- 1070 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
MUHTEŞEM SÜLEYMAN VE MİMAR SİNAN
MUHTEŞEM SÜLEYMAN VE MİMAR SİNAN
Son zamanlarda çokça tartışılan Kanuni’yi, hayalperestler, kurgucular ve tarih cühelası gibi değil, gerçek yönü ile tanıtmak, biz tarihçilere şart olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman’ın muhteşem bir Sultan olduğunu, eskiden dost da söyler, düşman da söylerdi. Şimdi düşmana gerek yok, dost bilinenler O’nu Harem Padişahı olarak lanse etmek için, saçlarını başlarını yolmakla meşguller. Bugün bir arakadaşım benimle bir endişesini paylaştı ve dedi ki: “Hocam! Türkiye’nin tüm TV dizileri Ortadoğuda izleniyor. İsrail bunu bildiği için, son zamanlarda ülkemizin İslam dünyasında yükselen yıldızını söndürmek, amacıyla bu dizide mutlaka parmağı vardır. Yani demek istiyor ki: “Türkiye’yi ve Osmanlı’yı fazla abartmayın. İşte sizin önemsediğiniz Padişah budur. Şehvet düşkünü bir sultandır.”
Düşündüm fevkalade mantıklı geldi. Dış mihraklarla beraber olan İttihatçı paşaların akibeti ne olmuştur? Bugün şayet böyle bir şey varsa, işbirlikçilere bu tarihi keyfiyeti hatırlatmak isteriz. Hadisenin de doğrusunu anlatmazsak bu işin vebali çok ağırdır. Kültür Bakanlığı kültürün dışında her şeyle uğraşıyor da, bu meseleyle hiçbir derdi olmadığı anlaşılıyor.
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.
Mefharet dedikleri ancak cihan kavgasıdır,
Olmaya baht u saadet dünyada vahdet gibi.”
Yukarıdaki şiiri hâlâ dillerde söylenen Kanuni, son nefesine kadar ülkesini ve milletini düşünmüş, yetmiş yaşını geçtiği halde ve hasta olmasına rağmen gaza meydanlarından geri kalmamış bir cihangirdir.Tıpkı babası Yavuz gibi, I. Murat gibi, Fatih gibi o da, yumuşak döşeğinde değil gaza yolunda can vermiştir.
S.N. Fisher’in ifadesine göre: “Zamanın hiç bir hükümdarı, Yavuz’un tek varisi Kanuni Süleyman’dan daha iyi bir eğitim görmemiş ve büyük bir devleti idare için onun gibi pratik şekilde yetişmemiştir.”
Kanuni, dünyanın yegane hükümdarının kendisi olduğunu düşünmekteydi. Halil İnalcık,Sultan Süleyman’ın ilke edindiği gaza ruhunu şu cümlelerde yansıtır: “XVI. asırda hiç bir mühim mes’ele yoktu ki, Osmanlı politikası ilgilenmesin ve ağırlığını hissettirmesin... Osmanlı kuvvetleri dünyanın dört bir köşesinde faaliyette idiler.Bu Kanuni Süleyman’ın gaza fikrine dayandırdığı dünya politikası idi.”
Bir Avrupa seferi sırasında askerin içinden geçtiği meyveliklerin ne halde olduğunu inceleten Kanuni, sonuçta yüzbinlerce askerin içinden geçtiği meyveliklere hiç dokunmadıklarını veya kopardıkları meyvelere mukabil keselerle akçeleri bıraktıklarını öğrenince, böyle bir orduya sahip olduğu için secde-i Rahman’a başını koyup Rabbisine şükredecektir. Sefer esnasında bir Türk askerinin atını buğday tarlasına salması, ya da köylünün bir tavuğunu almasının cezası da çok ağırdı. Askerden en küçük bir zarar gelmeyeceğinden emin olan halk ve köylüler de, ordunun yol güzergahına çıkarak hayranlıkla onu seyreder ve muzaffer olması için dua ederlerdi.
