- 1038 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Artık Aç Kalmayacağız (Deneme)
Dursun teyze, bir göründü mü karşıdan; kendine has dimdik yürümesiyle sanki gerdanıyla dağlara dokunacakmış sanırdın.
Üzerinde yer yer yırtık olan şalvarıyla ve yalın ayak yürürken, sanki koşar gibiydi. Onun hızına yetişmek ne mümkündü..
Kendisi mert, cömert, kısacası erkek gibi bir kadındı. Bu şehre geliş sebebi belli ki karın tokluğu için olmuştu. Memleketinden bahsederken: “..Gözü çıksın yokluğun; sebebin..” derdi. Anlatırken geçmişini, dalar gider, hüzünlü olan gözleri hepten ağlamaklı olurdu. Kader bizi buralara kadar sürükledi der, hüzünlenip, boynunu bükerdi çoğu kez.
Evlatları olmamış, ocağı hiç şenlenmemişti. Belki de en büyük derdi de bu idi. Dursun teyze nerede bir çocuk görse, başını okşardı. Yüreğinin derinlerinden gelen söz, dökülürken dudaklarından; içimiz titrerdi,özellikle de içini çekerek söylediği “..vaaaay! ..” sözcüğünden.
Her nasıl olursa olsun, eşi Halil ağa’sını da çok severdi. Okumamıştı ama büyüklere ne derece saygı olacağını aileden öğrenmişti.. Halil’i de her ne kadar yâri yareni olsa da ona ayrı bir saygı duyuyordu. Onu çok seviyor bir dediğini iki etmiyordu.
Karşısına geçtiği zaman hala dünkü gelinmiş gibi utanır, sanki süzülürdü. Yüzü pembe pembe olur, utancından gözlerini kaçıracak yer arardı. Yıllar bu iki sevgilinin aşklarını yıpratmamış, sevgilerini hiç eksiltmemişti.
Çalışmayı çok sever, her ne iş olsa asla gocunmaz yapar, yokluğuna rağmen dilenmezdi. Suyuna katık edeceği bir lokma somunu alın teriyle hak etmeliydi. Yokluk hasret o kadar yıpratmıştı ki onu, yaşı elli beş olmasına rağmen kaç yaşındasın denilince de “.. Doksan.” derdi.
Dursun teyze, komşuları tarafından da çok sevilirdi. Kimin ne işi olsa koşardı usanmadan, yorulmadan..
Sırrını kimselerle paylaşmazdı. Kilitli sandık gibi yüreğine kilitlerdi tüm duygularını. Zaman zaman yüreği coşar, nedendi bilinmez, eğilir toprağı öperdi ve öylece kala kalırdı.
Halil ağası da çok severdi; ondan bir dakika olsun ayrılmak istemezdi. Ormanda işçi olarak çalışan bu Dursun Teyze, iki üç yıl olmuştu ormanda, iş için yerleşememiş hüzne kapılmıştı; üzülüyordu.
Kolay değildi ki her zaman yapmış olduğu işe gidememiş olmak düşündürüyordu. Öyle ya, yazın çalışmazsa kışın ne yiyeceklerdi. Olmamıştı işte çaresizdi. Halil ağa ramazan davulunu çalıyor, azda olsa bir şeyler kazanıyordu bu durum hiç yoktansa içlerine, yüreklerine biraz su serpiyordu...
- Bu işe bir gireyim başka bir şey istemiyorum; derdi. Yapma kurban deme öyle hayırlısını iste; “Görelim Mevla neyler; Eylerse güzel eyler..” sözünü söylerdik ya, o pek anlayamazdı bile.
Nihayetinde bu yıl, işveren Osman Bey’e gitmiş, iş istemişti. Yüzündeki ifade görmeye değerdi. çünkü iş baş vurusu kabul edilmiş, sevinçten ne yapacağını bilemiyordu.
Koştu, durumu eşine haber verdi. Hemen gitmeliydi Ormana; dağlar artık onu bekliyordu.. Çünkü Dursun teyzeyi en iyi dağlar anlıyor, ona sırdaş oluyordu.
Bazen bizimde gördüğümüz, tertemiz, eliyle besleyip, gözü gibi baktığı, çocuğum dediği, Ceylan isminde, her denileni anlayan, durgun bakışlı güzel bir katırı vardı. Hemen koşup ona da haber verdi. “Gözün aydın Ceylan’ım, biz artık aç kalmayacağız..” dedi.
Allah’ım yoksa bazen aç mı kalıyorlardı? .. “Ah Ceylan’ım, biliyorum sende yorulacaksın ama aç kalmayacağız en azından.” diyordu. Hazırlığını yaptı; yaylada çadırını kurdu; en azından üç ay gelmeyeceklerdi oradan.
