karla gelenler...
gözümü, kar yağışından kapıların bile açılamadığı buz bir kış gününde, ankara da açmışım. sonra tayinle uşak a gelmişiz. çocukluğumun en güzel, en temiz, en yoğun zamanları. dünyanın en güzel kedilerine sahip olduğumuz ve öğretmenler bahçesinde geçen mis kokulu, peysajlı yıllar. sonra seydişehir. bakkala boyumdan büyük köpeklerden kaçarak gittiğim, sokaklarından kadınların plastik terliklerini taş yola sürüyerek yürümesinden dolayı hala iğrenerek hatırladığım sesin geldiği, soğuk kasaba. uşak ta daha çok küçüktüm ama herkesi hatırlıyorum seydişehir dense pek bir şey kalmadı aklımda. sonra ilkokul 5 teyim ve ver elini istanbul.
istanbul a geliyoruz ama göçebeliğimiz hala bitmiyor aile olarak. önce harbiye 2 yıl kadar. neredeyse yüzlerce basamaktan oluşan dik merdivenlerde hiç düşme senaryosu yaşamadan yakalamaç, saklambaç, don-ateş oynadığım, kendimden büyük kızlar beni sek sek oyunlarına aldıkları zaman kendimi sınıf atlamış hissettiğim ilk karışma yaşlarım. yine kedimiz vardı, mübarek kedi değildi o kürkle kokoş bir kadındı.
oyal zarf fabrika yemekhanesinde yediğim leziz yemeklerden dolayı işçiliği muhteşem meslek saydığım, verilen 2 krş harçlıkla yeni tesisler kurabileceğimi ve ordaki yemeklerin hepsini yiyeceğim günleri düşündüğüm hayal yıllarım.
sonra 2 yıl kurtuluş. kız çocuğundan genç kıza geçiş yıllarım. nedense her öğretmenin okuduğum kitapların bana büyük olduğunu söylediği yıllar. bense elbette kitapları anladığımı düşünüyordum. yani kendini büyük görme yıllarım gelmiş bile! sokakta birilerinden hoşlanma, sokak köşesinde 2 kelime edip o kelimeleri sayıklayarak uyuma, ona telefon etmenin çok büyük olay olduğu kendini ispatladığını sanma yılları. eve haber vermeden taaaaa bakırköy e gidip sinemada ilk film izleme serüvenim de o yıllara rastlar ki tabi ki yaşı benden büyük ve kuyumcuda çalışan ve yine tabi bizim sokaktan olmayan(çok önemlidir bu)erkek arkadaşımla. ilk yediğim fırça da tam o sinemanın akşamına denk gelir ki eve geç kalmıştım, oysa sorun neydi? direk reddettiğim gereksiz bir safha!!!
sonra üsküdar. nişantaşı kız lisesi nden dilbaz kardeşlerin kayıtlarının halide edip adıvar lisesine kayma yılları. ve 5. kız çocuğunun ailemize katılması. ben bu yıllarıma buhran diyorum. çünkü çok fazla sorumluluk vardı üzerimde ve çünkü yokluğu en çok hissettiğim yıllardır ve hep kendimi az hissetmişimdir. bunun bir diğer sebebi de okula 5 yaşında başladığım için herkesten 2 yaş küçük olmamın karşıma sorun olarak çıkmaya başladığı yıllar ki bunu üniversite yıllarında daha sert hissedeceğim.
halide edip yıllarında ev partileri, ilk diskoya gidiş ve orda ilk disko tanışma girişimiyle karşılaşma ve seyrettiğim küçük emrah filmlerinin etkisiyle mekana bir daha uğramama ile sonuçlanan kendine güvenin yerini istanbul da yaşayan genç kız korkusuna bıraktığı saçma yıllar. bir de tabi bir baba katakullisine getirilip okuldaki kötü notlarımın nedeninin acaba bir zeka probleminden mi kaynaklanıyor olduğu endişesiyle meslek seçimi testi görüntüsü verilmiş zeka testine tabi tutuluşum. çok kızmıştım ilk ama sonuç iyi çıkınca rahatladım. üzerinize afiyet sharon stone ile zekadaşız. test sırasında burnumun inatla dışardan görünecek şekilde yeşil yeşil akması ve karşımdaki psikolog kadının sadece benim bilincimle uğraşıp burnumdan çıkanı görmemesi o testin sonucu konusunda hep şüphe duymama sebeptir ama yine de o kısma çok takılmıyorum. ne de olsa sharon stone çıktım.
sonra bir türlü kurtulamadığım ümraniye yılları geliyor. önce atakent te 2 yıl, sonra nasıl orada yaşadığımızı hala anlamadığım, uykumda hamamböceği yediğim ve tadını kusma noktasında hatırladığım, köhne, kafes lojman yılları... sonra yine atakent, sonra kısa süren bir evlilikle bağdat caddesi, sonra yine atakent, sonra malta, sonra antalya, sonra yine atakent.
falan filan... üniversiteden sonra, yok yok hatta üniversite yıllarında, iş hayatına atıldım ve istanbul bugünlere geldi sayemde (pek olumlu etkim olmamış anlaşılan).
bu sabah kar yağarken lapa lapa elimde kahvemle aklımdan geçtim, uzun uzun... hatırladım, güldüm, hüzünlendim. ama en son şunu düşündüm: hayatta en önemli şey, ne yaşanırsa yaşansın, seni koşulsuz seven insanların olması ve koşulsuz sevginin ne demek olduğunu bilme şansına erişmiş olmaktır. bize verilmiş olan bu şansları görmeliyiz yoksa yokluğunda yaşar gibi hissederiz ki, varlık içinde yokluk en büyük ve kurtulması en zor yanılsamadır bence.