Umut'un Gölgesinde
UMUT’UN GÖLGESİ
Son model araba bardaktan boşalırcasına yağan yağmura rağmen son sürat yol alıyordu. Arabayı kullanan genç adam bir yandan arabayı kullanıyor, bir yandan da yan koltukta sesli bir hüngürtüyle ağlayan kadına bakıyordu. Ama artık adamın, sabrının sonlarına geldiği her halinden belliydi. Sık sık soluk alırken, dişlerini gıcırdatıp, boğazından garip sesler çıkartıyordu. Genç kadın ağlamaktan yorulmuş bir halde hafifleyen hıçkırıklarıyla direksiyondaki adama dönerek ; <sana güvendim, bunu bana yapamazsın! Lütfen! Çetin lütfen! Beni böyle yüz üstü bırakamazsın… Karnımda bebeğimle > diye yalvarıyordu. Adam, sızlanan kadını kararlı bir tavırla birkaç kez uyarmış ama ikna edemeyeceğini anlayınca öfkeden gözü dönerek; tek eliyle direksiyonu kullanırken, diğer eliyle, rast gele vurmaya başlamıştı. Islak yolda araba dengesini kaybetmiş bir sağa bir sola yalpalayarak ilerlemeye başlamıştı. Bir süre daha gittikten sonra genç adam aniden frene bastı ve arabayı durdurdu. Henüz hava aydınlanmamıştı ama sabaha yakın bir saatti. Genç adam zengin ve yakışıklı haline hiç uymayan bir kabalıkla oturduğu yerden kadının oturduğu taraftaki kapıya uzanarak kapıyı açtı ve sızlanarak ağlayan kadını ite kaka açık kapıdan aşağıya yuvarladı. Bunu yaparken gırtlağı yırtılırcasına bağırıyor ağzına gelen küfürleri sıralıyordu. En son <karnındakini aldırmazsan seni öldürürüm. Çantana bir tomar para koydum, başının çaresine bak ve peşimi bırak! > dedi, biraz daha uzanarak kapıyı hızla çekti ve kapattı. Aynı hızla gaza basıp gözden kayboldu.
Aysel sağanak halinde yağan yağmurun altında, yerde, çamura bulanmış olarak iki büklüm olmuş toparlanmaya çalışıyordu. Az önce arabadayken hafifleyen hıçkırıklarının yerini, şimdi sarsıla, sarsıla! Sesli, bir ağlama almıştı. Öyle şaşkındı ki, büyük bir aşkla sevdiği, bu adam, hamile olduğunu duyunca nasıl böyle değişmiş canavara dönüşmüştü. Oysa Aysel <bu akşam yemeğe çıkalım sana müjdeli bir haberim var dediğin de, sevdiği adamın da ayni sevinci yaşayacağından emin akşamı sabırsızlıkla beklemişti. Ama Çetin bu haberi duyduğunda bütün neşesini kaybetmiş, gece boyunca, şu an bir çocuk sahibi olmaya hazır olmadığını tekrarlamıştı. Sürüp giden tartışmanın bir yararının olmayacağını anlayınca Aysel’in lavaboya gittiği bir sırada çantasına yüklü bir para koydu. Aysel, masaya döndüğünde Çetin, hesabı ödemiş toparlanıyordu. Birlikte arabaya bindiler. Tartışma arabada, da devam etmişti>. Sonunda acımasız sevgili, Aysel’i bir kedi yavrusu gibi o yağmurda, henüz şafak bile sökmeden ıssız bir yol kenarına atıp gitmişti.
