- 617 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sobalı Gençliğim!
Kimsenin aklına gelmeyen bir şey, bir gün birimizin aklına geliveriyor işte!
Bir video paylaşım sitesinde vatandaşın seyir halindeki minibüsünün tam ortasına soba kurduğunu gördüm. Evet evet bildiğimiz soba. Evlerin bacasından kıvrıla kıvrıla göğe yükselen dumanlar minibüsün bacasından çıkıyordu bu defa. Çok çılgın, çok korkunç ya da kötü bir şaka olduğunu filan düşünebilirsiniz izlediğinizde. Ne derseniz deyin ama ısınma sorununu en azından trafik asayiş şubesince yakalanana kadar kendince çözmüştü vatandaş(!) Bir de minübüste soba yakılıp yakılmayacağına dair kanunlarda bir boşluk varsa yaşadı (!)
Karlı günlere girdik. Radyo ve televizyonlarda sık sık ısınırken başımıza gelebilecek kazalara dair ikazlar da duymaya başladık. Sobadan, doğalgazdan zehirlenmeler düşer artık gazete sayfalarına kış boyunca. Devamlı kulak verdiğim radyo programında da soba konusu işlendi bu sabah. Ve beni aldı gençliğimin sobalı günlerine götürdü anlatılanlar..
Minibüslerimizde değil ama evlerimizde soba ile ısındığımız günlerimiz vardı bizim. En genç ve en tecrübesiz zamanlarımıza denk düşen o günlerden sağ salim çıkıp gelebildik çok şükür ki. Kurum ve is kokusu hala burnuma geliyor.
Bu arada pek çok köy evlerinde kalorifer sistemi yerini aldı. Çocuklarımız sobaları, kuzineleri anneannelerinin, babaannelerinin evlerinde bile göremeyeceklerdi neredeyse. Bizler 70- 80li yıllarda evlerimizin orta yerine kurardık sobalarımızı. Küçük kabuk sobalarını genellikle mutfakta ya da banyoda kullanmayı tercih ederdik.
Bütün kış boyunca boruların içinde biriken kurumları önce gazete kağıtları üzerine hafif vuruşlarla döker, banyo küvetinde yıkardık. Sonra da gazete kağıtlarına sarıp kaldırırdık bir sonraki kışa kadar dolapların üzerine. Temizliğini ihmal ettiğimiz bir kış baca dumanı çekmeyince borulardan akan sarı kurum sularıyla nasıl cebelleştiğimizi hatırlıyorum. Dumanlar içinde kalmıştık. Çeyizlik dantelli saten yorganlarımın üzerine de akmıştı o sarı sular.
Üç odanın kapılarının açıldığı salona kurardık sobayı her kış; sonra da ikide bir içeri dışarı girip çıktığımızda kapıları kapalı tutmaya çaba gösterirdik. İki lafımızın başı "Kapıyı ört" olurdu! Yoksa içerisi hemen soğurdu.
Sobanın çevresine bir tahta parmaklık yaptırma modası vardı çocuklu evlerde. Soba borularına takılan tel çamaşırlıkta kuruturduk bebeğimizin zıbınlarını, pijamalarını, bezlerini. Konu komşu hemen sobanın bir boru üst kısmına küçük fırınlar taktırmışlardı. Orda ekmek, kek, börek pişiriyorlardı. O fırını, bir de tahta parmaklıkları taktıramadan çıkmıştık soba devrinden.
Misafir geldiği zaman kahvaltı soframızı mutfaktan salona taşırdık. Önce uyanıklık ederek sobanın yakınına oturanımız, bir yandan da içtiği sıcak çayın etkisi ile hararet bastırınca odanın sobaya en uzak köşesine kaçardı. Bir yere gittiğimiz zaman hemen sandalyelerimizi sobanın yanına konuşlandırırdık büyük bir keyifle. Soba başına birikilerek yapılan muhabbetler ise kaloriferli evlerde büyüyen çocukların asla anlayamayacağı türden muhabbetlerdendi.
Kibrit kokusu, çıra kokusu, odun , kabuk, kömür kokusu içinde kalırdık kış boyunca. Ta ki mayıs 20 sine kadar. Sonra yavaş yavaş kaldırdığımız sobaların yerine başka eşyalarımızı yerleştirirken sobalarımızı da odanın bir köşesine dinlenmeye bırakırdık. Tabii üzerine süslü örtülerimizi sermeyi, çiçek saksılarımızı koymayı da ihmal etmezdik.
Üzerinde çinko ya da aliminyum çaydanlıklarımızda demlenmiş mis gibi çay, kabuğuyla pişirdiğimiz patates, kavurduğumuz fındıklar, ve akşamdan suya koyduğumuz kuru fasulyelerin bakır tencereler içinde pişerken çıkardığı tıkırtılar…
Gençlik günlerimizi de hatırlattığı için olmalı herhalde; bütün zahmetli yanlarına rağmen özlüyorum sobalı günlerimi.
01 şubat 2011Salı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.