- 2944 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
NECİP FAZIL'IN HİKAYECİ YÖNÜ *2
Necip Fazıl’ın Hikâyeleri ve Hikâye Kitapları
Sanat hayatına şiirle başlayan Necip Fazıl’ın nesirdeki ilk yazdıklarını hikâyeler teşkil etmektedir. Necip Fazıl öyküye de hemen hemen şiirle aynı dönemde, ilk gençlik yıllarında başlamış ve yarım yüzyılı aşkın sanat yaşamı boyunca aralıklarla, yakın zamanlara kadar sürdürmüştür.
Necip Fazılın hikâyelerinin yazıldığı yıllara ve o yıllarda Necip Fazıl’ın sanat, düşünce, siyaset ve hayat düzleminde yaşadığı ilgilerine, değişimlerine göre hem sayısal hem de içerik olarak ayrı bir serüveni vardır.
1928’den itibaren bu türde metinler yayımlayan yazarımız, on sekiz yaşında şiire ve yirmi dört yaşında hikâyeye başlar. Her iki tür ile de alakasını hayatının sonuna kadar kesmez. (İbrahim Kavaz, Necip Fazıl Kısakürek’in Hikâyeciliği Ve Hikâyelerinde Temalar, Yedikiklim)
Hakkında yazılan biyografilerden anlaşılan ilk hikâyesini Bahriye mektebinde İbrahim Aşki Beyin isteği üzere yazdığı büyükbabasının ölümünü anlatan hikâyesidir diyebiliriz. Zira bu olay bize “Bir Yalnızlık Gecesinin Vehimleri” hikâyesini çağrıştırmaktadır.
İlk hikâyelerinin yayınladığı yıldan (1928) son hikâyesinin yayınlandığı yıla (1971) kadar geçen 44 yıllık sürede 52 hikâye yazmıştır. Bu zaman zarfında uzun yıllar hiç hikâye yazmadığı gibi, bazı yıllarda ise hikâye toplamının hemen hemen yarısı sayılabilecek kadar hikâye yazmıştır. Örneğin 1928 de sekiz, 1967 de on yedi, 1971 de on hikâye yazdığı halde, altı yıl, hatta on yıl hiç hikâye yazmadığı olmuştur. Onun bu yoğunlaşma ve kopmaları, doğrudan doğruya hikâyesinin, genelde de bütün sanatının içeriğine, dini, tasavvufu ve siyasal değişmeler, açılımlar, daralmalar, derinleşmeler ve imkânlar halinde kaçınılmaz olarak yansımıştır. (Hüseyin Su, Kendini Arayan Ben’in Öyküleri, Hece Dergisi, Necip Fazıl Kısakürek Özel Sayısı)
Necip Fazıl ilk hikâyelerini Peyami Safa’nın Cumhuriyet gazetesinde yönettiği edebiyat sayfasında yayımlamıştır. Büyük Doğu’da yayımladığı bütün öykülerinde Ahmed Abdülbaki imzasını atan Necip Fazıl, 1966’da yayınlanan Robdöşambr hikâyesinde Necip Fazıl imzasını kullanmıştır.
Necip Fazıl’ın baba adı, Abdülbâki Fâzıl Bey, kendi asıl adı da Ahmed Necip’tir. Buna göre soyadı kanunundan önceki adlandırmaya göre Necip Fazıl’ın gerçek adı Ahmed Abdülbaki oluyor. İşte Necip Fazıl bu ismi müstear olarak kullanmıştır. (İsmail Demirel, Metafizik Derinlikten Toplumsal Eleştiriye: Necip Fazıl Hikâyesi, Yediiklim Dergisi, Ağustos 2009)
Necip Fazıl ilk hikâyesini her ne kadar 1928 tarihinde neşretse de hikâye yazmaya bizce şiirlerini yazdığı yıllarda başlamıştır. Bazı kaynaklar onun 1925 yılında değişik gazetelerde hikâye neşrettiğini yazmaktadır. Ancak Hikâyelerim kitabında ise ilk hikâyeleri 1928 tarihlidir. Son hikâyesini ise Mart 1971 de yazmıştır.