Aysel, nihayet ayağa kalkabildi. Korku ve şaşkınlıkla tek tük geçen arabaların farlarının aydınlattığı asfalt boyunca yürümeye çalışıyordu. Ne kadar yürüdüğünü bilmeden kendisini bir benzin istasyonunun önünde buldu. Sırılsıklam olmuş haline aldırmadan, yağmura karışan gözyaşlarını bir kez daha elleriyle sildi. Üzerine bulaşan çamurdan temizlenmek için elbiselerini de silkeledikten sonra içeri girdi. Kafeterya kısmına geçerek garsondan çay istedi. Yaklaşan garson yardıma ihtiyacı olup olmadığını sordu ve elindeki havluyu kurulanması için Aysel’e uzattı. Kendisini iyice kurulayan Aysel masa ve sandalyesini kaloriferin yanına çekince biraz ısındığını hissetmeye başladı. Vücudu kurumaya başlamıştı ama hala gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Kafası karmakarışıktı. Aslında karnında taşıdığı bebeğini dünyaya getirmek, o vesileyle sevdiği adamla mutlu bir yuva kurmak istemişti. Çünkü sevdiği adam kendisine bugün yarın diye iki senedir evleneceklerini söylüyor ama bu teklif bir türlü gerçekleşmiyordu. Bu sürüncemeyi, o hep geçerli nedenler yaratarak kendisini avutmuş ama bu gece acı gerçek yüzünde tokat gibi şaklamıştı.
Başını dayadığı camda aksini görünce garsonun meraklı bakışlarında ki sebebi anladı. Yüzü ağlamaktan adeta morarmış göz kapakları arı sokmuş gibi şişmişti. Hala tutamadığı gözyaşları birbiri ardına akıp gidiyordu. Kaç tane çay içtiğini bilmiyordu. Garson sık, sık çay servisi bahanesiyle yanına geliyor ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Aysel böylesi bir aşağılanmaya dayanamıyordu. Üstelik evinden, iki yıl önce, sevgilisine gitmek için ailesini karşısına alarak ayrılmıştı. Artık oraya da dönemezdi. Birden bire beyninde bir şimşek çaktı. Oturduğu yerde masanın üzerine doğru yığılarak usulca kendi kendisine tekrarladı. İntihar etmeliyim evet bu ayıbımı ancak ölüm temizler. Kırılan gururumu da toprak örter diye kararlı bir şekilde bu işi ne şekilde yapacağına karar vermek için düşündü. İçi ürperdi yüreği çarptı ama tek kurtuluş yolunun bu olduğuna kanaat getirdi. Yağmur hala ayni hızla yağıyordu. Artık hava aydınlanmıştı. Aysel, oturduğu yerden, denizi görünce, yüzme bilmediğini hatırladı. Hayatına denizde son vermeye karar verdi. Perişan ama kararlı bir halde yavaşça kalktı ve çantasını açarak içine Çetin’in koymuş olduğu bir tomar parayı olduğu gibi çıkarttı ve masanın üzerine koydu. Hızla çıktı ve sahile doğru koşmaya başladı. Tek tük yazlık evlerin olduğu sahile vardığında boş evlerin arasından yavaşlayarak yürüdü. Denize ayaklarını soktuğunda suyun soğuğunu hissetmedi, sadece uzaklara bakarak derin bir iç geçirdi. Yağmurdan ıslanan vücudu sulara kolayca gömülecek gibi rahattı ama deniz kurşuni bir renk almış dev dalgalarıyla korkunç görünüyordu. Yavaşça suyun içinde ilerlemeye başlayan Aysel’in artık hissettiği tek şey gözlerinden akan ılık gözyaşlarıydı. Bunlar yaralı yüreğinden gelen kan, damlalarıydı. Tam kendisini karşıdan gelen iri dalgaya teslim edeceği , an da kulağında bir erkek sesi, yankılandı; dur, dur diyorum sana! Deli misin? Ne yapıyorsun? Aysel ,< bu Çetin onun sesi Allah’ım, bana döndü, beni seviyor >diye sevinçle dönmek isterken gelen dalga ayaklarını yerden keserek içine aldı. Azgın dalgada bir süre boğuştuktan sonra güçlü iki elin kendisini kavradığını hissetti ama ayni anda da oracıkta kendisinden geçiverdi…
Aysel kendisine geldiğinde, gözleri yuvasından fırlamış olan adam hala şaşkınlığını üzerinden atamamıştı. <Az kalsın boğulacaktınız. Neden böyle bir şeye kalkıştınız?> derken Aysel Çetini arayan gözlerle etrafa bakındı, O da şaşkındı, kimdi bu adam neredeydi? Bütün gücünü toplayarak adama kim olduğunu sordu. Cevap yan taraftan gürleyen bir sesten geldi. Başını yana çevirdiğinde salonun ortasında tekerlekli sandalyede oturan başka bir erkeğin olduğunu gördü. Şaşkınlığı bir kat daha artarak <nerdeyim? Burası neresi? >diye sordu.