Hatıratında Osmanlılardan bahsederken sözü memur tayinine getiren Avusturya elçisi Busbek: “Hiç kimse falan’ın neslinden gelmiş olmakla, diğerinden mümtaz bir mevkie çıkamaz. Sultan herkesin vazife ve mesuliyetini tevcih ederken ne servete önem verir, ne de boş ricalara kulak asar yalnız ehliyete ve liyakata kulak asar…Türklerin neye teşebbüs ederlerse başarılarında, hakim bir millet haline gelmelerinde ve devletlerinin sınırlarını genişletmelerindeki sır bundandır” demektedir.
Kanuni’nin üstün özellik ve güzellikleri Hammer’in ifadelerinde de geniş yer tutar. Sultan Süleyman cihanda kendisine denk bir hükümdar kabul etmiyordu. Hatta Avrupa’nın en güçlü imparatoru Charles Quint’e yazdığı mektuplarda İspanya Vilayeti Kralı diye hitap ediyordu. Protokolda Avusturya Kralı’nın kendisiyle değil de sadrazamla eş olduğunu anlaşmalara koyduruyordu.
Kanuni çevresinde, Edebiyat alanında Fuzuli ve Baki; din ilminde Ebussuud Efendi, Tarih’de Hoca Saadettin Efendi, Lütfi Paşa, mimarlıkta Koca Mimar Sinan, denizcilikte Barbaros Hayrettin Paşa gibi sahalarında en üstün ve en iyilerinden bir beyin takımı oluşturmuştu. Osmanlı Devletinin başkaca hiç bir çağı yoktur ki; edebiyat ve san’at eserleri bakımından kırk altı yıl süren Sultan Süleyman ve ancak sekiz yıldan ibaret olan Yavuz Sultan Selim zamanları kadar verimli olsun.
Osmanlı tarihçileri, Kanuni devrinin olaylarında on sayısının hakim olmasına büyük bir önem verirler. Kendisi onuncu hicret yüzyılının ilk senesinde doğmuştu. Onuncu Osmanlı padişahı idi. On evlat babası, on büyük şahane niteliğin sahibiydi. Sultanlık çağında mümtaz liyakatlere sahip on sadrazam, on defterdar ve nişancı, on mütebahhir fakih, on büyük şair var idi. On defa on şehir ve istihkam fethi ile şöhret bulmuştur.
İç organları Zigetvar’a gömülen ve Hünkar Mahalli denen tam on ikibin metrekare yeri, Macarlar o günden bugüne korumuşlar. Şimdi de oraya Kanuni anıtı ve parkını yapmışlardır. Doğumunun 500. yılında hem bu anıtın hem de Kanuni Sergisinin açılışı yapılmıştır.
Sadece 1529 yılında Avrupa’da konusu Türkçe olan 56 tane kitabın yayınlanmasının ne anlama geldiğini okuyucularımızın takdirlerine bırakıyor ve “Muhteşem Yüzyıl” işte budur diyoruz.
“Kanuni’nin Charles Quint tehlikesini kelimenin bütün manasıyla görmesi, protestan mezhebini himaye ederek Katolik aleminin parçalanmasına ve Almanya ile İspanya’nın ayrılmasına sebep olması, Türkiye’nin dış siyaset bakımından istikbalini temin etmiştir... Mohaç’ta gösterdiği örnek imha muharebesi ve diğer askeri hareketleri, Kanuni’yi bütün tarihin en namlı serdarları arasına koyduğu gibi, devlet adamı ve diplomat olarak, belki askerliğinden de üstün bir şahsiyet göstermiştir... Kanuni’nin hukuk ve edebiyat gibi sahalarda büyük bir bilgin olduğunu söylemek lazım” görüşünü savunan Tarihçi Yılmaz Öztuna’ya benzer bir değerlendirme de Hammer’den gelir ve O’da derki: ““Padişah’ın dikkati bir an için olsun devlet işlerinden uzak kalmamıştır. Yaptıklarının her biri büyük bir insanın karakterini, büyük bir hükümdarın özelliklerini tam bir Müslümanın ahlâkını belirlemekte idi. Sultan Süleyman yüksek görüşler aleminde ve geniş projeler içinde yaşayan bir insandı. İcrada sebatlı ve süratli, İslâm kurallarına tamamen bağlı, sarsılmaz görüşlere sahip, bilimleri ve san’atları koruyan büyük bir insandı.”
