyete intikal edecek sonunda Cennet veya Cehennemde karar kılacak.
Bu yolculukta en zorlu süreç Dünya gurbetiydi. Dünya gurbeti bir matruşka misali bağrında iç içe gurbetler barındırıyordu. Hak için gidilen gurbet, vatan için gidilen gurbet, azık için gidilen gurbet.
Gayesi ne olursa olsun, tüm gurbet yolculuklarında ilk anda iç burkuntusu , hafiften bir sızı olarak başlayan ayrılık duygusu aşılan her kilometrede, geçen her dakikada biraz daha şiddetlenerek dayanılmaz sancılar halini alır. Arkadan dökülen suya nisbet kanlı yaşlar boşanır gözpınarlarından. Sevginin hakikati daha bir belirginleşir sarar insanı.
Gidilen yere varıldığında yeni bir hayat başlar. Dünyaya ilk geliş gibi. Lakin yürek sılanın hasreti ile yanar tutuşur. Ne yapılan iş, ne yemek, ne eğlence tad verir. Bakılan her yerde geride bırakılanların biraz mahcup, biraz mahzun siluetleri belirir. Geçmişte yaşanan günler film şeridi gibi hayalde canlanır. Zaman geçmez, gün bitmez.
Gün bitse gece karabasan gibi iner. Yorgunluk yalnızlıkla birleşip olanca ağırlığıyla çöker üstüne. İnsan yaban, gün yaban, gece yaban. Dayanılmaz ızdırabı uykuya dalıp unutmak istersin. Ruhun bedenden ayrılışı dikenli bir dalın pamuk yığını içinden çekilişi gibidir. Benliği lif lif yolar. Rüyalar kabusa dönüşür. Böylece tükenir gece. Lakin orada ne güneş ışıklarıyla tan yerini ağartır, ne de horozlar doğan günün şarkısını söyler. Günü aydınlatan ümidin titrek parıltılarıdır. Vuslat yaklaştıkça öteye kayan ufuk gibidir.
Çilelidir gurbet. Çile gurbetin onulmaz yarası, dinmez sancısıdır. Her insanda başka başka tezahür eder. Başka başka sınar insanı. Ta ki İlahi Takdir tecelli etsin. Nuh’ta (a.s.) tufan olup dört bir yanı kaplar, İbrahim de (a.s) ateş olur yakar. Yusuf’a (a.s.) zindan, Mesih’e (a.s.) çarmıh olur. Varlığın tacı, Gaye İnsan, Ufuk Peygamber’de hicret. Yine gurbet, yine gurbet.
İnsanoğlunun gurbet hikayesi kesintisiz devam etmekte. Alemi ervahtan başlayıp, Cennet veya Cehennemde son bulacak bu hikaye, her hikayede olduğu gibi kimileri için emsalsiz bir mutluluk, kimileri için de dayanılmaz ızdıraplar getirecek.
Mustafa Ali UĞURTAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.