Benliklerim
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Keskin keskin bakışlarını kendinden son derece emin, gözbebeklerimi kilit altına almak istermiş gibi bana dikmişti. O anda gelmişimin geçmişimin, iyi kötü bütün olaylarını ve kararlarını tekrar analiz ettiğini sezebiliyordum. Korkuyordum ama bir o kadar da güvende hissediyordum kendimi. Aklım erdi ereli her karar anımda, her kararımda imzası olan ikinci benliğim bu konuyu gerektiği kadar önemsememsine rağmen inatla ve azimle konuya hakim olmaya çalışıyordu. O beyaz gözlerini saat dikişinde sanki hakim olmak zamana hükmetmek arzusu besliyordu. Aslında bu pekte yabancı olmadığım bir andı. Daha önceleri de bir iki defa üzerimde böyle sarih bir hakimiyetlik havası estirmişti. Kül tablasındaki sigaramı iki parmağıyla yakalarken ağzında bekleyen kelimelere izin vermişti;
- “Daha önce verdiğimiz kararı değiştirmeyeceğiz. Unut O’nu” dedi.
İki parmağının arasındaki sigaramla beraber benim düşüncelerimi de ezmişti. Vücudum kendini bırakmış yalnız ağzım kıpırdıyordu;
- “Peki… Ama neden hep araf da kalıyorum. Yani Aşk… Aşk söz konusu oldu mu neden hep araf da kalıyorum. Bu beni çok yıpratıyor.”
- “Bunun sebebi de sonucu da sensin”
Annesinin on defa anlatmasına rağmen hala anlamayan yada anlamak istemeyen çocuğun gözlerinde ki bakışla, süzüyorum ikinci benimin ağzını ve gözlerini. Narince gülümsüyor ve bir anne şefkatiyle konuşuyor benimle;
- “Senin kafandaki Leyla modeli… Hiç fark ettin mi ? Yada düşündün mü ? Yedi sene evvel sevdiğin kız ile şimdi sevdiğin kızın arasında nasıl bir benzerlik olduğunu ?”
Durdu. Düşünmemi, analiz ve karşılaştırma yapmamı istiyordu. Durdum. Henüz taptaze anılarıyla zihnime mıh gibi kazıdığım Sema’yı gözden geçirmeye başladım. Semanın, şeytanla satranç oynamaya müsait aklı ve zekası vardı. Azimli. Dik başlı. Asi. Genel hatları bunlardı. Durdum. Yenice farkına varabilmiştim. Üzerinden yedi sene geçmiş olmasına rağmen beynimin üç lobunda da son derece canlı ve tazeydi Beria’yla anılarımız. Hem şaşırmış, hem de hoş karşılamıştım bu durumu ne de olsa Aşk’ın beyinde kalıcı izler ve anlar bırakması gayet normaldi. Ama işin ilginç olan kısmı Beria ve Sema tek yumurta ikizi gibiydiler. Surat ve vücut olarak ne kadar zıtlarsa yapı olarak bir o kadar eş idiler. Tartıştığımız, ayrı düştüğümüz konular. Yani sorunlar her ikisinde de aynıydı. Ben bunların düşüne durmuşken, ikinci benim ortadan kayboluvermiş. Şaşkın şaşkın odayı bir uçtan bir uca kontrol ettim. Ne zaman gittiğini anlayamayacak kadar kendi içime düşmüşüm. Bir süre öylece oturdum. Düşünüyordum ama ne düşündüğümü bilmiyordum.
Neden sonra, birinci benimle ikinci benimin sesleri kafamı gayri ihtiyari kapıya yönlendirmeme neden oldu. Fazla sürmedi kapıda belirdiler. İkinci ben;
- “Olanı kabullenmek, ertelemektir …” diyor ve beraberce önüme ilişiyorlar.
Küçük dörtgen odamda bir tane koltuğum var ama biz hep yerde oturuyoruz, öyle rahat ediyoruz. Tamamen boş olmasa da, odam eşyaya aç ama kitaba tok. Kütüphanem yok. Özellikle almadım. Kitaplarımı duvara güzelce istiflemek daha çok hoşuma gidiyor. İkinci ben konuşuyor. Birinci ben hiç kaale almıyormuş gibi boş bakışlarla etrafı süzüyor, ilgilenmiyormuş gibi davranıyor.
İkinci ben’e kızgınım aslında yapmak istemeyeceğim şeyler yaptırıyor hep bana biliyorum iyiliğimi düşünüyor ama yinede canım acıyor, aldığı kararlardan ötürü.
- "Hayatına değer vereceksin ve ne için harcadığına ..." diye devam ediyor, ikinci ben.
Bütün hissiyatlarım isyanda. Odanın duvarları, çöp öğütür gibi öğütmeye çalışıyor beni. Bunalıyorum. Gitmek istiyorum, haykırmak, bırakın beni. Çıkın. Yalnız bırakın. Demek istiyorum ama söyleyemiyorum. Her halde korkuyorum onlarda giderlerse, kimsenin kalmayacağından. Birinci benim son derece sakin bir tavırla;
- " Farkında değil misin ? Bak çocuk üzülüyor! " dedi. Gözleri ile beni işaret ederek.
Bir şey söylemiyorum. Şaşırıyorum az da olsa. " Bu kadar belli oluyor mu üzüldüğüm ? " diyorum kendi kendime, içimden. Aslında ben de ikinci benden yanayım katılıyorum onun söylediklerine ve yaptırmak istediklerine. Çünkü biliyorum. Çok çelişkiye düştüm. Çok defa dışladım ikinci benimi ama her defasında haksız çıktım. Hep üzülen, kırılan, ben oldum. Bu sefer onun dediğini yaptım. ’Git!’ dedim, O’na ama yine üzülen ben oldum. İkinci ben durumu izah etmeye çalışıyor birinci ben’e ama boş, kaale almamakla beraber inanmakta istemiyor, birinci ben bu duruma. Araya giriyorum korkarak ve nazik bir tavırla;
- " Birer kahve içer miyiz ? "
İkinci ben her zaman ki esrarengiz tavrıyla, İskoç usulü soruma soruyla karşılık veriyor;
- " Bir şeyler mi yazmak istiyorsun ? "
Susuyorum. Anlıyor beni. İkinci benimin en çok sevdiğim yanı her tavrımdan her kelimemden ne yapmak istediğimi anlıyor. Beni anlıyor... Beni tanıyor... Bir yudumluk sessizlik oluşuyor ortamda. İkinci ben, kalem kağıt getiriyor. Ve mekandan ayrılıyorum bedenimi hiç kıpırdatmadan. Elim, devasa bir azimle yetişmeye çalışıyor aklıma...
Mustafa YADİGAR