Odunları katırla taşıyıp, gösterilen yerde siter yapıyorlardı. Konu komşularla helalleşip ayrıldılar beldeden; şimdiden özlemeye başlamıştık Dursun teyzemizi… Evet gitmişlerdi, gitmişlerdi ama ters giden bir şeyler vardı gibi.. Halil ağa durmadan rahatsızlanıyor; bir türlü gerektiği gibi çalışamıyordu. “Olsun.” dedi can yoldaşı için. “Sen yat dinlen; ben çalışırım. Arada gelir bakarım sana..” diyerek, öptü yanaklarından Halil’inin..
Aldı Ceylan’ı, koyuldu yola.. Dursun teyzenin aklı hep evde kalmıştı.. Halil’i ne yapıyordu? .. Şimdi kendisine ihtiyacı var mıydı? Dursun teyze bir türlü kendisini işine veremiyor, durmadan eve gidip geliyordu.
Yalnız bırakamıyordu sevdiğini, ya bir şey olursa, diye düşündü. Çaresizce olmaz dedi olmaz… doktora götürmeliyim diye geçirdi içinden..
Durum nedir öğrenmemiz gerek diyerek, aldı sevdiği Ceylan’ı orada bıraktı.. Ceylan’ı kendisi gibi işçi olarak çalışan dostlarına bırakmıştı.
Doktora getirdi Halil’i durumu hiç iyi değildi; ameliyat olması gerekiyordu, hemen ameliyat ettirdi.
Niye zordu bu kadar kimsesiz olmak.. Niye zordu ki bu kadar evi geçindirmek? .. Eşini hastanede bırakıyor; günü birlik ormana gidiyor, akşama geri dönmek için araba rast gelirse binip geliyordu. Eğer araba bulamazsa kilometrelerce yolu yürüyerek geliyordu. Yorulmuyordu… Yürürken sanki kanat takıp uçarak geliyordu.
Çünkü sevdiği hayat arkadaşı onu bekliyordu hastane köşelerinde. Geldiği gibi sevdiğine koşuyor, nasıl olduğunu sorup, onu öpüp kokluyordu..
Yârini hal hatır ettikten sonrada, yorgunluktan hemen oracıkta sızıp kalıyordu… Böylece her şey yolunda gibi, çıkartmıştı hastaneden; şimdi bu durum evde devam edecekti. Sevdiğini bırakıp ormana gidiyor, akşam heyecanla sevdiğine kavuşuyordu.
Bir sabah, kahvaltı sonrası yola çıkacaktı, iş onu bekliyordu; nedense Halil bu gün çocuklar gibi nazlanıyor, kahvaltısını bile yapmak istemiyordu. Bu gün bambaşkaydı sanki! Halil eşinin elini bırakmıyor, ‘Gitme sevdiğim, gitme! ..’ der gibi donukça gözlerinin içine bakıyordu.
Bu gün her şey başkaydı sanki! Güneş bile başka renkte doğmaya hazırlanıyor gibiydi. Sobada kaynayan çay sanki bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.. Rüzgar, yüreklerden esiyordu..
Neden bu kadar doyamıyorlardı ki bir birlerine? Halil olanca gücüyle sarılmıştı sevdiğine…
Dursun teyze bu duruma hiç bir anlam veremiyordu.
Halil olduğu yere yıkıldı. Dursun: “.. Yine kalbi! ..” dedi; uyandırmaya çalıştı.. İki yana sallayarak ayıkmasını bekledi ama uyanmıyordu artık. Bazen böyle oluyordu ama az sonra uyanıyordu; şimdi nedense uyanmıyordu..
Her nasılsa, geçte olsa anlamıştı Dursun teyze, ona sarılırken veda ettiğini Halil’in... Öyle bir: “Haliliiiiiiiiiiiiiiiiiim! ..” dedi
ki…
Bu haykırışın peşine tatlı uykularında olan komşuları büyük - küçük herkes ayağa kalkmışlardı.. Gözlerini oğuşturarak, koşuşmaya başladılar..
Evet, Halil’i ona veda etmişti. Sevdiğine olur muydu bu? .. Zaten zorlu bir hayattı yaşadıkları hal böyleyken, yalnız bırakmak olur muydu; el ele çıktıkları bu yolculukta? ..
Çok zor geliyordu onun için, Halil’i toprağa koymak. Tabutun yanından, soruyordu Halil’e: “Halil’im beni neden bırakıyorsun? Beni de götürsen olmaz mı? ” Oldukça fakir olan üç beş kişi gelmişti akrabalardan.
Halil’i memleketi Adana’ya götürmek istedilerse de, buna Dursun müsaade etmedi. ‘Sevdiğim yanımda olmalı; onu özlediğim her an, her dakika ziyaretine gitmeliyim.” dedi.
Burada defn ettirdi. Zaman Halil’siz geçmiyordu.. Orman işine artık gitmiyordu. Gözü gibi sevdiği Ceylan’ını, yani: katırını bile ağlaya ağlaya satmak zorunda kalmıştı.
Zaten! Hayat mücadelesi çok zordu, Dursun için; şimdi daha da zorlaşmıştı. Üstelik hasrette eklenmişti yürek acılarına; bu da hepsinden ağır gelmişti elbet.