Bazı hikâyelerini de Büyük Doğu’da iki kez yayınlamıştır. Toplam –iptidai devreye de bir rakam verecek olursak- 17 devre yayın faaliyeti sürdürmüş olan Büyük Doğu dergisinde, Necip Fazıl, bütün çalışmalarını yayımlamıştır demek zait olsa gerektir. (Metafizik Derinlikten Toplumsal Eleştiriye: Necip Fazıl Hikâyesi / İsmail Demirel)
Necip Fazıl 1925 /1928 yılından başlayarak çeşitli gazete ve dergilerde yayınladığı bu hikâyelerinden sekiz tanesini 1933 yılında "Bir Kaç Hikâye Bir Kaç Tahlil" isimli kitabında yayınlanmıştır. (İstanbul: Semih Lütfü – Sühulet Kütüphanesi, 94 sf.)
"Bir Kaç Hikâye Bir Kaç Tahlil" adlı kitabındaki sekiz hikâye şunlardır:
1. Bir Yalnızlık Gecesinin Vehimleri
2. Paradi
3. Eski Elbiselerin Hafızası
4. Sırtlan
5. Ölü Saklayan İmam
6. Hayalet
7. Yılan Kalesindeki Hazine
8. Yemek Yemeyen Adam
Necip Fazıl’ın bu ilk hikâye kitabında yazdığı hikâyeleri değişik konulardaki tahlil yazıları takip eder.
1965’de "Ruh Burkuntularından Hikâyeler" (İstanbul: Ötüken Yayınları, 112 sf) adı altında ikinci kitabını daha önce yayınladığı sekiz hikâyesine yenileri eklenerek basılmıştır.
Yazdığı tüm eserlerine yayınladıktan sonra da tekrar dönen Necip Fazıl, hikâyelerini de aynı işleme tabi tutmuştur. Onlardan sonra yaptığı değişiklikler yapıya yönelik değil anlama ilişkin bir takım müdahalelerdir. (Âlim Kahraman, Bir Duyarlığın Çağdaş Biçimleri)
Necip Fazıl’ın 1965 yılında çıkardığı bu ikinci kitabına da aldığı sekiz hikâyesinden; “Ölü Saklayan İmam” hikâyesinin ismini “Ölü Saklayan Mezarcı” ve “Yemek Yemeyen Adam” hikâyesinin ismini de “Şehid" olarak değiştirmiştir.
Her iki hikâyede de ad ve ada bağlı, olarak küçük değişiklikler söz konusudur. İlkinde "imam" yerine "mezarcı" getirilmiş, ayrıca 1933 baskısındaki "Ne saklıyorsun?"; "Ne duruyorsun?" olarak değiştirilmiş, yine aynı baskıdaki: "Düşündüm ki sormak neye yarar?" (s.30) ve "Ey meçhul! Ben senin aşıkınım..." (s.31) ifadeleri kaldırılmıştır.
Aynı şekilde, "Yemek Yemeyen Adam" "Şehid" adıyla yeniden yayımlanırken şahıs değişikliğine bile gidilmemiş, 1933 baskısındaki "Zaten yüzünü fazla göstermek merakında bir insan değildi" (s.44) cümlesindeki "insan" kaldırılmış, yerine "adam" kelimesi konulmuştur. Bundan başka, 1933’te "Bir saat aynı hal devam etti" (s.46) ile biten paragrafa 1965’te: "Hayretten dondum" (s.45) cümleciği ilave edilmiştir. Yine 1933 baskısındaki, "Nasıl ve ne zaman kaçtığını bilen yok" (s.46) cümlesi kaldırılmış; 1965’te: "Bir müddet sonra da onun şehitler arasında tesbit edildiğini duydum" (s.45) ifadesi konulmuştur. Bunların dışında başka bir değişiklik bulunmamaktadır.
Küçük çaptaki bu değişikliklerin en önemlisi hikâyelerin isminde ve isme bağlı kelimelerde yapılmıştır. Onların da yazarın anlatım tekniğiyle alakalı olmadıklarını görüyoruz. Detay sayılabilecek ve metnin bütünlüğü açısından önemli olmayan bu değişiklikler, yazarın aralıklarla da olsa, muhtelif zamanlarda yayımladığı hikâyelerinin temelde aynı yapıyı muhafaza ettiklerini göstermektedir.
