- 509 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
FİTNE
FİTNE
Her toplumda fitne hareketlerinin yaşandığı bir gerçektir. Konumuz olan fitnenin, İslam toplumunu nasıl içten içe kemirdiğini, türlü bela ve sıkıntılara nasıl soktuğunu kısa ama öz bir anlatımla aktarmanın faydalı olacağına inanıyorum.
Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları türlü sıkıntılara sokarak zarara ve günaha sürüklemek, ardından da toplu isyanların alt yapısını oluşturmaktır. Büyük İslam âlimlerinden olan Muhammed Hadimi Hz.leri, yetmişten fazla fitne çeşidinin oldu-ğunu belirterek şöyle buyurmuştur; “Fitne çıkartmak haramdır. Kuran-ı Kerim’de, dinden çıkartmak için fitne çıkartanların cehenneme atılacağı ve fitne çıkarmanın adam öldür-mekten daha kötü olduğunu bildirmiştir. Ayrıca hadis-i şerifte de; fitne çıkarana Allahü Teala’nın lanet edeceği bildirilmektedir” (Berika)
Fitnenin ne kadar büyük bir tehlike olduğunu daha iyi kavrayabilmemiz için Kuran-ı Ke-rim’in ayetlerine bakmamız gerekir:
a-) Fitne tamamen yok oluncaya kadar kâfirlerle savaşın (BAKARA /193)
b-) Bizi fitneye düşürme diyenlerin kendileri fitneye düşmüştür. (TEVBE/49)
c-) Fitne çıkartmak, adam öldürmekten daha kötüdür. (BAKARA/191)
d-) Kâfirler birbirinin dostları, yardımcılarıdır. Eğer Allahü Teala’nın emirlerini yerine ge-tirmez, kendi aranızda dost olmazsanız, yeryüzünde kargaşa, fitne ve büyük fesat çıkar. (Enfal/73)
Fitne ile ilgili birkaç Hadis:
a-) Fitne uykudadır. Fitneyi uyandırana Allah lanet etsin. (İ. Rafii)
b-) Din, dünya menfaatlerine alet edilince fitneler zuhur eder. (A. Rezzak)
c-) Fuhuş yayılınca fitne çoğalır. (Deylemi)
d-) Fitneler artmadıkça kıyamet kopmaz. (Buhari)
e-) Fitneden sakının. Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne gibidir (Mace)
Fitnenin yeri ve zamanı yoktur. Fitne, her koşulda ortaya çıkabilir. Bu nedenle Müslü-manlar, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, kanunlara karşı gelmemeli, güzel ahlakı ile herkese örnek olmalıdır. Aykırı davranışlar, o ülkede fitnelerin çıkmasına sebep olabi-lir. Bu konuyu biraz açmak icap ederse; patronların, amirlerin Müslümanlara zorla kumar oynatmak ve içki içirmek istemeleri durumunda, Müslümanlar içki içmeyi ve kumar oynamayı reddedebilirler. Fakat bu isteklere tepki olarak hiçbir zaman düzeni bozucu eylemlerde ve söylemlerde bulunmamalıdır. Aynı şekilde, ana-baba, evlatlarına haramı hoş gösterebilirler; ancak evlatlar, ana-babalarının gayri meşru isteklerini yapmamakla kalmalıdırlar. Tepkilerini eylemlere ve söylemlere dönüştürmemelidirler. Aksi halde uy-kuya yatmış olan fitne uyandırılmış olur. Fitneyi uyandıran bir diğer faktörde haksızlığın dile getiriliş biçimidir. Haksızın haksızlığını yüzüne karşı vurmaktır. Hiç kimse haksızlığı kabul etmez, edemez. Bu nedenle hataları yüze vurmak yerine; haksızlığın yapılış biçimlerini ve sebep olduğu sonuçları yumuşak ifadelerle haksızlık yapana söyleyip, ikna etmek en sağlıklı yoldur.