Tekerlekli sandalyede oturan Şahin <korkmayın burada güvendesiniz. Sorununuz nedir bilmiyorum ama sebep ne olursa olsun canınıza kıymaya değmez>. Dedi ve tekerlekli sandalyesini hızla sürerek genç kadının yanına geldi. Onun meraklı bakışlarını anlayarak anlatmaya başladı:
<Sizi, salonun penceresinden dışarıyı seyrederken gördüm. Ben böyle havaları hep kendime benzetmişimdir>. Bunları söylerken gözleri Aysel’e bakıyordu ama aslında çok uzaklara dalmış gibiydi. <Canınıza kıyacağını daha kumsala inmeden anladım. Hemen Bekir’i aradım, koşup kurtarmasını söyledim. Bekir yaz kış buraların bekçiliğini yapar. Kışları gelen olmaz ama ben yaz kış burada oturuyorum>. Lafını henüz bitirmişti ki Bekir lafa atıldı. <Bacım Şahin beyim hem gazi hem de tanınmış bir yazardır. Şahin Güneş, ismini duymuşsunuzdur>. Aysel, şaşkınlığı biraz daha artarak, bir Bekir’e bir Şahin’e bakıp kendi durumunu unutmuş bir halde aklından onlarca soru geçiriyordu. Sonunda, Şahin özetle onu nasıl kurtardıklarını anlattı. Şimdi Aysel’in ne için canına kıymak istediğini anlatmasını bekliyordu. Aysel konuşmak yerine sadece ağladı. Şahin üzerine gitmedi. Bekir’e Aysel için bir oda hazırlatarak kendisini toparlayana kadar burada kalabileceğini söyledi. Aysel bitkin bir durumda odasına girip yatağına yatar yatmaz derin bir uykuya daldı. Ertesi gün akşama doğru uyanabildi. Şimdi kendisini daha iyi hissediyordu. Son yaşadıklarını hatırlayınca içinin sıkıntısı boynuna dolanmış bir urgan gibi sıkıyordu. İsteksizce tanımadığı bu adamın evinde yattığı odadan oturma salonuna geçti ürkek adımlarla. İçerisi loştu. Pencerenin kenarında dışarıyı seyreden Şahin tünaydın dediği zaman orada olduğunu gördü. Masada kahvaltı hazır bekliyordu. Aysel’e sadece çayı demlemesini söyledi. Kahvaltıdan sonra birer fincan çay alarak karşılıklı sohbet etmeye başladılar. Soru cevaptan ziyade iki dost gibi dertleştiler. Aysel bütün olup biteni anlatmıştı. Bu hiç tanımadığı adamı daha önce görse sadece acıyarak bakar, eksik gördüğü o bedende ne kadar değerli bir ruh taşıyabileceğini tahmin bile edemezdi. Konuştukça rahatlıyor rahatladıkça da Şahin’in tekerlekli sandalyede değil de nadide bir koltukta oturan dünyanın en yakışıklı erkeği olduğunu görüyordu. Bu görüntülerin arasına anlık giren Çetin’in yakışıklı fiziği eğilip bükülüyor. Kulaklarında, arabadan kendisini atarken kudurmuş köpek gibi tükürükler saçarak ettiği küfürler ve hakaretler çınlıyordu. Değer verdiği şeylerin aslında ne kadar değersiz olduğunu hayretler içinde anlıyordu. Çetin’i bu kadar sevmesine rağmen onun yanında şimdiye kadar hiç bu kadar huzurlu olmamıştı. Karşılıklı konuşmalar