- 763 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NOT DEFTERİMDEN
Sonev’in günlüğü - 2
…bilmiyorum küçüklüğünün oyuncakları var mıydı ? en çok hangisini sevdi veya nelerini taşımıştı sık sık birlikte olduğu hatıralarıyla dertleştiği sırlarını açtığı hangi eşyalarını özenle saklıyordu günümüzde sancılarına kapıldığımız o kadar yalnızlıklarımız var ki belki bizi düştüğümüz sessiz uçurumlardan kurtarıyor o çocuk eşyalarımız kimler için önemlidir bu herkesin gözünden kaçırdığı bu küçük fakat anlamlı duygusal anılar kolleksiyonu bilmiyorum ama hiçbirşey söylemeden konuşmak anlatmak istediklerini başaran insanların hep böyle bir dünyası vardır sanki benim mi ? evet mesela benim bilyelerim cam bilyelerim biz ona misket derdik ne kadar sever sevinirdim eğer oyunlarda kaybedersem üzülür yütersem ( yani kazanırsam) çok sevindiğim renk renk küçük orta boy büyük bilyelerim bir kavanoz içinde saklarım onları elime geçince ışık hızıyla çocuk günlerime dönerim ya sonev’in…sonev’in var mıydı ? dünlerini bugünlerini ve yarınların da kendisini gülümseten veya hüzün yaşatan eşyaları ah nedense bunca kargaşa gürültü patırtı arasında mutlu olacak kendimize nefes aldırtacak bir şeyler olması gerektiğinin düşünceleri bunlar istanbul2a kar yağıyordu herkesin sevindiği kadar sevindi mutlu olmak gerekirdi mutlu da hissetti kendini sonev işte şehir tam karşısında kar ve İstanbul büyülü bir atmosfer hiçbir tablo bu kadar muhteşem olamaz gizemli bir dünyanın merkezinde kimsenin fark edemediği güzellikleri görmenin huzurlu gülümseyişleri yayılıyordu yüzüne İstanbul beyaz bir bahar gibi sonev’in duygularını işliyor tıpkı bir merhem gibi hangi acıları ve kendini mutsuz eden üzüntüleri varsa iç dünyasını tedavi ediyor sessiz bir özlem ile parlak ışıklı şehrin kar tozlarına teşekkür ediyordu oysa daha dün turuncu bir veda ile boğazın sularına gömülen şehri odasının penceresinden uğurlamıştı kırılmış bir fidan gibiydi canı hep sıkkındı gülmeyen yüzünün gülmesinden korkar gibi kendisini uykunun masalımsı serüvenlerine katmıştı nereden bilecekti onu bekleyen sabahın kendisine mutluluklar saçacağını artık ne aynalarını kıracak ne de kayıp umutlarını aramaya çıkacaktı bütün fotoğrafları gölgeleyen harika bir manzaraydı kar ince ince lapa lapa kadifece yağıyor İstanbul beyaz bir gelinlikle giderek güzelliğine güzellikler katıyordu ruhunu hançerleyen kara duygu ve düşünceler bir bir yok oluyor beyaz bir cennete dönüşüyordu ölümsüz bir duyguyu aşılayan bu sabaha bu güne sıhhatle uyandığı için Rabb’ine şükrediyordu sonev yüzünü yıkayan bu kar adeta bambaşka bir insan yapmıştı pusuya yatmış bütün kötü haberleri unutmak kardan kuracağı düşleri ile gurulu yalnızlığıyla pekala mutlu bir zenginlik yaşayacaktı buna çok emindi göğün sırrını düşündü bir an insana ve hayata ve yere ne çok enerji veriyor nasıl da kurumuş solgun çıplak toprağa ve şehre canlılıklar katıyordu hatta insanı bile yaşama arzusuyla dolduruyordu mavi masmavi giysileriyle İstanbul bahar mevsiminde ayrı kış mevsiminde bambaşka oluyordu bunu gök nasıl başarıyordu bir akarsuyun şarıltısı gibi zihnini sürekli aydınlık tuttu ince bir çığlık attı sevincin içinde tutulmaz coşkunun refleksi olarak mutluluğu çeken aynaya şöyle bir baktı bugün kendisini mutsuz edemeyecek aynasına nanik yaptı akşamdan yemeye üşendiği elmasını dişledi perdeyi boydan boya açtı sanki kar içeri odasına ruhuna yağıyordu her bir kar tanesini düşündü binlerce şekil birbirine asla benzemeyen kar taneleri binlerce sır ah ne müthiş bir heyecandı bunları hissetmek arkadaşlarını aramalıydı paylaşmak onları uyandırmak bu güzellikleri kendisinden duymalarını görmelerini istiyordu çevirdiği ilk numara “ulaşılamıyor” sonraki kapalı bir sonraki meşgul bir sonraki bir sonraki ah ne garip kimseye ulaşamadı yuvarlanan bir çığ gibi oldu birden gülen tebessümlerle bahar yaşayan yüzü birden hüzün çizgileriyle doldu bir kuşun bir kuş daha ve bir daha tam üç kuş birden pencerenin camına yakın kondular sabahtan beri yaşadığı beyaz bahar birden tekrar ruhunda canlandı ve kuşlara ekmek kırıntıları vermeyi düşündü krakerleri görünce hemen ufalayıp pencerenin önüne serpiştirdi az sonra tekrar kuşlar geldi önce tedirgin sonra güvenle o kırıntıları iştahla gagaladılar kar ve İstanbul ve kuşlar her şey güzel bütün kötülükleri yok eder gibi sonev’in ruhunda bir kar yanardağının püskürttüğü kar tanelerinin açtığı mutluluk renkleri duygularının eflatun yalnızlığını silip süpürmüştü işte en olmadık saatlerine gelip çöken huysuz huzursuz tepkileri göğün beyaz tozları ile ak pak oluyordu bugün benim doğum günüm dedi şu hayat denizinde nasıl yol aldığını düşe kalka hangi gözyaşları hangi gülme zincirleri ile bugünlere geldiğini düşündü bir an çaresiz yoksullar gibi okul hayatının sıkıntılı yıllarını düşündü lise ikinci sınıfa gelinceye ne çok değişimler geçirmiş tosladığı onca zorluklara rağmen başarmıştı işte yenerek talihsizliklerini gerçi matematik dersi ile hiç barışık olamadı ilk defa gördüğü sanat tarihi dersinin de zayıf gelmesi bu yarıyıl karnesinin dikenleriydi suç işlemiş gibi başlangıçta hissetti kendini iki zayıflı bir karneyi ailesine götürmeyi elbette istemezdi kendisine ceza biçti sonev ikinci yarıyıl hem zayıflarını düzeltecek hem de teşekkür bile alacaktı pencereye yöneldi kar devam ediyordu çocuklar belki uykularını bırakmışlar seslerine bakılırsa keyfini yaşıyorlardı kar onları ürkütmeyen tek soğuktu kuşlara ufaladığı krakerlerin iyice yenilmiş olmasından mutluluk duydu boş bir salıncak gibi içindeki çocuğu sallayıp durdu bir türlü dışarı çıkmaya kendini ikna edemedi durmak bilmez sevincini sırlarını çalan aynaya vermedi kuşlara yeniden yemek vermek için acele ile odasından çıktı ev sessiz ve dilsizdi ….
Mustafa kaya / Çengelköy
01.02.2011
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.