- 665 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
ÇEK USTA KALBİME YİRMİ DÖRT AYAR BİR HÜZÜN
Yalnızlık: Şehir büyüdükçe, büyür. İşe giderken, eve dönerken her gün aynı dolmuşa, aynı otobüse binemezsiniz. Her gün farklı yüzlerle karşılaşırsınız.
Karşıdan karşıya her gidiş dönüşünüzde denize martılara ve varacağınız yere sadece bakarsınız. Suları ve martıları daha önceki gördüklerinizin aynısı sanırsınız. Her seferinde vapurda kalma korkusuyla herkesten önce inmeye çalışırsınız. Boğazdaki sular gibi hayat akar gider. Ama siz göremezsiniz bu hengâmenin içinde zamanın aktığını.
Sabah akşam herkes kıyamet kopmuşçasına meydandaki yerini almak için birbirlerini adeta çiğneyerek -son minübüse, otobüse, vapura bineceklermiş gibi- koşuşturmasalar olmaz. Gün içinde sevinmeye, üzülmeye vaktiniz olmamıştır. Çünkü hayatın bizzat içindesiniz ve bu hayat iş esnasında kendine engel olacak her şeyi bir kuma gibi görür. Bir yerden bir yere giderken aklınız varmak istediğiniz yere odaklanır. Her hangi bir tarih önünden geçersiniz, fark etmezsiniz. Fark etseniz bile her hangi bir yapıya bakar gibi bakarsınız. At Meydanı’nda dolaşırsınız. Dikilitaş’a, Alman Çeşmesi’ne sadece bakarsınız. Sonra Beyazıt’a doğru yürürsünüz. Çemberlitaş’ın yanından geçersiniz kuşları görürsünüz. Ulu Hakan’ın türbesinin yanından geçersiniz dudaklarınız kıpırdamaz…
Yolunuz karşıya düşer, Üsküdar’a gidersiniz, katibim şarkısı aklınıza gelmez. Kız Kulesi’ne bakarsınız taş yığını. Sultanahmed’in, Ayasofya’nın, Topkapı Sarayı’nın Galata Kulesi’nin dilleri yok ki biz buradayız desinler. Bir namaz vaktinde o sırayla gökleri vuran ezan sesleri, balıkçıların ve martıların çığlıkları arasında uçup gider de eğleşmez kulaklarınızda. Ve o devasa Haydarpaşa Garı’ndan kalkan trenlerin Osmanlı ülkesini bir baştan bir başa geçerek kutsal topraklara ulaştığı bir belgesel gibi gelip geçmez gözlerinizin önünden…
Yağmur yağar kirpikleriniz ıslanmaz. Saçlarınıza kar yağar üşürsünüz. Hüzün çekip efkâr solursunuz, gam dağlarına yaslanamazsınız. Memleketten sızılı bir haber gelir yüreğiniz cız eder. Göçen anneniz, babanız, kardeşlerinizden biriyse imkânınız varsa yola koyulursunuz, değilse üzülmeye bile vaktiniz olmayabilir. Bulunmaz Hint Kumaşı değilsinizdir. Kalkıp gitmeye kalkışsanız yerinizi bir başkası doldurur. Çünkü şehirde siz, hayatın bir dişlisisiniz, çarkın durmasına sebep olma hakkınız yoktur.
Ne çok söz verirsiniz birbirinize, ne çok sözünüzde durursunuz! Bir özürle birbirinize affedersiniz! Samimiyet, dostluk; bir yerde oturup çay içmekten ve geyik muhabbetinden öteye gitmez. Kendi yalnızlığınızı yaşamak zorundasınız. Can bilip bağrınıza basacak kimsenizde yoktur. Sevgi; içi boşaltılmış bir kelime, tebessüm; yapma çiçekten başka bir şey değildir. İnsan damarlarınızdan bir damarınız atar da yüreğiniz, hemcinsine ya da karşı cinsinize sevgiyle akarsa kendi adınıza yazık edersiniz. Bu ilginin arka planında bir hinlik düşündüğünüz anlaşılır!
Herhangi bir tatil gününde bir de bakmışsınız ki kendinizi gezdirmeye çıkmışsınız, başında yün tellik elinde bastonlu bir ihtiyarla karşılaşır, babanızı ya da dedenizi hatırlarsınız. Evlat ya da torun şefkatiyle halini hatırını sorarsınız. Bilmezsiniz annenizin ve babanızın dualarıyla hayatınızın kolaylaştığını. Başınızda dolaşan kara bulutlar gözlerinizle buluşur. Yıllardır yağmura hasret borlaşan yüreğinize bir şeyler ekip biçme vaktinin geldiğine anlarsınınız. Bir çay bahçesine kendinizi zor atarsınız. Siz, daha garsona bir çay lütfen demeden, garson: “Çek usta kalbime yirmi dört ayar bir hüzün” der.
Kendi yağmurunuzla ıslanmaya başlarsınız.
Sonrası yine yalnızlık…
Tayyib ATMACA
YORUMLAR
usta ,
gerçekten çok sıcak ve çok samimi bir biçimde ,özetlemişsiniz gurbeti.Şehrin kalabalığında ve karmaşasında kaybolup giden insanların hayallerini umutlarını yada ne bileyip yok oluşlarını aslında hiç yaşayamayışlarını anlatmışsınız ne diyeyim güzel bir yazı olmuş allah yüreğinize va kaleminiz kuvvet versin.