- 520 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Günün Kararması
Günün Kararması
Gün kararmadı mı, ağarmazdı. Sosyal ve toplumsal yapının aydınlanması için günün kararması lazımdır.
Sosyal ve toplumsal yapı, kendi aydınlığı içinde ya kararır, ya karartılır. Gün elbette kararmaya gider bu doğa yasasıdır. Siz toplumda ve sosyal yapıdaki, sadaka ve merhamet duyguları ile bu kararmanın, kritik durumuna ulaşmasını, biraz daha uzatıp, dramatik görünümlerle sürdürürsünüz. Çünkü sadaka ve merhamet, günümüz üretim koşulları bağıntısı içinde akıl yerine, usluluk ve sürünme ve sefaleti yaratacaktır.
Çünkü merhamet ve sadaka günümüz gelişmiş toplum ilişkilerinin gelir bozukluğunun bir çözüm şekli olmayıp, geçmiş köleci üretim düzeninin, gelir bozukluğunu günün hali icabı kendi sosyal dengeleri açısından akılcı bir çözüm yoludur. Günümüz toplumlarında sadaka ve merhamet, akıl yerine, usluluk ve sürünme ve sefaleti yaratacaktır.
Çünkü bunlar pasta büyüten, ya da pastayı süre çevrimine sokan akılcı devinimlerden olmayıp, can çekişmenizi, biraz daha zamana yayan pansumandırlar. Ve zamanı, gide gide süreç içinde, şiddetli sosyal çatışmaya sürükleyecektirler.
Nasıl boğaz köprüleri, insanlar kullansın da, biz Allah’ın rızasını alalım diye yapılmıyorsa. Ve yine boğaz köprüsü ve oto yollar, fabrikalar, insanların, sadaka ve merhamet duyguları ile yapılmıyorsa toplum içindeki nüfusun sorunları da, toplumda; Allah’ın rızası için ve sadaka karşılığında yapılmaz yapılmamalı da. Yapılıyorsa eğer bu, dehşetengiz bir faciadır, müdrike sahipleri için.
Bunun inançsal boyutu özel yaşamda iken sizin toplumsal yaşamdaki yaşantılaşmalarınızın kendi kendinize gözden geçirimi bilinci olacaktır. Yine toplumsal nesnel yasaların ilişki sorumlulaşmasına göre alacağınız zihni bir muhasebenin, vicdani kanaat ve rahatlaşması olmaktadır. İnancın denetimi buradadır. Ki yeni başlangıçlar hep bu muhasebenizin kontrol pekiştirmesini de içerebilir. Bu sizin toplumcu üst yapı öznelliğinizdir.
Nüfusunuzdan ve nüfus artmanızdan sizler sorumlusunuz. Buradaki gaf ve siyasetten kusurunuzu, paylaştıramayan siyasi beceriksizliğinizi, sadaka ve zekât anlayışı ile kapatıp, alkış alamazsınız. Bu, çağdaş toplumda; suç olması gerekir ki öyledir. Bu, yine halkın tutumudur ve halkın yaşaması olgunluğudur. Toplumla halkı, okurun karıştırmaması gerekir.
Toplumsal yapı aydınlanmasını iki şekilde sağlar. Birincisi toplumun kendi ilişkilenmesinin bilimsel teknolojik olarak gelişip, üretim gücü ve üretim ilişkileriyle; üretimin paylaşılması çelişmesinden zorunlu olarak çıkar. Yani bunlar, yapının bir anlamda eski ilişkilerin taşıyamayan, karanlıklaşması, yeni çözümlemelerle aydınlanmasını sağlarlar. Bunlar dinamik oluşmalardır.
Toplumsal yapının ikinci aydınlanış nedeni de, haldeki mevcut kurulu ilişkilerini, egemen sınıflar yararına, aydın, yazar, çizer, gazeteci, politikacı, konuşmacılar tarafından karartılması ile mümkün olur. Mevcut durum, sosyal yapının, ya da halkın tam etkili tavrı ile kararmaz.
Belki halkın sorumluluklarına sahip çıkmayışı, bunu gerektirebilir. Ama bu kendi başına yeterli bir neden değildir. Bu durum ancak öznel müdahalelerle karartılır. Bunu da, sözde aydınlar yapar. Vatan diyerek, millet diyerek, halk diyerek, insanlık diyerek, insan hakları ve özgürlük diyerek, bunu meşrutiyetlik içinde, halkın desteği ile yaparlar!
Yukarıdaki sosyal yapının toplumsal ve evrensel bilince evrilen, sembol değerleri nasıl var etmesi gerektiğini, ilişkilerinden kopartılmış ama birçok basit temel düşünme ile örüntüleşmesini işledim.
Burada görülmektedir ki insan hakları özgürlükler yaşama hakkı, demokrasi gibi bütün soyut anlama ve değerlemeler bir ilişki alanı etrafında çekimlenip anlamlı belirmelerle değer kazanmaktadır. Bunlar yoksa bu değer anlayışlarımızda yoktur. Ve bunlar devamlı zorunlu ve bilinçli değişkenler ile kontrol edilmektedirler.
Bir zamanların dinamik yapısı içinde gelişmiş, olması gereken sadaka ve zekât kurumlarımızın içine doğdukları, döneminin, hiçbir kurum ve kuruluş ilişkisi, bugün mevcut değildir. Söz gelimi o günün bir çiftçisi, günde beş dönüm yer sürüp imar ederken, olması gereken nüfus sayınız farklıdır. Bu gün beş yüz dönüm yer sürülüp imar ederken ki nüfus sayınız başak olacaktır. Kıyaslanmaz bile.
Üstelikte bunların, illa nihaiye sürer olmayan, kesikli sınırlı bir sürüş olduğu da yukarıda belirtildi.
