- 862 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HIRSIZDAN FAZLASI
HIRSIZ’DAN FAZLASI…
Arkasından biri kovalıyormuş gibi nefes nefeseydi. Biran önce uzaklaşmalıydı buradan. Boğazına yumru gibi saplanan sıkıntılardan kurtulmalıydı. Otobüsün merdivenine adım attığında “oraya ait olmadığına şükretti” Derin bir ohh çektikten sonra sessizce koltuğa kıvrıldı. Yolculuğu başlamadan güzel bir düş görürüm umuduyla kapattı gözlerini. Babası çocukluğundaki gibi, atlı karıncalara götürüp, çok sevdiği pamuk helvadan da alırdı belki de. Annesinin göğsünde uyurdu bir süre, acıktım diye de mızmızlanırdı…
Yarı uyur, yarı uyanık halde öylesine güzel düşler gördü ki, hepsinin gerçek olmasını ne çok isterdi… Uzunca bir süre sonra gözlerini açtığında hava çoktan aydınlanmıştı. Kısacık kıvrık saçlarını düzeltti parmak uçlarıyla. Düşlerinin manzarası değişmiş, çıplak puslu dağların tepelerin eteğinde, tek tük ağaçların olduğu geniş bir araziyi seyrederek ilerliyordu otobüs. Çok uzaklardan gelen, kah yaklaşıp kah uzaklaşan yılan gibi kıvrılmış dereyi takip etti uykulu gözleriyle.
Bütün gece yolculuk yapmış olmanın ve önceki gün yaşadıklarının etkisiyle, yüzü solgun düşünceleri param parçaydı. Suratı asık, gözlerinin şişmiş olduğunu gören mesai arkadaşlarının, “Ne bu halin kızım gece bizimle mi yattın?" cümlelerini umursamadan masasına yığıldı kaldı. Bir süre boş gözlerle baktı etrafına...
Kafasında dolaşan düşüncelerle boğuşup duruyordu dünden beri. Birkaç gün önce tanıştığı ailesini getirdi gözlerinin önüne. Ablasını düşündü, ne kadar da benziyorlardı birbirlerine. Yüzüne hiç bakmayan ve hiç konuşmayan abisinin çekik gözlerini kendisine pek benzetememişti ama, sanki bir yerlerden tanıyor gibiydi. “Yok canım nereden tanıyacağım bu köye ilk kez geliyorum, kan bağı çekti herhalde“ diye düşünmüştü. Köy kültürü ile yoğrulmuş bu insanlarla, şehirde yetişmiş kendisi arasında bir yakınlık kuramadı kafasında. Oysa ablası, ağabeyi, akrabaları onu sevmeye bağırlarına basmaya hazırlardı. Yeter miydi peki? Yalnızca sevmek yeter miydi? ne vardı paylaşacakları? Ortak anıları bile yoktu. Anlatsa erkek arkadaşını, el ele gezip tozduklarını, yaşadığı cinselliği anlatsaydı anlarlar mıydı onu? Ya Kendisi? Köyde yaşayabilir miydi? Manikürlü tırnakları, bakımlı süt beyazı elleri ile pamuk toplayabilir miydi? O eller nasırlaşabilir miydi? Köydeki yaşam tarzı onun için bir anlam ifade ediyor muydu? Oysa gerçek ailesi onlardı işte... Yıllarca kendisinden saklanan bu sırra değil miydi bunca kini, öfkesi?
Şimdiki ailesi geldi aklına? Sevgiyle sarıp sarmalayan ailesi. Hoş şimdi onlarda yoklardı ya… İçi burkuldu. Gözlerine biriken yaşları yanaklarından süzülürken kalabalıklar içindeki yalnızlığına kahretti bir süre. Onu babasından, annesinden ayıranlar yakalansaydı, belki de acısı hafifleyecekti. Belki de hayatına yeniden başlayacaktı. Sigara paketinden hırsla aldığı sigarayı titreyerek yaktı. 15 gün önce babasının anlattıkları geldi aklına. Yeniden oturdu koltuğuna.
Her zamanki gibi akşam sofrasında yaptıkları sohbetlerden birinde, iş istemeye gelen bir gençten bahsetmişti babası. Uzun boylu, oldukça zayıf, kahverengi çekik gözlü, gür bıyıklı, kirli sakallı birinden. Hiç beğenmediğinden, onda tuhaf bir şey olduğundan da bahsetmişti. Acaba anlattığı bu kişi, onu anne ve babasından ayıran kişi olabilir miydi? Bu bilgiyi polise vermeliydi. Öyle de yaptı.