Sevdiğini görmek isteyince hemen ona koşar dertleşir gelirdi. Her gidişinde çiçeksiz gitmez, giderken ‘nereye gidiyorsun? ’ diye sorulduğunda, “Halil’ime gidiyorum.. Çiçek götürüyorum; beni özlemiş mi diye sormaya gidiyorum..” derdi.
Dönüşünde ise ‘nasılmış Halil ağa? ’ diye sorulunca da: “İyiymiş; beni bekliyormuş.” derdi. Ardından da: “Bu hasret beni koymaz; bu hasret beni koymaz.. Bende giderim yakında Halil’ime; içim yanıyor; bu başka bir yanış, çözemiyorum..” der, ağlayarak başını önüne eğer, her zamanki gibi çıplak ayakla koşardı bahtına doğru sanki!
Çaresizdi, çalışmalıydı, Halil’i olsaydı şimdi Ramazan gelmişti davul çalardı en azından ama o yoktu işte; hayıflandı kendi kendisine: “.. Sevdiğim; davulu ben mi çalayım yani? Niye bıraktın ki beni bi. başıma..” dedi içinden.
İçinden bir şeyler koptu; ‘evet, evet! .. Ben çalmalıyım davulu.. Ben çalmalıyım; neden olmasın? ..” dedi. En azından denemek istedi. Zaten her daim sıvalı kollarını yeniden sıvarmış gibi yaptı ya, “Allah! ..” dedi, çıktı gecenin karanlık koynundan; davulunu eline alarak bohçasını hazırlayan genç kızlar gibi oda davulunu almış, başlamıştı çalmaya.. ‘Halil’im duy beni..’ der gibi çalıyordu.
Çaldı.. çaldı.. alabildiğine.. Bir şeylerden hıncını çıkarırcasına davulun son tını bizim kapıda sonlanırdı.
Her gece bekler hatırını sorardım; bazen sahura davet ettiğimde beni kırmaz gelirdi.. Ter damlardı yüzünden; yanaklarındaki pembelik bir kız edasıyla daha da allaşırdı.. Arada bir hayıflanır: “.. vayhh! ..” derdi.
Zaman kaçarcasına gide dursun Halil ağanın erkenden gidişi onarılmaz yaralar açmıştı belli ki yüreğine.. Köşe bucakta ağlar, ağladığını, gözyaşlarını herkesten saklardı.
Davul çaldığını öğrenen bazı TV ciler hemen gelip çekim yapıp, yardıma ihtiyacı var demişler di. Duyan olmadı mı? Bu durumu yoksa! Duymazlıktan mı gelinmişti, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” misali.
Yaralıydı yüreği yaralıydı alabildiğine kulübesinin merdiven başında oturmuş ‘Halil’im aaah! .. Bir gelsen? ..” der gibi boynu bükük bakıyordu.
Karşıda komşular oturmuş, uzaktan uzağa arada bir şakalaşıyorlardı. Onlar: “..Halil’i mi bekliyorsun? ” derler; “Evet, onu bekliyorum.” derdi.
Bu günde aynısı olmuştu ama nedense bu gün ‘Evet’ dememiş, aksine “Hayır.. Beni çağırıyor.” demişti. “Ben gideceğim.” demişti.
Oturduğu kapının eşiğinde olduğu gibi düştü; yığıldı yere.. Çırpınmaya başladı. Duyan bütün komşular koştular..
Onu hastaneye yetiştirdiler ama beyin kanaması geçirmişti; kalbi atıyor, hiç uyanmıyordu..
Artık komşulardan kimsenin yüzü gülmüyordu; her şey, herkes, birbirine küsmüş gibiydi sanki. Tam on gün oldu..
Bunca bir birlerini seven iki yürek ayrılığa daha fazla dayanamamış, yaralı yüreği ‘elveda,’ demişti. Dostlarına, ‘Merhaba..’ diyerek, aşkına - kendisi gitmiş, diğer taraftan da kaç kişiye umut olmuştu..
Gözlerini, böbreklerini, ciğerlerini birilerine bırakarak gitmişti dönülmez yoluna.. Evet, bütün bu organları alınmıştı; hem de hastane masrafları karşılığında…
YORUMLAR
Hanımefendi , onurlu ve hazin bir yaşam belgeseliydi.Dursun Hanım' ın, Tv. ekiplerince de tesbit edilen bu mücadele gücünün , varlıklı birileri tarafından görülüp,değerlendirilmemesi herhalde alınyazısının kalın yazılmış olmasındandır.
Çok güzel anlatımdı,duygulanarak ve de hayıflanarak okudum insanlık adına.Dursun'la Halil' in ruhları şad olsun.
Paylaştığınız için tebrik eder saygılar sunarım.
Hüzünlü olduğu kadar içinde bir çok güzel şeyi barındıran bir öyküydü. En azından sonundaki organ bağışı teması toplum açısından çok faydalı bir temaydı. Tebrikler Fatma Hanım. Selamlarımla... Ben de aynı şeyi söyleyeceğim aralık bırakırsanız okuyucunun okumakta sıkıntısı kalmayacaktır.