Daha sonraki yıllarda yazdıklarıyla toplam elli iki’ye ulaşan hikâyelerinde Necip Fazıl’ın başka bir değişikliğe gitmediğini görüyoruz. 1965’te yayımlananlara daha sonra kaleme alınanlar eklenmek suretiyle yeni baskılar yapılmıştır. (İbrahim Kavaz, Necip Fazıl Kısakürek’in Hikâyeciliği Ve Hikâyelerinde Temalar, Yedikiklim)
Son olarak kitaplaşmış bütün hikâyeleri 1970’de yeniden “Hikâyelerim / Şaheserlerden Kırk Seçme” adıyla (İstanbul: Toker Yayınları, 270 sf.) yayınlanmıştır. Bu kitabı kırk hikâyesi neşredilmiştir.
Bu kitap son olarak Üstadın ölümünden sonra 1983 yılında yeni ilavelerle birlikte (Büyük Doğu Yayınlarından) son haliyle ve hikâyelerinin hepsini kapsayacak şekilde külliyatının ilk kitabı olarak yeniden basılmıştır. Bu kitapta 53 hikâye mevcuttur.
Necip Fazıl’ın Hikâyelerinin Yazılış Süreci
Her yazarın, her şairin eserlerini yazarken izlediği bir yol, etkilendiği ortamlar vardır. Necip Fazıl da eserlerini yazarken bu süreçleri yaşamış bir sanat adamıdır. Tanrı Kulundan Dinlediklerim, Babıâli, o ve Ben gibi birçok eserinde bu süreçler hakkında bilgiler vermiştir. Hikâyelerinde de yazılış süreci ile ilgili bazı ipuçlarını bulmak mümkündür. İsmail Güneş konu ile ilgili bir yazısında şu ipuçlarını tespit etmiştir.
“Necip Fazıl hikâyesinin yazılış süreci önemlidir. Bu konuyla ilgili en derli toplu malzemeyi ‘Ölü Saklayan Mezarcı’ hikâyesinde bulabiliriz. Daha ilk hikâyesinde “İçimde tedailer birbirini kovalardı” (s: 9) diyen Necip Fazıl çağrışımların hayatında ve eserinde önemli olduğunu belirtir. ‘Ölü Saklayan Mezarcı’da bir iki saate kadar hikâyesini yazıp gazeteye teslim etmek durumunda olan yazar, her zaman uğradığı kahvehaneye gider. Cebinden kâğıt kalemi çıkarır ve düşünmeye başlar. Bu iki eylem arasında yazarın gözünden kahvehaneyi görürüz. Kişileştirmede ‘Eski Elbiselerin Hafızası’ ile had safhaya ulaşan Necip Fazıl, burada da aynı şeyi yapıyor ve kahvehaneyi bize canlı-kanlı bir varlık gibi anlatıyor. Sonra kahvehanenin içindekileri… Şu ifadeler vurucudur: “Ne yazacağım? Hikâyem bir iki saate kadar bitmelidir. Hâlbuki içimde herhangi bir buluş etrafında en ufak bir toplanma, bir kımıldanma yok… Bomboşum. Kurşun kalem, neye yaradığı meçhûl, mânasız bir âlet halinde elimden sarkmış, kafam bir felç içinde, sersem etrafıma bakınıyorum.” (s: 37) “…Yanı başımdaki bu insanlardan, neredeyse, mühim, fevkalâde bir şey doğacak gibi dikkatimi üzerlerinden sıyıramıyorum.” (s: 37) Bu cümleler dış-âlemin, dış-âlemde görülenlerin zihinde karşılığını bulması ve bu karşılığın tedailer yoluyla yazarı bir remze ulaştırmasını ifade eder. Sonra çağrışımlar yoluyla varılan remizler benin süzgecinden geçerek yazıya dökülür. Bu bazen ‘ben’ diliyle bazen ‘o’ diliyle olur. Fakat şu bir gerçektir ki, ben diliyle yazdığı öykülerde daha başarılıdır Necip Fazıl.” (İsmail Demirel, Metafizik Derinlikten Toplumsal Eleştiriye: Necip Fazıl Hikâyesi, Yediiklim Dergisi, Ağustos 2009)