- 482 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hidayet Olanlar ve Biz
Hidayet Olanlar ve Biz
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun ;
O’na hamd olsun ki; hidayetiyle bizleri aydınlığa çıkarıp, karanlıklardan kurtardı. Şüphesiz O’nun rahmeti olmasaydı biz kendi kendimize doğru yolu bulamazdık.Son zamanlarda özellikle Avrupa ve Latin Amerika’da Müslüman olanların sayısının gün geçtikçe artıyor olması, bizleri sevince boğarken her bir Müslüman oluş hikâyesinden kendimize bir pay çıkarıp nefsimizi hesaba çekmemiz gerektiğine inanıyorum.
Yahudi bir ailenin çocuğunun, rahibin kızının, budistin oğlunun vs. İslam gerçeğine varması sebebiyle ailelerinin, yakın çevrelerinin her türlü tepkileri, belki aç bırakılmaları, evden kovulmaları, hapsedilmeleri hatta şiddete maruz kalmalarına rağmen dinlerinden dönmemeleri ve başlarına gelenlere sabretmeleri bizlere sahabelerin Mekke dönemlerini hatırlatıyor. Öyle ya, şerefli dinleri uğruna, müthiş bir teslimiyetle hicret eden ve en hayırlılarımız olan bir ümmetin tabiini değil miyiz?
Onlar, yani sonradan tevhidin hakikatiyle aydınlananlar ve örneğini verdiğimiz sahabeler arasında çok az dahi olsa benzerlik bulunurken; İslam’a doğuştan sahip olanların (olduğuna inananların) sanki Allah’tan bir garanti almışçasına rahatlık ve rehavette bulunmaları ne kadar da acıdır. Hâlbuki Allah (cc) insanları Hıristiyan, ya da Yahudi olarak yaratmamıştır, aksine hadiste her kulun İslam fıtratı üzere doğduğunu fakat sonradan aileleri ve çevreleri tarafından Hıristiyan ya da Yahudileştirildiği bildirilmektedir.
Hal böyle olunca; yani tevhidin asıl mahiyetine varılamayınca slogandan öteye geçemeyen yaşantılarla karşılaşıyoruz. Dil ile ikrar edilenin, kalp ve amellerle tasdik edilmemesi ve iddia edilenin aksi davranışlarla bu kimliği hakkıyla kazanamıyor ve belki de bu yüzden karşılaştığımız olaylara karşı tepkilerimiz, eleştirilerimiz ya da beğenilerimiz Kuran ve sünnet üzere olamıyor.
Öyle bir hal alıyor ki; İslam’a eksiklik isnad edercesine, onu şereflendirircesine dünyaca tanınan ünlüleri dahi Müslüman yapıyor, gün geliyor –haşa- Allah’ın kuralları katıymış gibi onları hafifleterek tebliğde bulunuyoruz!? Ama iş Allah’ın emirlerine itaat etmeye, Rasul as’ın sünnetine uymaya yani saf dini yaşamaya gelince kaypak bir cümleyle “bende müslümanım ama bu zamanda mümkün değil, kınanırım, herkes ne der?, ya da yaşatmazlar ” şeklinde geçiştiriyoruz, gerekirse nefsimize göre tevilde bulunuyoruz…İstiyoruz ki bize hiçbir sıkıntı dokunmasın.
“(Ey müminler! ) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete girebileceğinizi mi zannettiniz? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah’ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.” [Bakara: 214]
Halbuki din sadece geçmişte değil günümüzde de fedakarlık istiyor… Din; bilinç istiyor , Din sabır, azim, kararlılık istiyor; Din her yaptığını ne için yaptığını bilen fakih bir anlayış istiyor, söylemlerinle davranışlarını doğrulamanı her an seni görüp işiten alemlerin Rabbine haşyet duymanı istiyor; Din sağlam bir bilek, cesur bir yürek umut ve cömertlik istiyor; Din tastamam bir teslimiyet, tevekkül ve itaat istiyor; Din yeryüzüne onu hakim kılmanı, bunun için yol aramanı, her amelini bu teraziyle tartmanı ve bu uğurda ömrünü tüketmeni istiyor…
Din yalnızca O’na kulluk etmek için yaşamanı, müşriklik vasfının her halinden müstağni kalmanı, tevhidin sancaktarı olmanı istiyor.
Din cahiliye ahlakından sıyrılıp, Kuran ahlakıyla ahlaklanmanı istiyor. Köklü bir değişim istiyor din… Tıpkı Müslüman olmalarıyla sevindiğimiz kardeşlerimizdeki olağanüstü değişimler gibi…
Onlar sonradan sahip oldukları İslam’a gerçek değerini verebilmenin çabasını güdüyorlar. İmanın doyamadıkları tadına bir de orjinalinden varabilmek için Allah s.t.’nın Kuran dili olarak seçtiği Arapçayı öğreniyorlar. Ki Kuran’ı daha iyi anlasınlar, ki sünneti daha iyi uygulasınlar. Ve büyük bir özveriyle ülkelerini dahi değiştirebiliyorlar… Ta ki İslam’ın hükümleri yaşamlarında hakkıyla kıyam etsin…Onlar biliyorlar ki; Allah (cc) indinde “Bilen ile bilmeyen bir olmaz.” Ve imanın zirvesine “ilimsiz” ulaşılmaz…
Varmak istediğim nokta şu ki; bizler doğuştan sahip olduğumuz dinimize karşı lakayt davranıyor, ölene kadar devam etmesi gereken öğrenme ve hayatında tatbik etme çabasından mahrum yaşıyoruz… Onlar sonradan yakaladıkları İslam’a (Kuran ve sünnete ) sımsıkı sarılıyor, bizlerse ipi gevşettikçe gevşetiyoruz… Onlar amel defterlerini hasenatla doldurabilme ve Allah’ın üzerlerindeki hakkını eda edebilme kaygısıyla yaşıyor, bir işi bitirdiklerinde başka bir işte yorulurken, bizler ise dinlendikçe dinleniyoruz… Ama elhamdulillah Müslümanız değil mi!?
Aslında bu ifadeler birbirinden ilginç hidayet haberlerini okurken hissettiğim içsel duygularım, kendime yaptığım özeleştirilerimdi… Rabbim bizleri bağışlasın ve bizlere bilinç versin…
Allah’ım! Sen bizi de dininde samimiyet, ihlas, azim ve istek sahiplerinden kıl! Bizlere hidayet et ve hidayetinden sonra saptırma.
Bizleri Müslüman olarak yaşat ve Müslüman olarak öldür ve de Salihlere kat. Amin.
Beyza Bilinç
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.