Fitnenin bir toplumu veya bir yönetimi nasıl perişan ettiğini görmemiz açısından Türk tarihinden birkaç kısa örnek vermenin faydalı olacağı düşünüyorum. Hun Devleti’nin Han’ı Teoman Han, ikinci eşinin isteği ile oğlu Mete Han’ı Çin yönetimine esir olarak vermiştir. Amaç, Hun-Çin savaşını önlemektir. Babasının, üvey annesinin etkisinde kalarak kendisini Çin yönetimine esir olarak verilmesini hazmedemeyen Mete Han, bir yolunu bulup, kaçmış ve babası Teoman’ı okla vurarak öldürmüştür. Hun yönetiminde büyük bir kargaşa yaşanmış olsa da Mete Han, devlet yönetimine kısa sürede hâkim olmuş ve İmparatorluğun başına geçmiştir. Bir kadının, türlü entrikalarla baba ile oğlu karşı karşıya getirmiş olması, fitnenin gerçek yüzünü ortaya koymuştur.
Osmanlı dönemine baktığımızda, bir kısım eyalet yöneticilerinin (Valilerin) zaman za-man Osmanlı idaresine başkaldırıp, isyan başlattıklarını görüyoruz. Kabakçı İsyanları, Celali İsyanları, Balkan İsyanları ve Kürt aşiret reislerinin kırkın üzerinde başlattığı Kürt isyanları… Osmanlı yönetimi, iki yüz yılı aşkın bir süre bu isyanları bastırmakla meşgul olmuş; içeriden ve dışarıdan desteklenen bu fitne hareketleri, nihayetinde Osmanlı İmparatorluğun çökmesine sebep olmuştur.
Günümüz Türkiye’sine baktığımızda; aynı tezgâhları görüyoruz. Ülkemizi bölmek ve par-çalamak amacıyla içeriden ve dışarıdan fitne tohumlarının ustaca ekildiğini görüyoruz. Atatürk ile İnönü’nün, Atatürk ve İnönü ile Kazım Karabekir’in arasının bozulmasında yine fitnenin bir silah olarak kullanıldığını görüyoruz. Günümüzde, PKK Terör Örgütü’nün ülkeyi parçalamaya yönelik çalışmalarının temelinde yine fitne yatmaktadır. Bu fitne, geçmişte olduğu gibi günümüzde de içeriden ve dışarıdan olağanüstü desteklenmektedir. Aydınların, din önderlerinin ve siyasetçilerimizin birbirine düşmelerinin temelinde yine fitne yatmaktadır. Fitnenin amacı; bozgunculuk yapmak, birliği ve beraberliği boz-maktır. Son birkaç yıldır ülkemizi meşgul eden bir başka hadise de Ergenekon yapılanmasıdır. Bu yapılanma günler geçtikçe yeni boyutlar kazanarak önümüze çıkıyor. Balyoz, Kafes, Sarıkız, Ayışığı gibi. Bana göre bu yapılanma dış kaynaklı bir fitnedir. Olayların seyrine baktığımızda, devlet kurumlarının birbirine hasım edildiğini çok açık görüyoruz. Yaşanan bu durum, bir vatanseverin isteyebileceği şey olamaz. Ülkemizin içine çekildiği bu vahim durum, ancak ülkemize fitne tohumları ekerek parçalamak isteyen iç ve dış hainlerin işi olabilir.
Uzak ve yakın tarihimizden verdiğimiz fitne hareketlerine ek olarak; İslam toplumunda fitnenin baş aktörünün kim olduğunu ve amacının ne olduğunu anlamanın da faydalı olacağını düşünüyorum.