devam ettikçe Şahin’in de acı bir hikayesinin olduğunu öğrendi. Şahin’e de askere giderken bütün sevdikleri gibi nişanlısının da bulunduğu davullu zurnalı bir uğurlama yapılmıştı. Askere gitmeden önce, vatani görevini yaparken gazi olan ya da şehit düşenlerin acılarına ortak olurken, nişanlısı gösterdiği merhametle kendisini geride bırakıyordu. Oysa Şahin askere gittiğinde operasyona çıktığı o talihsiz günde mayına basarak yarısını kaybettiği bacaklarıyla gazi olarak sevdiklerine döndüğünde nişanlısının gözlerinde bu defa başka gözyaşları vardı. Çok geçmeden amacı belli oldu. Başka gazilerin bayrağını sallayan Sevim, kendi nişanlısı bu durumda olunca, <seni böyle görmeye dayanamıyorum, ömür boyu bu acının yükünü omuzlarımda taşıyamam > diyerek, Şahini ilk terk edenlerin arasında oldu. Anlaşılan oydu ki kimse yardıma muhtaç olanın yanında olmak istemiyordu. İlk günün heyecanından sonra sloganlar atan en büyük gazi bizim gazi diye omuzlarda eve getirilen Şahin bir süre sonra sadece ihtiyar anacığıyla baş başa kaldı. O da bir süre sonra üzüntüsüyle ölüp gitti ve Şahin hayat yolundaki yokuşu tek başına çıkmaya başladı. İlk zamanlar hayatın güç koşulları içinde birkaç kez canına kıymaya karar verdi. Günlerce evden çıkmadı. Evdeki bütün yiyecekler bittiğinde o gün bir daha eve dönmemek üzere dışarı çıktı tekerli sandalyesi çok eskiydi. Onu da zavallı ihtiyar anacığı bin bir güçlükle bulmuştu. Evden çıkarken elleriyle tekerleklerini zar zor döndürmeye çalışarak, deniz kenarına geldi. Saçı sakalı birbirine karışmış halde, bir süre batmakta olan güneşe baktı. Bu güneşi son görüşüm diye içinden geçirirken hıçkırıklarla ağlıyordu. Güneşin batışıyla birlikte kendisini az ilerde ki eski odun iskelesinden denizin serin sularına bırakacaktı. Bu düşünceler içinde ağlarken omzunu bir el tuttu. Bu onu hayata döndüren sıcacık, yumuşacık bir dost eliydi. Şahin başını arkasına doğru çevirdiğinde yaşlı gözlerinin arasından muhabir Zehra’yı gördü. Onunla hastanede ameliyattan çıkıp kendine geldiği andan itibaren üç ay boyunca sık, sık görüşüp röportaj yapmıştı. Bu görüşmeler sırasında çok yakın iki dost olmuşlardı. Şahinin hayat hikayesinden gazi oluşuna kadar yaşadıklarını önemli gazetelerden birinde yazı dizi olarak yayınlamış. Daha sonra da ziyaretlerine gelmişti. Ta ki! Kuzey Irak’a, göreve gidene kadar. İşte o gün Türkiye’ye dönüşünün beşinci günüydü ve Zehra Şahin’i ziyarete gelmişti. Evde bulamayınca komşularına sormuş, onlarda olup bitenleri anlatmışlardı. Annesinin öldüğünü, nişanlısının terk ettiğini, kendilerinin bir süre yardımcı olduklarını ama böyle devam edemeyeceğini bir bakım