O gün hiçbir iş yapamadı. Önünde yığılmış dosyalara bakamadı. Oysa önemli bir ihale için hazırlık yapmalıydı. Kafasındaki düşüncelerinden sıyrılamadığından işine de adapte olamıyordu bir türlü. Anne ve babasının öldürülmesinden sonra yaşadığı bu ikinci şok ağır gelmişti. Babası neden bu gerçeği saklamıştı kendisinden. Mektubu tekrar çıkardı çantasından. Her satırını yeniden okudu. “Sevgili kızım, canımın yongası” diye başlık atmıştı babası. Sonra da gerçekleri anlatıp, gerçek ailesinin adresini yazmıştı. “Onları tanımanı istiyorum sevgili yavrum, bu senin hakkın” diye noktalamıştı mektubunu.
***
Eve geldiğinde kapıda bekleyen komiserle karşılaştı. Cinayetin ayrıntıları üzerine yaptıkları konuşmaların ardından önüne konan robot fotoğrafa baktığında gözleri faltaşı gibi açılmıştı. “Olmaz, olamaz bu mümkün değil, bu kadar benzerlik tesadüftür herhalde” dedi iki elini yüzüne kapatarak.
-Tanıyor musun? diye sordu komiser.
-Evet tanıdığım birine çok benzettim dedi.
-O halde hiçbir ayrıntıyı atlamadan anlat bana dedi.
Bildiği her şeyi anlattı komisere. Hırsla ayağa kalkan komiser “bu işi çözeceğim benim mıntıkamda faili meçhul hiçbir şey yoktur, katil her kimse o merhametsiz itin kollarına kelepçeyi bizzat ben takacağım” dedi.
Komiser gittikten sonra bir süre yerinden kalkamadı. Öğrendiklerinin ağırlığı fazlalaşmıştı. Duygusal boşluklarına sızan bilgiler çok huzursuz etmişti. Cinayet gününün gazetelerini aradı sinirli bir şekilde. Kitaplığın raflarını karıştırırken eline geçen her şeyi fırlatıp attı. Bir yandan ağlıyor bir yandan da gazeteleri tekrar okumak, gözden kaçan bir şey varsa bilmek istiyordu.
Çekmecelerden birinde bulduğu günün gazetelerine yeniden göz attı.
“Çifte Cinayet”
“Cinayet mi? Hırsızlık mı?” başlıklarının detaylarını bir kez daha okudu. Gece yarısı eve giren hırsız ya da hırsızlar gürültüye uyanan karı kocayı delik deşik ettiler. Öldürüldükten sonra yaşlı kadına tecavüz edildiği ve evde bulunan para ve kıymetli eşyalarında alındığı belirlendi diyordu haberde. Oysa paranın büyük bölümüne dokunulmamıştı. Bu önemli bir ipucu olabilir miydi? Bütün vücudu titredi yeniden. Kahrolası o güne döndü. Her şeyi tek tek hatırladı. Polisler ceset torbasının fermuarını açtığında anne ve babasının yüzünde donmuş olan acı ifadeyi unutamıyordu. Cenaze merasimi öncesinde ve sonrasında yaşananları düşündükçe robot resimdeki kişinin cenaze namazında ön saflarda namaz kıldığını hatırladı. Merasimden sonra mezarlığa gelip defin sırasında mezara toprak atanında o olduğunu hatırladı. Birden beyninde şimşekler çakmaya başladı. Onunla olan yakınlığına kahroldu…
Evet ya ben bunu daha önce neden hatırlamadım? Katil kesinlikle o! diye mırıldandı. Saatine baktı epey geç olmuştu. O gece hiç uyuyamadı. Sabah erkenden komiseri aradı, hatırladıklarını anlattı heyecanla. Komiser; araştırmalarımız devam ediyor, bu bilgiyi de değerlendireceğiz dedi.
Eldeki bulgular, edinilen bilgiler, cenaze töreninin polisteki video görüntüleri, parmak izleri dikkatle incelenmiş ve sona gelinmişti artık. Katili biliyorlardı.
***
Gelen haber üzerine harekete geçen ilçe Jandarma Karakol Komutanı ve beraberindeki askerler, köy meydanından yukarıya doğru kıvrılan yolun sonundaki evin önünde durdular. Jeepten hızla inen iki asker evin arka kısmına dolandı. Diğer asker, yer yer boyaları dökülmüş kahverengi tahta kapıyı yumrukladı. Arka pencereden kaçmaya çalışan Salih’i kıskıvrak yakalayan asker onu komutanına teslim etti.
