YOLCULUK - 5
Babamın bizi bırakıp gitmesinin üzerinden iki sene geçmişti.
Ben ilkokula başlayacağım sene geldi köye. Ona tekrar kavuştuğum için çok mutluydum.
Demek artık dedemle ve amcamla barışmıştı babam.
O akşam bir ara tuvalete kalktığımda annemin; “ Asla olmaz! Bu dediğini kabul etmem mümkün değil!” diyerek ağladığını duydum.
Annemi bu kadar üzen ve ağlatan neydi?
Onun ağlamasına ve yalvarmasına daha fazla dayanamadım ve kafamı yorganın içine gömüp hıçkırıklarını duymamaya çalıştım.
Sabah çok erken bir saatte annemin ve babamın at arabasına yükledikleri birkaç parça eşyayla çiftlikten ayrıldıklarını gördüm.
Ağlayarak arabanın peşinden koşuyordum fakat ben koştukça babam arabacıya daha hızlı sürmesi için bağırıyordu!
Annem ağlayarak arkasına bakıyor, ellerini bana doğru uzatıyordu. O elini uzattıkça, babam ellerini tutup annemi sakinleştirmeye çalışıyordu.
Bir süre sonra koşmaktan yorgun düşmüş ve köyün girişinde annemi ve babamı takip etmekten vazgeçmiştim.
Peşimden benimle birlikte koşan babaannem ve dedem bana sarılarak çiftliğe tekrar götürmüşlerdi.
Yol boyunca düşündüğüm “Babam yoksa beni sevmiyor muydu?”
Amcamın çocukları doğru mu söylemişlerdi?
Babam annemi de kendisiyle birlikte götürmüş, beni köyde dedemlere bırakmıştı.
İlk başlarda bu durumu kabullenemesem de zamanla onların yokluğuna alışmaya başlamıştım. Hatta soranlara her ikisini de unuttuğumu söylüyordum.
Unutmam mümkün müydü?
Değildi elbet!
Özellikle de annemin o mis kokusunu…
Ama unuttum demek daha az yakıyordu canımı.
Doktorun; “ Bir şeyiniz yok ya?” sorusuyla çıktığım çocukluk yolculuğuma bir süre ara vermek zorunda kalmıştım.
“ İyiyim, teşekkür ederim.” Dedim belli belirsiz bir şekilde.
Bir kez daha başsağlığı diledi doktor ve hemşire. Onların tavrı bana ne kadar soğuk gelmişti. Sıradan bir başsağlığı ve sonra günlük rutin işlerine dönmeleri!
Onlardan beklediğim ne olabilirdi ki?
Beni sadece şu an görüyorlardı. Ben onlar için sıradan bir hasta yakını, onlar benim için görevlerini yapmak zorunda olan doktor ve hemşire! Günde kim bilir kaç kez bu tür ölüm vakalarıyla karşılaştıkları için normaldi onlara göre. Sanırım ben hayatımda ilk kez şımartılmak ve hatta acınmak istiyordum.
Acınmak!
Oysaki dedem, babaannem, amcam ve yengem bana acıdıkları zaman nefret ederdim onlarda. Benim acınacak halim yoktu ve ben hayatıma annem ve babam olmadan devam edebilirdim. İhtiyacım yoktu onlara.
Okulda öğretmenim de bu özel durumumdan dolayı bana karşı daha anlayışlı ve şefkatliydi. Arkadaşlarım zaman zaman beni kıskandıkları için üzerime gelseler de günlerim çok güzel geçiyordu. Sanırım anne ve babamı unutma fikri benim yeniden doğuşum olmuştu.
İlkokul üçüncü sınıfı bitirdiğim yaz babam geldi tekrar köye.
Bu kez dedem ve babaannem kavga ediyorlardı babamla beni götürmemesi konusunda.
Babam ise “Bir çocuğun yeri anne ve babasının yanıdır!” diyordu.
Ne saçma!
Madem öyleydi de neden üç senedir yanımda yoklardı?
O gün bu çiftlikte geçireceğim son geceydi!
Çiftlikten ve sevdiklerimden ayrılmamak için çok ağlamış, çok yalvarmış ama babama sözümü geçirememiştim.
Babaannem ve dedemi bir daha görmek nasip olmamıştı.