evine gitmesi gerektiğini Şahine söylediklerini , tek tek anlattılar. Zehra bunları dinlerken mahallenin çocukları <Şahin ağabeyi biz gördük sahile doğru gitti > deyince Zehra çocukların söylediği tarafa gitmiş ve Şahin’i bulmuştu. Ama gözlerine inanamıyordu, Onu ilk tanıdığı zaman gözlerinde yanıp sönen pırıltının yerini şimdi kapkara yağmur bulutları almıştı. Durumu hakkında edindiği bilgiye rağmen hayretle <ne oldu sana gazi Şahin> diye sarılıp yüreğine bastırmıştı. Bu dost eli Şahini o günden sonra hayata bağlanacağı bir sürü imkanlar sunmuştu. Önce Zehra O’nu alıp evine götürdü. Eşinin de desteği ile önce Şahin’in ne gibi bir iş yapabileceğini konuştular çünkü gazi maaşıyla geçim mümkün değildi. Şahin halkla ilişkiler mezunuydu. Zehra ve eşi Şahin’in hayat hikayesini yazmasını ve kitap haline getirmesini sağladılar. Kitabın tanıtımını bizzat kendileri üstlendi. Gazete ve televizyon kanallarında söyleşiler düzenleyerek kitabın satışlarının patlamasına katkıda bulundular. Bunlar yaşanırken Şahin insan üstü performansla çalışıyor dinlenmek için ara verdiğinde de özürlü haliyle daha önce yapamadığı hareketleri yapmaya çalışıyor, geliştiriyordu. Zehra ve eşi sabah işe gittikten sonra büyük bir gayretle tekerlekli sandalyesinden inip kültür fizik yapıyor, daha sonra evi toparlayıp bulaşıkları yıkıyor hatta bazen yemek bile yapıyordu. Altı ay böyle geçti ve artık Şahin çabalarının meyvelerini toplamaya başlamıştı. İlk para kazanmaya başladığında önce kendisine otomatik tekerlekli sandalye aldı. Ardından Zehra ve eşine sevgi ve minnet dolu yüreğini bırakarak ev alıp yanlarından ayrıldı. Zehra ve eşi de yaptıkları bu örnek davranışla yürekleri huzur içinde Şahin’i yeni, evine uğurladılar. Şahin şu an oturduğu evini almış zevkine göre de dayayıp döşemişti. Çok tutulan askerin günlüğü adlı kitabından sonra sekiz kitap daha çıkarttı. Bir yandan da televizyon kanallarında şehit ve gaziler için yapılan programları sunuyor, gazetede spor köşesinde makale yazıyordu. Yirmi dört saati öyle doluydu ki uykuya çok az zaman ayırıyordu. Çalışmaktan yorulduğunda penceresinin önüne geçer denizi seyrederek yorgunluğunu atardı. Artık çok parası vardı hem de çok, ama o mütevazi yaşamayı seviyordu. Hayata küs değildi ama kırgınlıkları vardı. İsmi duyulup zenginleşmeye başladıktan sonra eski nişanlısı barışmak için araya elçiler sokmuş tu ama Şahin asla kabul etmedi. Hayatını, çok sevdiği evinde Bekir’in de yardımıyla geçirip gidiyordu. İşte yine sabaha kadar çalışıp yorgunluğunu atmak için pencereden, yağmurla denizin birbirine karıştığı manzarayı seyretmek için baktığı sırada görmüştü Aysel’i .