Araç geldiği yönden Salih’i de alarak köy meydanındaki köylülerin şaşkın bakışları arasında gözden kayboldu.
Komiser ve yanındakilere teslim edilen Salih bu şehre ikinci kez geliyordu. Ellerindeki kelepçeyi çözen polisin aşağılayıcı bakışlarına aldırmadan oturdu sandalyeye. Alnındaki şişmiş damarlara dokununca, başının ağrıdığını hissetti.
-Sizi yormayacağım, her şeyi itiraf edeceğim dedi.
Komiserin ardı ardına sorduğu sorulara cevap vermeye çalışırken amacının cinayet olmadığını anlatmaya çalışıyordu. İş başvurusu için gittiği yerden umutları yıkılmış olarak çıktığında kafasına koymuştu ihtiyarı takip etmeyi. Onda para olduğundan emindi. İş veremiyorsa o halde para versin diye düşünüyordu. Birileri hep bolluk içindeyken, aç yatmayı içine sindiremiyordu Salih. İşyerine yakın evine, yaya giden ihtiyarı iki gün boyunca takip ettiğini, araç kullanmamasının işini kolaylaştırdığından bahsetti soğukkanlılıkla.
O gün ihtiyarın kapısına geldim. Bizim evin kapısına hiç benzemiyordu. Beyaz bir gelin gibi duruyordu karşımda. Söylesenize komiserim öyle bir evde oturmak benimde hakkım değil mi? Komiser bir şey demedi. Anlatmaya devam etti Salih;
Kapı açıldı, ihtiyar beni tanıdı. “Beyim bana iş vermediniz bari biraz para verin, ben çok açım” dedim. Sinirlendi, kapıyı yüzüme kapatmaya çalıştı, bir ayağımı kapının kapanmaması için uzattım. İhtiyarı geri ittirerek içeri girdim. Cebimden çıkardığım bıçağı boğazına dayadım, “senin gibilerini çok gördüm defol evimden pislik” dedi, direnince de öldürmek zorunda kaldım. Keşke direnmeseydi? Öldürmezdim onu… Para verseydi niye öldüreyim? Ben katil değilim, ben pislik değilim… Kadın beni görmeseydi, şimdi o da yaşıyor olacaktı.
Salih, zaman zaman ağlama krizlerine giriyor, eliyle yüzünü kapatıyor, bazen de işlediği cinayetlerde haklıymış gibi davranışlar sergiliyordu. İstenmeyen oldum hep istenmeyen... aşağılandım aşağılanacağım kadar, sevilmeyen oldum hep sevilmeyen… diye mırıldanıyordu.
-Ya tecavüz bunu nasıl anlatacaksın dedi komiser. Salih başını önüne eğdi. Yıllardır kadın eli elime değmedi diyebildi sadece…
-Çaldığın paralar ve değerli eşyaları ne yaptın diye sordu komiser. Onlar benim. Payıma düşeni aldım ben, fazlasını almadım ki…
Anne ve babasının katilini görmek için sabırsızlanıyordu? Komiser katilin yakalandığını söylediğinde mutlu mu olmalıydı, yoksa yaşanan o kötü günler için üzülmelimiydi bilemedi. “Allah’ım o olmasın, ne olur o olmasın, ben yanılmış olayım” diye dualar etti yol boyunca. Derin derin nefes aldı ve hızla geri verdi yaşadığı acıları kusar gibi... Caddede bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun altında, yağmur gibi yaşlar boşalıyordu gözlerinden.
İki polisin arasında emniyetin merdivenlerinden inen abisini görünce yüzüne attığı tokadın ağırlığına kendisi bile şaşırdı. Salih’in yeni tanıştığı kız kardeşini nefret dolu gözlerle bakarken görmesi, işlediği cinayet, hırsızlık ve tecavüz suçlarından daha ağır gelmişti. “Bacım!” diye seslendi ağlamaklı.
-Bacımmış, bunca yıl sonra ne bacısı ne kardeşi, nefret ediyorum... nefret ediyorum hepinizden... çığlıkları yankılandı kulaklarında.
Bir çocuk ağlıyordu Salih’in içinde. Şekeri, balonu olmayan bir çocuk.
Yaşadığı ömrü boyunca hayatta hiçbir şeyi olmayan Salih’in, yaşayacağı ömrü boyunca artık demir parmaklıklı bir penceresi ve yatacağı ranzası vardı.
Hülya TÜRK