24
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1719
Okunma
Tren garına gelince gişeye yaklaştım. Ankara’ya giden en yavaş tren hangisi ise ondan bir bilet rica ettim. Kız yüzüme baktı tuhaf tuhaf! Dalgamı geçiyorum, yoksa hakikaten yavaş giden bir tren mi arıyorum emin olamadı. Sonunda dalga geçtiğime kanaat getirip; “ Yük treni.” Dedi.
Yük treni!..
Aslında hiçte fena bir fikir değildi bu. Benim de eşyalardan ve cansız varlıklardan ne farkım vardı. Ben de tıpkı onlar gibi duygusuz ve hayatı sırf yaşamak ve gün doldurmak için yaşamıyor muydum?
Arkadaki kalabalık huzursuzca söylenmeye başlayınca “Doğu Ekspresi” dedim.
Biletçi kızın başka bir şey sormasına izin vermeden öylece yürüyüp çıktım gardan.
Arkamdan durmadan söylenen kalabalığı duymazlıktan geldim. Hem duysam ne olacaktı. Hepsiyle oturup tek tek ağız dalaşı yapamazdım. Buna da gücüm yoktu zaten.
Bir süre deniz kenarındaki bir banka oturdum ve denizin sesini dinlemeye başladım.
Kulağım denizin sesinden çok araba ve insan sesiyle dolmuştu. Ben yinede inatla denizin sesini duymayı umdum. Benimki boş bir umuttu biliyorum ama şu an gerçeklerle yüzleşmeye hazır değildim.
Nihayet soğuyan hava bana artık eve gitmem gerektiğini fısıldadığı zaman saat gece on bire yaklaşıyordu.
Ağır adımlarla boş bir taksi bulmayı umarak yürümeye başladım.
Sokak serserisi oldukları her hallerinden belli olan birkaç erkeğin laf atmalarına aldırmayarak boş bir taksiye el ettim. İki gün önce olsa laf atanları alır evime getirirdim. Ama şimdi durum farklıydı.
Işıkları yakma gereği duymadan camdan sızan sokak lambası ışığında yatağıma yattım. Üzerimdeki elbiseleri çıkarmadığım aklıma geldi. Üşendim ve öylece uyumaya karar verdim. Uykuya dalmadan az önce de perdesinin arkasına gizlenmiş ve kendisinden haberim olmadığını sanan yeni yetme delikanlıyı hayal kırıklığına uğrattığım için üzüldüm.
Her akşam yatmadan önce ışıklarımı yakar ve perdeleri açık odamın içinde mümkün olduğunca ağır hareketlerle geceliğimi giyerdim. Her akşam aynı seremoni tekrarlanır ve tören bitiminde ben uyurken o çocukcağızda kim bilir ne hayallere dalardı. Onu böylesi heyecanlandırmak ve içini gıcıklatmaktan büyük bir zevk alırdım.
O çocuk bana sebepsiz gençliğimi ve o saf hallerimi hatırlatırdı. Oysaki ben asla o kadar saf olmamıştım.
Sabah kalktığım zaman kendimi her zamankinden daha yorgun hissediyordum. Üzerimdeki ağırlık Ankara’ya yapacağım mecburi yolculuktu bunu biliyordum.
Tren yolculuğundan vazgeçtiğim için rastgele bir firmadan aldığım biletle otobüs yolculuğuma başlamıştım.
Kafamı dayadığım camdan dışarısını izlemeye koyuldum.
Yağmur başlamıştı!
Yağmur her zaman hüzün vermiştir bana!
Gözünde yaş kalmayan insanların yerine gökyüzünün ağladığını hayal ederdim her yağmur damlasıyla. Uzun yıllardır da benim yerime ağlıyordu gökyüzü. Ben de ağlamayı çoktan unutmuştum.
Yollar hızla akıp giderken önümden mazimden birkaç pasaj okur gibiydi zihnim.
Oysa ben mazimden kaçmak için uğraşmıyor muydum senelerdir? Onca çabam boşuna mıydı?