Şimdi de Kanuni’nin bayındırlık alanında omuz omuza çalıştığı bir değerden, Koca Sinan’dan bahsedelim. Mimar Sinan, gelinlik bir kızın gergef işlediği gibi, ömrüne sığdırdığı 400’den fazla sanat eseriyle ülkeyi bir baştan öbür başa donatmıştır. Selçuklu üslubunu genişletip zenginleştirdikten sonra, gezip dolaştığı Batı ve Doğu tarzından da esinlenerek kendi dehasının senteziyle İslâm sanatını zirveye taşımıştır.
Süleymaniye Camii Sinan’ın kalfalık eseriydi. Sâmiha Ayverdi’nin ifadesine göre: “XVI. Asrın bağrından Sinan adında bir deha çıktı. Dahi san’atkarın, ömrünün sonuna kadar yazmakta devam ettiği muhteşem kasidesinin şah beyti, hiç şüphe yok ki, (Kanuni’nin yaptırdığı) Süleymaniye külliyesi idi.”
Fatih Sultan Mehmet, Sahn-ı Saman medresesini inşa ettirmişti. Bugünkü anlamda Sosyal Bilimler Üniversitesi hüviyetindeydi. Kanuni’nin yaptırdığı Süleymaniye Medresesi ise, Fen Bilimleri Üniversitesi mahiyetindeydi.
Evliya Çelebi, seyahatnamesinde bu külliyenin bin kubbeyle örtülü olduğunu ve üçbin kişinin görevli bulunduğunu ifade etmektedir. Süleymaniye Camii hakkında da bilgi verirken, Camii ziyarete gelen Frenklerin içeri girerken ayakkabılarını çıkarıp mest giydiklerini ve şapkalarını ellerine aldıklarını ve bu abideyi hayranlıkla temaşa ettiklerini yazar. Süleymaniye Camiinin on miskal taşı bir altına mal olduğunu belirten Evliya Çelebi şöyle bir hadise de nakleder:Süleymaniye Camiinin inşaası bir yıl kadar duraklamıştı. Bunun üzerine İran Şahı mücevherat ve kıymetli taşlar göndererek cami yapımına yardımcı olmayı düşünür. Ancak elçinin huzurunda Sultan Süleyman: “Bunlar benim camimin taşları yanında kıymetsizdir” der ve minarelerin harcı içine koydurur. İşte bundan dolayı o minareye hâlâ cevahir binası denmektedir.
Mimar Sinan, asırlar boyunca şekillendirilen, ahenkleştirilen ve olgunlaştırılan Türk ve İslâm mimarî tarzını belirli bir noktadan alıp, onu taçlandırarak şahikaya ulaştırdı. Dehasıyla bütün dünyayı hayretler içinde bırakacak olan eserleri Sinan’ı, ne Mikelanj ve ne de başkasıyla mukayese edilemeyecek kadar büyütmüştür. Beşer tarihinde hiç bir mimar henüz Sinan’ı aşabilmiş değildir.O, yaptığı kubbelere küpler yerleştirmek suretiyle ve bu küplere delikler açarak seslerin akustik karakteristiğini ayarlayıp, mikrofonik özellik kazandıracak kadar ince hesapları gerçekleştiriyordu. Vücuda getirdiği devâsâ yapılarda akustik öylesine ruhu okşayıcı bir özellik arzeder ki, her köşesinde ses bütün sadeliğiyle net olarak algılanır. Mum isleri dahi bir yerde toplanarak alimlerin kalemlerine mürekkep olur. Süleymaniye’nin minarelerindeki on şerefe Kanuni’nin X. padişah olduğunu simgeler .
Eserleri binlerce yıllık Türk tarihinin, siyasi ihtişamını kültür ve medeniyet alanına da aynen yansıtacak dehayı gösteren Koca Mimar ve o mimara her türlü imkanı sağlayan Muhteşem Süleyman, yurdumuzda ve dünyanın dört bir yanında bıraktıkları şaheserleriyle medar-ı iftiharımızdır. Kanuni, eşine az rastlanır bilge bir hükümdardı. Osmanlı’nın gücünü şahikaya ulaştırma işi kendisine nasip oldu. Yarım asra yakın hizmet veren karaların hakanı ve denizlerin sultanı Yüce Hakan, vazifesini yapmış olmanın verdiği huzurla Rabbine yürüdü. Ruları şad olsun, makamları Cennet. Tarih, onları anarken karşılarında selam çakıyor ve temenna duruyor.