İslam’a ilk fitne tohumlarını eken İbn-i Sebe isminde bir Yahudi dönmesidir. Fitne hare-ketinin önderi demiştir ki; “Her nebi kendinden sonra yerine gelecek birini vasiyet eder. İlim, fetva, cömert, yiğit olan ve emaneti yerine getiren takva sahibi Ali de Resulullahın vasisi ve halifesidir. Ümmet, Ali’ye zulüm yaptı. Onun hakkı olan hilafeti ve vilayeti zorla aldı. Şimdi onun yanında olmak ve yardım etmek herkese lazımdır. Osman’ın hilafetine son vermek lazım” Bunun üzerine Mısırlılar, onun sözlerinden ve görüşlerinden etkilenip, Osman’ın halifeliğine karşı çıktılar. (Ravdatil, sayfa 292, 2.cilt)
Fitne önderi İbn-i Sebe, bu çalkantılar sırasında Şiiliğin ilk çekirdeği olan Sebebiyye mezhebini kurarak, tasarladığı hain planını gerçekleştirmek için büyük bir adım atmış oldu. Kurulan bu hain mezhep, İslam’ı fırkalara (ayrı görüşlere) ayırmak için bir silah olarak kullanılmıştır. Şöyle ki; İbn-i Sebe, Mısır’da kurduğu bu mezhebine yeterli sayıda taraftar bulmuş ve bunları Hz. Osman’a karşı kışkırtmıştır. Fitne tuzağına düşenler, Hz. Osman’ın, Hz. Ali’nin hilafet hakkını gasp ettiğine, kusurlu ve ilimden uzak bir insan ol-duğuna, böyle bir kişinin İslam Devleti’ni yönetemeyeceğine inanmışlardır. Öyle ise, ilim-irfan sahibi birinin onun yerine geçmesi İslam adına şarttır denilerek, Hz. Osman’ı kat-letmişlerdir. Hz. Osman’ın katledilmesinden sonra, halkın büyük isteği ile Hz. Ali hilafet makamına geçmiştir. Ancak fitne yine durmamıştır. Bu sefer Hz. Ali, fitnenin hedefi ha-line gelmiştir. Hz. Ali, Hz. Osman’ın katledilmesine göz yumdu yaygarası yayılmıştır.
Mısır Valisi Muaviye, Hz. Ali’den Hz. Osman’ın katillerinin bir an evvel bulunmasını istemiştir. Hz. Ali, ülkenin her tarafında katilleri aradığını, bulunduğunda gerekli Şer-i cezaların verileceğini söylemiştir; ancak katilin bulunamaması, Hz. Ali’nin ve Muaviye’nin ordularının karşı karşıya gelmesine sebep olmuştur. Tarihe Cemel Vaka’sı veya Hakem Olayı olarak da geçen bu savaşta pek çok Müslüman kanı dökülmüştür. Savaşın seyri Hz. Ali’nin lehine dönünce; Muaviye mızrakların ucuna Kuran-ı Kerimleri asarak barış istemiştir. Hz. Ali, savaşı kaybetmesi kaçınılmaz olan Muaviye’nin bir hile peşinde olduğunu düşünmüştür. Ancak gerek Hz. Ali yanlıları, gerek Muaviye yanlıları ısrarla sulh is-temişlerdir. Bunun üzerine, her iki tarafın güvendiği kişilerden oluşan iki kişilik bir hakem heyeti, Kuran esaslarına uyulması şartı ile savaşı durdurmuşlardır. Bu savaş, Peygamberimizin eşi Hz. Aişe ile damadı Hz. Ali’yi karşı karşıya getirmesi bakımından hayli ilginç ve düşündürücü olmuştur.
İslam tarihine büyük bir fitne hareketi olarak geçen bu olayların temeline inilip, incelen-diğinde; Emevi-Haşimi çekişmesinin bir fitne ile uyandırıldığını görmekteyiz. Bu fitne hareketinin hemen akabinde de Haricilik İslam’da yerini almıştır. İslam’da fırkalara ayrılmalar, Hasan Sabah ile devam etmiştir. İran asıllı Hasan Sabbah, kurduğu İsmailiyye tarikatının güçlenmesi ve halk tabanına yayılması için Selçuklu yönetiminde etkili bir mevkie gelmenin, böylelikle İslam’a hurafeleri sokmanın gayreti içinde bulunmuştur.
Yaşadığımız şu günlerde çok net görmekteyiz ki; fitne yetmiş türlü suratıyla arz-ı endam ederek aramızda dolaşmaktadır. Biz Müslümanlar için fitneye karşı uyanık olma zama-nıdır.
Halit DURUCAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.