O günün artan nüfusu, bu ve diğer nedenlerle de sadaka ve zekâta ihtiyaç duyacakken, bugününki nüfus, bunlara gerek duymayacağı gibi, emeklilik gibi geçmişte olmayan, bir kurumu da önünüze serecektir. Yeni ilişki biçimi, eski biçimi kaldırıp, yeni olanaklar demektir. Bu yüzden sadaka zekât, günümüz için ne dinamiktir, ne alkış alır, ne de övünürdür, ne de doğrudur. Devlet ve toplumun ilişki biçimi olamaz. Ancak halkın ve kişilerin zarafet, izan, doğrulama ilişkisidirler.
Yani, sözde aydınlar, mevcut yapının, gide gide işlemez kılınmasının hamili ve karartıcısıdırlar. Ya tam bir bilmezlikle bunu yaparlar. Ya da taban sosyolojiyi halkı şaşırtırlar, yanıltırlar. Bunlar hiç kuşkusuz bir kısım menfaat ilişkilerine girmiş sözde aydınlardır.
İşte sözde aydınlar, ne sosyal yapıdaki, sosyal yapının evrensel ve toplumsal bilinçle aidiyetleşme eylemlerini ne de, sosyolojinin bilimsel kılan araştırma inceleme anlayışıdırlar. Öyle bir küt kafadırlar ki, Atatürk devrimlerinin bir süreç işi oluşma ile belirecek yapılaşma olduğunu hiç bilip kavrayamazlar da, Atatürk dönemini demokratik olmamakla suçlarlar.
Sözün gelişi gazi cumhuriyeti o günkü ağa, aşiret, dini telakkiler, Osmanlı imparatorluk bakiye kalıntıları telakkileri, toplumsal olmayan, etnik ve halk aidiyetlikler üzerine kurduğunu bilmez gibidirler. Ve Cumhuriyeti kuranların, cumhuriyetin bütün kazanç ve kazanımını şartlar elverdirilerek ancak zaman içinde, sürece sokulacağını planladıklarını görmezler gibi.
Örneğin cumhuriyetten 27 yıl sonra çok partili hayata geçtiğimizi, bundan 9 yıl sonra paldır küldür demokratik sosyal hayata geçtiğimizi ve yine siyasal icranın kararlarını hukuk sisteminin de anayasal denetim çizgisine adım adım yeni yeni oturttuğumuzu, hala daha nicelerin mücadelesinin de verildiğini bilmez gibidirler.
Bu olgunlaşma sürecinde hala zorluklarımızı görmezden gelerek tam bir cahil ve karartma mantığı ile cahil miras yedilikle, mirası berhava eden, üretemeyen sümsük acizlikler olup, Atatürk dönemini demokratik olmamakla, bilinç (!) ileri sürmekte, bir zavallılıktır. Sürecin seyrine göre bundan tabii ne olabilir ki. İşte süreci anlayıp yönetememek üretememek bu olsa gerek.
Bizimle kültürü paylaşanlar bu süreci Atatürk gibi zaman içine planlayamayanlar, hala sosyal ve toplumsal gelişmelerini, yani sosyal hak ve özgürlüklerini, toplumsal hak ve özgürlüklerini, evrensel bilinci edinememektedirler.
Bu yobazlık, halk değerlerini, etnik değerleri, bilinç diye, hiç devinemeyeceği sosyal ve toplumsal alana taşımak istemekteler. Demokrasidir, haktır, insan hakkıdır, özgürlüktür diyen, somut, tarihsel bilinç ve bilgiden yoksun, ilişkilenmelerle yol alışı görememekteler.
Karartmalarını yapmaktadırlar. Evrensel ve toplumsal değerlerle aidiyetleşme, sonradan oluşan bir basamak olup, etnik ve halksal olan önceki basamakların hem üzerinedirler hem de onların ilişkilenmeleriyle sonrakiler devinemez. Bunu biliyor olmalılardı. Bu, sonranın oluşamamasıdır. Nedenleri diğer çalışmalarımda açıkladım. Burada ayrıntıları gereksiz buluyorum.
Sosyal ve toplumsal bilginin, halksal etnik olaylara göre zaman ve ilişki koşullarına gör aşkın bir bilgi ve gelişme olduğunu bilmeyecek denli, düşünceleri ile seza bir düşünceciliktir yaptıkları.
Sosyal olaylar, eski ile yeni arasındaki farkın kavranması için, cahilliğin gerekli olmasıdır. Evrensel ve toplumsal olanın, aidiyetleşmesi için, gelişemeyen yapılarda, bu tür sözde gerici aydınların, bize pahaya da gelse, bir cahiliye dönemi yaratmaları kaçınılmazdır.
Atatürk döneminin devrim süreçleri, olmuş bitmiş bir olgular olmayıp, zamana endekslenen, zamanla kurumlaşan olacaktı. Devrimsel gerekmelerin ve yapılarının, mevcut durumda anlaşılıp, tam bir sahiplenme ile yapılaşamayacağını, iç koşullardan ziyade, dış koşulların rekabetçi, var olup olamamanın, bilinciydi. İçte ise, bilmemenin, durumlara tevekkülü vardı. Bu nedenledir ki, devrimler zamanı çoktan geçmiş, bir durumunda, bir yer ve zamanda, başlaması gerektiğini bilen, bir fark yaratan bilinçti. Cahillikler farkı ortadan kaldırır ve durumu karartırdı, sözde aydınlar gibi.
Yeni olan durum, eskiyi yenileyerek sahip olmak zorunda. Eski olan bu yüzden yeniden korkar ve yeniye tepki verir. Ve eski bu nedenle gerici olur. Nedenleri yazı dizilerimde açıklandı.
02.10.2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.