Vefat olmuş ve tarihe mal olmuş muhteşem bir şahsiyetin, ardından onun yatak odasını, yalan yanlış bilgilerle ve kurgularla dünyanın önüne sermek kimin haddinedir? Harem, zaten yasak demektir. Yasak olan yere kim girmiş, kim görmüş ki, onları hayal edip teşhir etme küstahlığını gösteriyorsun. Çin, Hind, İran, Fransız, İngiliz saraylarında da harem benzeri oluşumlar vardır. Siz dünyada, kimsenin çıkıp da böyle bir densizlik yaptığını gördünüz mü? Yapın da başınıza ne geleceğini görün. Eğer sanat adına bu rezillikler yapılıyorsa, Melih Başkan’nın kulakları çınlamaz mı? Ahlaksız sanat olmaz. Biz tabi hep, bu filmin yapımcılarına yükleniyoruz ve onları eleştiriyoruz. Bu dizinin Tarih danışmanları geri planda kalıyor. Kimdir bu aymaz tarihçiler? Esas onları tanıyalım. Nasıl böyle bir faciaya göz yummuşlar, ya da çanak tutmuşlar? Film devam ediyor. Atı alan Üsküdar’ı geçiyor. Şayet bu işte İsrail parmağı varsa, o da hedefine ulaşmış oluyor. Esas figüran kim acaba?
MUSTAFA TURAN
YORUMLAR
öncelikle ALLAH RAZI OLSUN HOCAM SİZDEN. İŞTE BİZİM MİLLETİMİZ BU MUHTEŞEM DÜNYA SULTANINI BU KADAR PERİŞAN ETME HADSİZLİĞİNİ UTANMADAN KENDİLERİNDE BULABİLİYORLAR. YAPIMCILARINDAN OYUNCULARINA, OYUNCULARINDAN DESTEKLEYİCİLERİNE VE İZLEYENLERİNE KADAR HERKES BU İĞRENÇLİĞE GÖZ YUMUYOR HATTA TARİH BİLİNCİNDEN YOKSUN BU İNSANLAR KENDİ İPE SAPA YARAMAZ FİKİRLERİNİ DE ŞU ŞÖYLE DEMİŞ DE BUNU KİM ISPATLAYABİLİR GİBİ SÖZLERLE VE AKLI SIRA BAŞKA DİZİLERİ ÖRNEK GÖSTEREREK BAŞKALARININ DA BEYNİNİ YIKIYORLAR MALESEF. AMA BİŞEY BİLDİKLERİNDEN DEĞİL BELLİ Kİ ONLARIN DA KAFASINI YIKAMIŞLAR. YADA BİZ TARİHİMİZE SAHİP ÇIKAMIYOR, SAYGI GÖSTEREMİYOR, İSRAİL VS.NİN EMELLERİNE ULAŞMASINA YARDIM EDİYORUZ VE KOSKOCA ÜLKEDEN TOPU TOPU 74000 TEPKİ GELİYOR. BİLMİYORUM Kİ BU İNSANLAR AKLINI PEYNİR EKMEKLE Mİ YEDİLER. YADA ANLAYAMIYORUM ALTI ASIR HEM DE EN ŞANLI ASIR OLAN KANUNİ-NİN ASRI BU AHLAKSIZLIKLA MI AYAKTA KALDI DİYE KENDİLERİNE SORAMIYORLAR. BUNUN CEVABINI DA VEREMEYECEK KADAR VAHİM BİR DURUMDALAR MI BİLMİYORUM. KENDİ ADIMA ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM BU AYDINLATICI VE GÜZEL YAZINIZ İÇİN. BİR DE RİCA EDİYORUMBU KONUDA SESİNİZİ DUYURABİLDİĞİNİZ KADAR DUYURUN. EN AZINDAN AKLI BAŞINDA İNSANLAR TARİHİNİ BU KADAR HAFİFE ALMAYACAKLARDIR.. SONSUZ SAYGILARIMLA...