- 2195 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Gerçek Adalet
Adalet, insanlar arasında ırk, dil, din gibi ayrımlar gözetmeden hepsini kapsayan, güçlülerin değil haklıların üstün olduğu bir sistemdir. Ancak insanların pek çoğu adaletin önemininin bilincinde oldukları halde, çıkarlarıyla çatışması durumunda reddederler. Bu yüzden adaletin uygulanmasında aksaklıklar kaçınılmaz olur.
Örneğin rüşvetin ahlak dışı ve adil olmayan bir davranış olduğunu bildikleri halde, bazı kişiler çıkarları gereği ve kendilerince akla uygun bahaneler ileri sürerek hiç çekinmeden rüşvet alabilirler. Ya da şahitlik yapanın kesinlikle doğruyu anlatması gerektiğini bildikleri halde, bazı insanlar kendilerinin ya da yakınlarının çıkarları nedeniyle rahatlıkla yalan söylerler.
Benzer örnekler çoğaltılabilir. Bu yüzdendir ki toplumda çıkarlar adalete üstün gelir. Mağdur durumdaki kişi hemen haksızlıklardan dem vurur, ancak kendisi adalet yerine çıkarlarını ‘ayakta tutar’. Bu şekilde davranan insanlar toplumda çoğunluğu oluşturdukları için de, adalet soyut bir kavram olarak kalmaya devam eder.
Adaletin gerçek anlamda uygulanabilmesi için, adaleti çıkarlarına tercih edebilecek üstün bir ahlak gereklidir. Bu ahlak, Allah’ın emrettiği Kur’an ahlakıdır. Kur’an ahlakı, insanlar arasında kesinlikle ayrım gözetmeden, yalnızca haktan yana, kendi ve yakınları aleyhine bile olsa gerçek adaleti emreder.
Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)
Kur’an ahlakını yaşayan kişinin adalet anlayışında kişisel çıkarlar, dostluklar, arkadaşlıklar, akrabalıklar, insanların fiziksel farklılıkları asla etkili olmaz. Kararları yalnızca haktan ve doğrulardan yanadır. Kur’an ahlakının tam olarak yaşandığı toplumlarda gerçek adalet ve güvenin hakim olacağı çok açıktır. Çünkü yalnızca içinde Allah korkusu taşıyan ve hesap günü Rabb’inin huzurunda yapayalnız sorgulanacağının şuurunda olan insan gerçek adaleti sağlayabilir. Dünyada hak arama telaşında olan birçok insanın, asıl ahirette Hakkın karşısında ne yapacağını düşünmesi gerekir. Allah’tan derin bir saygıyla korkan insan, ‘o günü’ düşünerek hareket eder.
Kur’an ahlakından uzak yaşayan kişiler, kin duydukları kişilere karşı her türlü adaletsizliği yapabilirler. Bu kişilere iftira atar, suçsuzluklarını bilseler dahi aleyhlerinde şahitlik yaparlar. Bazı kişiler de gerçekte suçsuz olduğunu bildikleri halde, haksız yere suçlanan insanlar lehinde tanıklık yapmazlar. Sevmedikleri ya da düşman oldukları insanın mağdur olması bu kişileri sevindirir. Olaylar nefsani planlarına uygun gelişmediğinde ise, bu kimseler çok ani çıkışlar yapabilirler. Öfke, duygusallık, küsme gibi Kur’an ahlakına aykırı davranışlar gösterilebilirler. Öfkeyle bağırıp çağıran kişi, o an Allah’ı ve her olayı O’nun yarattığını unutmuş demektir. Allah’ı unutan kimsenin ise, Kur’an ahlakıyla bağdaşmayan her türlü yanlış davranışı yapması mümkündür.
Söz konusu bu insanlar bencil, sevgisiz, kibirlidirler ve en çok kendilerini severler. Yakınlarını, dostlarını veya ailelerini sevdiklerini iddia etseler de, bu sevgi anlayışının da onların nefislerine uygun olması gerekir. Yani, sevgilerinde Allah’ın hoşnutluğunu ve rahmetini gözetmez, dünyevi çıkarlarına göre hareket ederler. Bencillikleri ve duygusallıkları nedeniyle adil olamazlar, adaleti ayakta tutamazlar.
Kur’an ahlakını yaşayan insanın, karşısındaki kişiye olan yakınlığı ya da duyguları aldığı kararları asla etkilemez. Sevmediği, kötü ahlaklı, düşmanlık yapan kişilere karşı dahi adaletli davranır, adaleti tavsiye eder. Peygamberimiz (sav)’in, "...insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor" (Nisa Suresi, 58) ayetindeki emir gereği, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmaksızın uyguladığı adaleti ve Kitap Ehlinden Necran Halkı ile yaptığı sözleşme, buna en güzel örnektir. Bu sözleşme Hz. Muhammed (sav)’in o dönemde benzerine rastlanmayan bir adalet anlayışını uyguladığının kanıtıdır. Peygamberimiz(sav)’in "Adalet isteyen bulacaktır, ne zalim ne de mazlum olacaktır..." ( Majid Khoduri, İslam’da Savaş ve Barış, Fener Yayınları, İstanbul, 1998, 209 s. ) hadisi, toplumda nasıl bir adalet uyguladığını gösterir. İşte bu adil yönetimi nedeniyle Peygamberimiz(sav)’e karşı çok güçlü bir güven oluşmuş, en şiddetli düşmanları bile, onun dürüstlüğünü kabul etmişlerdir.
Bu güzel ahlak örnekleri, Kur’an’ın sosyal yaşama getirdiği hoşgörülü, barış dolu, huzurlu düzeni de tarif eder. Kur’an ahlakının tam olarak yaşandığı bir ortamda ise dost ve kardeşçe, huzur içerisinde bir yaşam sağlanacaktır.
Asıl yurt olan ahirette her nefis yapıp ettiklerini karşısında hazır bulacaktır. Allah asla yanılmaz ve asla unutmaz. Allah, hakka ve batıla uyanların arasını kıyamet günü hak ile ayıracak, adaletinin tecellisini, cennetinde ve cehenneminde kullarına sonsuza dek gösterecektir.
"De ki: "Rabbimiz (kıyamet günü) bizi birarada toplayacak, sonra da hak ile aramızı ayıracaktır. O, (gerçek hükmünü vererek hak ile batılın arasını) açandır, (herşeyi hakkıyla) bilendir." (Sebe Suresi, 26)
Hiçbir durum ve koşulda güzel ahlaktan asla taviz vermemeyi fısıldayan vicdanımızın sesini dinleyelim. Duygularımız, aklımızın ve vicdanımızın önüne geçmesin.
“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (Maide Suresi, 8)
Fuat Türker, Haberin Gündemi