O gece Aysel ve Şahin sabaha kadar oturup konuştular. Aysel sabah gideceğini başının çaresine bakacağını söylediğinde Şahin Onun gözlerindeki çaresizliği anlamıştı. Yanında kalmasını teklif etti. Ayni Zehra’nın Ona yaptığı gibi sıcacık bir dost eli uzattı. Aysel bu eli tutmayı çok isterdi ama onun bir de bebek sorunu vardı. Bunu anlatırken ellerini yüzüne kapatarak hıçkırıyordu. Bir yandan da < ne yapacağımı bilmiyorum. Bu benim bebeğim ama onu dünyaya getiremiyorum ne yazık ki!!! Nereden bilebilirdim onun böyle bir alçaklık yapacağını… ah !!! ben ne aptal bir kızım ailemi de dinlemedim. Ben bütün bu olanları hak ettim> diye hayıflanıyordu. Biraz sakinleştikten sonra <size de yük olmak istemem> dedi . Şahin, önce aklını başına toplaması için Aysel’e bir kaç gün burada kalıp en doğru kararı vermesini salık verdi. Daha sonra tekrar konuşuruz diyerek çalışmalarına döndü. Geçen bir hafta içinde Aysel kendisini bir hayli toparlamış, kesin olarak bebeğini dünyaya getirmeye karar vermişti. Çünkü bu zaman zarfında Şahin O’na iş bulup para kazanabilmesini sağlayacak ayaklarının üzerinde durmasına yardımcı olacaktı. Bu güvenceyi verirken de bebeğin canına kıymaması için sürekli çözüm üretiyordu. Aysel’in bu kararına Şahin çok sevinmişti. Geriye tek bir sorun kalıyordu ki o da bebeğin bir babaya ihtiyacı vardı, toplumda başının dik gezmesi için. İşte tam da iş burada tıkanıp kalıyordu. Şahin bu bebeğe seve, seve baba olurdu ama Aysel çok güzel bir kızdı sevdiği adamın çok yakışıklı ve zengin olduğunu anlatmıştı. Bu yüzden böyle bir teklifte bulunma cesaretini kendinde bulamadı. Benim gibi bir adamı kabul etmesi imkansız diye düşündü. Oysa Aysel ‘de keşke Şahini daha önce tanısaydım, keşke karnımdaki bebeğimin babası Şahin olsaydı. Beni bu halimle kabul etmesi mümkün değil diye düşünüyordu. Aradan geçen zaman içinde Aysel işe girmiş ancak Şahin’in yanından ayrılamamıştı. Az kazanıyordu ama mutluydu. Tek endişesi karnı yavaş, yavaş büyümekteydi. Başta iş arkadaşları babası kim diyeceklerdi. Bu sıkıntı içerisindeyken bir gün Şahin’in yanına oturdu ve O’na,< iş arkadaşlarıma seninle evli olduğumuzu söyleyebilir miyim. Yakında karnım saklanamaz duruma gelecek, bu durumdan utanıyorum > dedi ve utancından kızaran yanaklarını saklamak için yere baktı. Şahin kulaklarına inanamadı. Hazır yeri gelmişken hemen başıyla bacaklarını işaret ederek < peki bu halimden utanmayacak mısın? Yalandan da olsa gururun ezilmeyecek mi?> dedi ama son sözlerini tamamlamadan daha Aysel atılarak <siz ne diyorsunuz! gazi Şahin? Ben günlerdir bu teklifi yapabilmek içi fırsat kolluyordum. Siz asil kişiliğinizdeki şerefli gazi ünvanınıza beni layık görür müsünüz? dedi ve yerinden kalkarak tekerlekli sandalyenin yanına yere oturdu, Şahin’in ellerini avuçlarına sığdırmaya çalışır bir biçimde kavradı ve dudaklarına götürerek kutsal biriymiş gibi öptü kokladı. Şahin, hayattan acı bir tecrübeyle ders alan bu kadına bir kez daha derin,derin baktı, çaresiz gözlerindeki umut arayışını çok net bir biçimde gördü. Bu defa Aysel’in küçücük ellerini kendi iri ellerinin içerisine aldı ve O’na doğru eğilerek <benim eşim Umut’unbabası olmamı kabul ediyor musun? > diye evlenme teklif etti. Aysel gözlerinden akan yaşlara aldırmadan yerinden fırlamış Şahin’in boynuna sarılmış vaziyette <evet ,evet tabi ki evet sen bizi istedikten sonra > diye ardı ardına sıralıyordu kelimeleri. Şahin de O’nu bağrına basarak <canım, bir tanem, kader arkadaşım benim, bundan böyle Umut’un gölgesinde çok mutlu olacağız O’nu bize Allah vesile etti O bize çok kıymetli bir hediye, O’nun sayesinde tanıştık, O’na kız ya da erkek olsun fark etmez umut ismini verelim. Bizim Umut’umuz olsun. Umut’un gölgesinde mutlu olalım…> dedi ve birlikte sevinç gözyaşlarına boğuldular.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.